Eskiden Müslümanlar zarifti. Evet, -di’li geçmiş zamanı kullanıyorum, eminim, adım gibi biliyorum, bu zerafetin delilleri Müslümanların zarif olduğu dönemlerden kalan şiirlerden, tezhiplerden, hatlardan, müzikten, mimariden fışkırıyor. Abartma be Amina, sen her şeye edebiyat penceresinden bakıyorsun diyorum kendi kendime. İşte zarif olanlar çok nadir, sayılı insanlar, entelektüel kesim. Avam zerafetten ne anlardı diyorum. Avam zerafetten anlamaz olaydı, İranlı sıradan bir köylü kadının ezberinde Hafız Şirazi’nin beyitleri olur muydu? Şiraz’dan binlerce kilometre uzaklıkta Bosna’nın falanca köyünde Hafız’ın, Sadi’nin, Fuzuli’nin, Yunus’un Divan’ı istinsah edilir miydi? İlahiler okunur muydu, Mesnevi dersleri, Hafız okumaları, Yunus şerhleri için millet toplanır mıydı? Yok ya, bu edebiyat dediğin, şerhler dediğin çok sınırlı elit bir tabakayı ilgilendiriyormuş olmalı. Ne bilsin sıradan halk bu inceliklerden? Ev mimarisinde, mabet mimarisinde bu zerafetin izleri kalmadı mı? Köy çeşmesi mimarisinde bile var. Hele de işlenmiş cami tavanlarında, hatlarda… Zerafet mezar taşlarına kadar gelmiş. Sıradan halk bugün internetten, sosyal medyadan, konserlerden, hızlı bilgi edinmelerden anlar. Fakat bu hızlı hayat tarzında zerafetten anlamaz olduk. Hızlı (ayaküstü) yemekler, hızlı müzik ritimleri, hızlıca yazılan şarkı sözleri… Aşırı hız, hayat trafiğinde zerafetimizi hızlı bir şekilde öldürüyor, yerin dibine, zerafetin toplu mezarlıklarına gömüyor. Eyvah!
Bugünlerde Bosna’da yetmişincisi olmak üzere, Çevlyanoviçi köyünde (Olovo İlçesine bağlı bir köy) boğa güreşleri tartışılıyor. Az değil, en az elli bin kişinin katıldığı etkinlik 30 Temmuz’da oldu. Boğa güreşlerinin dekoru olarak kuzu çevirmeler, bira ırmakları, panayırlar, çadırlar, fonda ise hızlı oryantal ritimler eşliğinde şarkılar. Şarkıları icra edenlerin sesi artık önemli değil, eteğin kısa oluşu ve fiziksel performanslar önemli. Sözler de; “Sarmanın tadına bakmadan gidip beni terk etmişsin”, “Ey meyhane, senin kapın nerde, İsmet geldi, maaşını getirdi, azcık para harcamaya geldi, birkaç içki içmek için geldi”, “Telefonun kapalı, sen de biraz uçuksun, kim olduğunu sanırsın, ey aşkım. Hadi bana cevap ver, deli rolü oynama, ya beni unut, ya mesaj gönder. İnternetin bozulmuş, gönlümü de soğutmuş, bu gece diskoda yapayalnız oynarım. Dersin sarhoş olmuşsun, beni de unutmuşsun, kabahat viski-kolada, bir de loş ışıkta…”, “Garajım var bir de üç Mercedes, bana eksik olan sadece sensin”… Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların bir arada olduğu, ilkel duygularını paylaştıkları toplu eğlence. Açık havada. Katılımcıların çoğu Boşnak. Ayıptır söylemesi, Abdullah Bosnevi’nin torunları olacak olanlar. Alaeddin Sabit’in torunları olacak olanlar. Vahdeti’nin, hatta Sudi’nin torunları. İlkel seviyeye dönmüşler.
