Taziye
Yakınını kaybeden herhangi bir dostumun evine başsağlığına giderken ne diyeceğimi düşünüyorum. Gitmeye karar verdiğim andan itibaren düşünmeye başlıyorum hatta. Yok, gitmeye karar verdiğim andan itibaren değil, ölümü duyduğum andan. O’na ait olduğumuzu ve O’na döneceğimiz gerçeğini söyledikten sonra… Allah’ın sabırlı olanlarla birlikte olduğunu, yakınına rahmet, dostuma da sabır verme duasından sonra, ne diyeceğim… Evet, başınız sağ olsun… Eh, sonra, tabii yeter ki dostum yakınını kaybetmiş, bir ben mi eksiktim onu daha çok ağlatmaya? Sanki kayıp acısı yetmiyor, benim de kanayan yarayı saracağıma, üstüne tuz serpmem mi lazım? Evet, yakının gitti, biz de gideriz? Merhumun iyiliklerini mi anlatayım? Bu da çok abes, birinin en yakınına geliyorum ve en yakınını methediyorum. Yani, birinin babası, annesi, karısı, kocası, kardeşinin nasıl olduğunu anlatmak bana mı düşer? Hesap gününden önce ben mi tartıyı elime alayım (sanki bende varmış) ve merhum yakınına cennet bahçelerini mi vaat edeyim? Ne haddime! Peki neden bunu soruyorum? Bu notlarımı yazarken, her seferinde, her bir sayıda, kendimi her birinizin evine girmiş sizlerle iletişim kurma ihtiyacını hissederken buluyorum. Bu sefer daha zor. Yastasınız, benim de boğazım düğümleniyor. Konuşmaya başlarsam, ikinci cümlede sözler boğazda tıkanır. Eh, merhumun ailesinden daha çok ağlayan ziyaretçileri/yabancıları yapmacık, patetik buluyorum. Yapmacık olandan da hiç ama hiç hazmetmiyorum. Aksine, midemi bulandırıyor, orucumu da bununla bozmak istemiyorum. Altmış bir güne değmez vesselam.
En iyisi konuyu değiştirmek. Yas tutan aileyi bir şekilde teselli etmek, acılarını unutturmak lazım bu ziyaretlerle. Ne kadar da acıyorsa, gösterme, gözyaşı kadar mahrem bir şey yok. İlk vuruşta sabır. Sen de onu göstereceksin, yakınını kaybeden de.
İlk ölüm tecrübesi
Çocukluğumda çevremizden ilk hatırladığım kayıp, rahmetli dayımın eşi olan yengemdi. Bizimle aynı binada, bir alt katta oturuyorlardı. Bazen (bu bazen de her bir bakıcının değiştiğinde, hastalandığında veya herhangi bir sebeple bana bakamadığında) bana bakıyordu. Çocuklara verilen aşırı özgürlük onlara dokunur, çocuğu fazlasıyla şımartır diye annem beni yengemin yanına bırakmayı pek sevmezdi. İşte Raşida yengenin ölümünü duyduğumda, ağlamaya başladım. O zaman annem bu ağlayıp yakınmayı yasakladı. “Rahmetliyi rahatsız ediyorsun. Gözyaşların mezarına doğru gider, onu ıslatır, rahatsız eder. Ağlayacağına bir Fatiha oku, bir dua et, merhumeye hediye olur. Yani, sağ olanlara ikramlar verilir, ölenlere ikram dualardır…” diye anlattı. Sonra gizlice, kimsenin görmediği zaman, kendimi tutamadığımda, ağlardım. Kızmaz bana Raşida yengem… Azıcık ağlayayım, anneme demez… Kaç defa evin içinde su ile oynarken halısını da ıslattım, bir şey dememiş… Bir annem öğrenmesin, yeter.
İşte o zamanlardan beri kayıplarda gözyaşlarımızı göstermek istemiyorduk. Düşmanı sevindirmemek, dostun canını acıtmamak uğruna. Ölenin de, ağlayanın da onurunu korumak adına. Yıllar sonra Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’sini okuduğumda, hikâyenin bir yerinde o güne kadar yaşadığım her kayıp için ağlamıştım. Hikâye seni ağlatırsa, ayıp sayılmaz.
Ve devam etmek zorluluğu
Konuyu değiştirmek lazım, biraz burayı yazayım. Bosna’da 2013 nüfus sayım sonuçları açıklandı. Müslüman ile geberanları isteyen hesaplasın, bence bu sayım sonuçları kıyamete kadar belli olmaz. Yani, kimin Müslüman da kimin gayrimüslim olduğu. Allah bize Müslüman olarak ölmeyi nasip etsin, yeter.
