Türk’ün tavuğu Boşnak’a kaz, Boşnak’ın karısı Türk’e kız görünürmüş

Defalarca yazdım ki birbirimizi çok seviyoruz. Ya da birbirimizden nefret ediyoruz. Nefret yok derseniz, atalar sözlerine bile yansımış: “Kırk Boşnak bir adam, o da işe yaramaz” veya “Boşnak’ın aklı sonradan gelir” gibi sözler bunun kanıtı. “Acele Türk işi değil” (Nije turski hićet; anlamı “yavaş ağa vakit var”) veya “Bu zahmet Türk’e göre değil” (Nije ‘vaka muka za Turčina; oldukça kolay bir iş büyütülünce alay etmek için söylenir) bu nefret veya önyargı göstergelerinden. Diğer taraftan Türkçedeki “Boşnak güzeli” ile Bosnacadaki “stambolska hanuma” (İstanbul hanımefendisi: hanımların en zarifi) idealleşmenin göstergeleri. Olumlu klişelerin hatunlara ait olduğunu fark etmişsiniz. Yine de her türlü klişeye karşıyım, biline.

Şaka bir tarafa, sevgi de tıpkı nefret gibi bir duygu. Hakikatle alakasızdır. Hakikat bir tarafa, gerçekle de alakasız. Bu duyguların, idealize etmelerin nerden geldiğini anlamak pek kolay değil. Kaynağı edebiyat da olabilir. Yani romanslarda, mesnevilerde, sevdalinkalardaki ideal sevgili tipi. Âşık her zaman yalvarıp yakınıyor, kendini değersiz buluyor, karşısındaki ise kusursuz. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu ideal sevgili/mükemmel maşuk kavramının gerçekliliği sadece tasavvuf edebiyatında inandırıcı. Yani, konusu hakiki aşk olunca. Mecazi, dünyevi aşk söz konusuysa, sevgiliyi ideal olarak gösteren âşık ya yalancı, ya fırsatçı, ya da bön. Bu üçüncü kategoriyi yazmayacağım, mazlumlarla alay edilmez.

Buna bakın: “Sevgilim güneş gibi”. Güneşi mi gördün ki böyle bir benzetme yapasın! “Dünyanın en güzeli.” Dünyanın tüm kadınları kızları senin önünden geçerek defile mi yaptı ki hükmedesin! “Sevgilim dünyanın/ülkemin/milletimin en cesur/en akıllı/en zeki adamı!” Köyün, mahallenin en cesur/akıllı/zeki adamı olsa bile hangi somut kanıtlara göre ispatladın? Büyük konuşuyorsun işte. Kendin de öyle olmadığını bile bile milletin yüzüne yalanlar atıyorsun. Romantik mi diyorsun? Ro-man-tik? Irkçılık mı yapıyorsun, önyargılarla bir millet hakkında hüküm mü kesiyorsun? ROMAN-TİK. Çingene işi, Çingenenin gayriihtiyari hareketi mi diyorsun? Güya onlar gayriihtiyari ve alışkanlık üzere hırsızlık yaparlar. Hani hırsızlığın örtmecesi, nazik görünsün diye romantik oldu. (Roman tiki doğru olacaktı, ancak halk ekmek örneğinde olduğu gibi kullanıla kullanıla isim tamlamasının iyelik eki kaybolmuş).

Peki, bu methetmenin arka planında ne olabilir: ya methettiğinin kendisine, ya mülküne, ya da nüfuzuna sarılma isteği. İlla ki üstüne konmak arzuluyorsun. Fırsatçılık değilse nedir? Kullanmak istiyorsun. “Kadroya geçinceye kadar ayıya ustazım derler” misali. Pardon, kadro yerine köprü, ustaz yerine dayı olacak. Ayı sabit. Sağlam taş. Beni mazur görün, yabancıyım, bazen atalar sözlerini sözlerin atalarıyla karıştırıyorum. Yani itin önüne ot, atın önüne et koyuyorum. Bu da itin önüne at koymaktan iyi. Eh, et önüne ot konabilir, ot önüne et, fark etmez, arzuya göre. İkisi aynı tabakta olsa da olur. İtle at değil, etle ot yani.