“Popüler kültür” der aydınlar, sosyologlar. Akademisyenler oraya gitmez tabi. Dışardan, farklı farklı medyalar üzerinden eleştiriyorlar, yazıyorlar, yüksekten bakıyorlar. Sanki halk Müşteri’den, aydınlar ise Güneş’ten gelmiş. Aydın kesimin yazdıklarını halk okumuyor. Halk zaten okumuyor derler. Aydın kesim o kadar ağır bir dil kullanıyor ki millet istese de anlamaz. Okumaya kalksa da ne çare? Peki, zamane aydınları ana dilimiz Bosnaca yazıyorlar. Zamane halkı en azından sekiz yıllık mecburi eğitimden geçmiş. Zarif olduğumuz zamanlarda şairlerimiz de Osmanlıca, Arapça, Farsça eserler yazıyorlardı, halktan gelen talebeler bu eserleri ve yukarıda saydığım şairlerin eserlerini istinsah ediyorlardı, okuyorlardı, teşrih ediyorlardı. O zamanlarda şairler eserlerini mahlaslarıyla yazıyorlardı. Zamane olanlar ilk kendilerini yazar ilan ederler, sanatçı tavrı alırlar, ondan sonra eser çıkarsa, şükür. Edebiyatta bir şiirin beyitlerinde vezin ve kafiye uyum içinde iken, mimaride bir bölgede inşa edilen bir yapı ortamla bir bütünlük sağlarken, ev döşemesi ile mabet mimarisi, sofradaki yemekler uyumlu iken, bugünkü kaos zirveye tırmanmış. Ve en üst noktadan zerafeti yamaçlardan aşağı yuvarlamış. Eyvah!
Bugünlerde Konya’ya, Mevlana Türbesi’ne gittim. Giriş serbest oldu. Çıkışta şaşkın vaziyette görevlilere girişin ücretsiz olma sebebini sordum, üç yıldır ücretsizdir dediler, sevindim. Halk daha yoğun bir şekilde geliyor. Birkaç yıl öncesine kadar da kalabalıktı, ama şimdi… Sormayın. Fotoğraf çekmek, daha doğrusu flaşlı fotoğraf çekmek yasak türbenin içinde. Hani, müze ziyaretçisi bu kuralı bilir ve kurala göre davranır. Kültürlü çünkü. Türbe kısmına giriyorum ve gördüğüm manzaradan nefesim kesiliyor: İnsanlar Mevlana Hazretleri’nin sandukasına yaklaşıyor, sırtını çevirip selfie çekiyorlar. Özçekim yani. Flaşlı. Türbe ziyaretine gelmiş de fotoğraf çekmek uğruna ziyaretine geldiği zata sırtını çevirip dudaklarını bükmüş dilberler ve gılmanlar özçekim yapıyorlar! Hani dervişlerin, dedelerin asaları? Onun yerine selfie çubukları geniş kullanımda. Asanın ne olduğunu hiç öğrenmemiş nesle sopa bile yardım etmez. Müzenin, türbenin her tarafında yazılı, kimsenin okumadığı açıklamalar, millet müze numuneleriyle resim çektirmeyi tercih ediyor. Müzenin içinde bulunan, korunan eşyaların neye yaradığını, görünen manzaralar ne anlama geldiğini bilmiyor. Önemli olan özçekim yapmak. Kendi içine, derununa bakmadan. Kendini tanımadan. Kendini Mevlana’nın, Hafız’ın, Sadi’nin, Cami’nin, Şeyh Galip’in, Yunus’un, Mısrı’nin, Sadreddin Konyevi’nin, Abdullah Bosnevi’nin, Sudi’nin, Sabit’in eserlerinde bulmadan.
Geri geri çekiliyorum. Aklımdan gördüğüm fotoğraf çıkmıyor. Selfie çekmememe rağmen. Eyvah, zerafetimiz nereye gitti? Nereye gönderdik? Bir daha dönmemek üzere yüzeysel bakışlara mı dalıp gitti? Haremde bağrışan çocuklar… Zerafet onların da mirası, onu gelecek nesillere bırakmazsak, eyvah, yaptığımız koca binalar, gökdelenler daha da boş kalacak. Görgüsüzlük ve uyumsuzlukları içinde daha da boş çınlayacak. Zurna ve davulların kavgalı sesleriyle. Turbofolka dönüşene kadar. Semazenler dansözlere dönüşene kadar! Eyvah!
Türbe ve Müze görevlileri ziyaretçileri uyarıyor, boşuna. Madem Türbe girişi ücretsiz oldu, adabı bilmeyenlere çıkışta ceza kesmek gerekiyor. Adabı bilmeyen halka da adabı öğretmeyen aydınlara da. Halk ile aydın kesim arasında kopukluğu yaşatanlara da. Öbür dünyada ceza kesilir, fakat o zaman geç olur. Mirası varislere emanet olarak teslim etmeyen, teslim etmesini bilmeyen aydın kesimin cezası daha büyük olmalı. Krallığımızın kıroluğa dönüşmesine müsaade ettiğimiz için. Boğa güreşlerinde olduğu gibi, Mevlana Müzesi’nde de. Eyvah!