Beni ilgilendiren başka bir şey var. Nüfusun %51,1 lise (veya meslek lisesi) mezunu, %21,4 ilkokul, %3,2 yüksek okul ve %9,6 üniversite mezunu! Az kalsın her kasabada oluvermiş ister kamu ister özel üniversiteler yanında sadece 9,6 üniversite mezunu! En kötüsü, okuma yazma bilmeyenlerin bölgede en yüksek olduğu yer Bosna Hersek. Sırbistan 1,98, Karadağ 1,50, Hırvatistan’daki bu oran 0,8 iken, Bosna Hersek’te okuma yazma bilmeyenler ülkenin %2,82’ine denk düşüyor. Sefaletle de mücadele edilir, hastalıkla da, cephedeki düşmanla da mücadele edilir ama cehaletle nasıl başa çıkılır, onu bu yaşa kadar görmedim. %36,2 bilgisayar kullanabiliyor. Yaş ortalaması da 39,6. Toplam nüfusun %27,15’i bekâr, %58,88’i evli, %3,38’i boşanmış, %10,59’u ise dul. Bekâr erkek oranı bekâr kadın oranını aşmış. Cehalete aile hayatının arka plana gitmesi eklenirse, Müslüman yüzdesinden ne fayda var? Zaten cahil Müslümanlardan olası zarar daha fazla. Manipülasyon için biçilmiş kaftan. Kendini patlat şehit olursun derler, patlatır. Emir kimden geliyor, arka planı nedir diye düşünmez. Kimin için çalıştığını, patronun kim olduğunu düşünmez.
Ya siz nasılsınız?
Örnekler size yakın olsun diye Türkiye’den alıyorum. Türkiye’de mesela sosyal medyada en büyük tartışma konusu, mübarek ayda vefat eden bir ilahiyatçının İslamiyet’ini tartmak, Müslüman mı, deist mi diye tartışmak. Müslümanların asıl problemi Itri mi, bestelenmiş salavat, tekbirler, mevlitler, Enderun teravihi mi? Aksine bunun eksikliği. Kültürlü ekinin olmadığı yeri yabani otlar kaplar, bedevilik kaplar. Itri’nin, Mimar Sinan’ın, Fuzuli’nin, Dede Efendi’nin, Necip Fazıl’ın, Shakespeare’in, Goethe’nin, tiyatro ve müzik kültürünün toplum hayatından sürgün edilmesiyle evlilik programları, şarkı yarışmaları, bugün ne giysem, biri sizi gözetliyor alır başını gider (Şükür ki burada, Bosna’da bu evlilik programlarını henüz keşfetmediler). Kıroluk, hırboluk, köylülük, görgüsüzlük ne varsa buyursun, Müslümanlar arasında yer var, seve seve kabul ederler. Bedevileştikten sonra, bir adım ötesinde baharlar başlıyor. Bir türlü bitmeyen, toprakları, milletleri meyvesiz bırakan Arap baharları misali. Bu bölgesel (küresel) ısıtma sürecinin senaristleri birkaç yıl önce kendilerine yeni hedef belirlemişler. Gezi ile ısıtmaya başlamış, Aralık soğuk olmasın diye tekrar ortalığı yakmışlar (yaktırmışlar), ufuklarda Doğu meselesinin çözümü güzel görünmeye başlayınca, tekrar cahil insanlar alet edilerek terör saldırılarına başlatılmış. Cahile hangi ön ek koyarsanız koyun, İslamcı cahil, Ateist cahil, Irkçı cahil… Kolaylıkla patronunun hedefine alet edinebilir. Cahil de patronun kim olduğunu anlamaz. Kritik düşünme kabiliyeti yok ki. Senarist silah ve mermi için bir miktar para ayırmalı. Bu cahil sözlerle avutulur. Para patronun cebinde kalır.
Evet, bayramınızı şimdiden tebrik ediyorum. Biz bayramı evlerimizde, akraba ve dost ziyaretlerimizle kutlarız. Panayırlarla değil. Dini bayramlarda evin dışında olmak kültürümüze, geleneğimize ters gelir. Büyükler ziyaret edilir. Siz çevrenizin büyükleri arasına girdiğinizde iyice temizlenmiş eve gelen ziyaretçilere ikramlar, çocuklara harçlıklar verilir. Düne kadar bayramlarda evlerinde ziyaret ettiğimiz babaları, halaları, amcaları artık ellerimizde Yasin’le şehir mezarlıklarında ziyaret ediyoruz. En yeni ve en güzel kıyafetlerle. Yarın öbür gün bizi de bu şekilde ziyaret edecekler.
Bayram böyle kutlanır çünkü. Onurlu. Gözyaşımızı kimseye göstermemek kaydıyla.