Neyse, karşılıklı sevgimize dönelim. Yani idealize edilen sevgiliye. Şimdi senin ne düşündüğünü söyleyeyim: Bırak artık millet veya milletler sevsin, sevilsin, hep Yunus’çusun, hep sözde sevelim sevilelim diyorsun, şimdi de sevgi yalan diyorsun; karar ver artık, bu orta yaş krizi mi nedir, hep tezatlar içindesin. Siz de sevelim sevilelim diye tutturdunuz, ondan öncesini de sonrasını unutmuşsunuz. Olmaz bu iş. Gelin danış (tanış) olalım, işi kolay kılalım diyor bir önceki mısrada. Yani tanışalım, birbirimizi tanıyalım veya daniş, bilgili olalım. İşimiz kolay olsun, işimizi bilmiş olalım, bildiğimizde iş kolay olur. Durumu bilip işi kolaylaştırdıktan sonra sevelim sevilelim geliyor. Dünya kimseye kalmaz çünkü. Biz hem bilmeksizin birbirimizi seviyor, hem de karşılıklı akıl vermeye kalkışıyoruz. Cahilin sevgisi dananın düşmanlığından daha zararlı. Atalar sözü değilse, bacılar sözü kategorisine girsin. Bu sevgimiz kime yarar? Birilerimiz Türk, Boşnak, Amerikan; birilerimiz Alman, Arap, Rus hayranı, bu hayranlığın sonucu sevgi, gözyaşları, acılar… Biz zavallı, onlar güçlü. Biz geride onlar önde. Biz cahiliz onlar âlim. Biz zayıfız onlar güçlü. Bize bir şey olursa, hemen koşar gelirler. Yarar mı? Yarayacağına yaralar. Doksan ikiden doksan altıya kadar bu beyhude hayallerin pahasını ödedik Bosna’da. Kendi göbeğini kendin kes, ne sakala minnet ne bıyığa, ısmarlama hac hac olmaz, elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz, kendi ununu kendin öğüt, bendeki yara elde duvar deliği gibi sözler boşuna türetilmedi.

Hayal, hayalperestlik (bilgi üzerine kurulmamış olan hayal değil mi?) üzerine kurulmuş sevgi hakiki aşk olmaz, gerçek sevgi de olmaz. Mecaz, sabun köpüğü işte. Gözün içine değince acıtır. Bize en iyi niyetle, sevdiğimiz kimseyi ideal kimliğiyle göstermek kastıyla beyaz görünen yalan uydurduğumuzda, hani kendimize teşvik olsun diye, hem kendimize, hem etrafımızdakilere, hem de sevdiğimiz kimseye zarar vermiş oluyoruz. Çünkü söylediğimiz yalan. Bizden olanlara yakıştırılamaz tek unsur, yalan! Bir kendimiz yalan söylüyoruz, bir de sevdiğimizin ağzına söylemediği sözleri koyarak kendimize ümit veriyoruz, kendimizi teselli ediyoruz. Hadi sevdiğimiz avamdan bir Oral, Bora, Merve veya Aycansu olsa, yarar da zarar da aramızda. Mesela Bora bana “N’aber” demiş; işte şimdi anlaşılıyor, hayatımda biri var mı diye dolaylı şekilde öğrenmek istediğini anlayarak anne babasını beni istemeye gönderir diye yorumlamak gibi. Tek bizim ve en yakınlarımızın başını ağrıtır. Fakat bu yalanları Merve’ye değil zirveye yakıştırırsak, o zaman felaket olur. Gaflet artar, cehalet kalır, çaresizliğin boyutu haddini aşar. Biz de hep hayallerimizle beslenmiş, iyi niyetle farklı ifadeleri Peygamber’den devlet reislerinin ağızına koyarız, hani deseydi ne güzel olurdu kafamızca.

Elin çocuklarını, eşini, evini, işini methederken bin bir kusur bularak bizimkilerini eleştiriyoruz. Hani diyorum, keşke kimseyi eleştirmeden kendimizi ve karşıdakileri bilmeye, öğrenmeye kalksak. Tavır koymaksızın, hüküm vermeksizin tanıyıp kabul etsek. Karşımızdakini beğenmek, sevmek zorunda değiliz, tanıyıp saygı göstermek yeter. Kendimizi, ülkemizi, imkânlarımızı sevip daha üst seviyeye getirmek için çaba göstersek. Hakiki aşk ve gerçek sevgiyi değerler ölçüsü olarak alsak. Keşke biz Boşnaklar Türk’ün tavuğunu kaz görmesek, siz Türkler Boşnak’ın karısını kız görmeseniz. Daha da mutlu olurduk. Mevcut durumun daha kötüsü olur mu diye merak ederseniz, evet derim: Karşındakinin tavuğunu kız, karısını kaz görmek de mümkün.

Benzer konular