Türkiye neyimiz oluyor?

Bu hikâye çok eskiye dayalı olsa gerek. Belki benim okuyabil-diklerimden bile daha eski dönemlere dayalı. Veya hiç de mantıkla açıklanacak bir durum değil. Aşkı, sevgiyi mantıkla açıklayamazsınız. Açıklanmaz.

Türkiye’de, haberlerin sonunda hava durumuna gelince “Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgası” zikrolunurdu. Savaş yıllarında daha çok gündemdeydik. Millet Bosna’da öldürülen Müslümanlar için ağlıyordu. İzleme rekorları kıran bir dizi kahramanının ardından ağladığı gibi. Gözyaşları dökülmüş, paralar toplanmış, yardımlar gönderilmiş, dualar okunmuş. Savaştan sonra Bosna’nın bir köyünde, bir dizi kahramanı olan Esmeralda’nın göz ameliyatı için yardımlar toplanmışmış. Dualar bile okunmuş. Birileri için Bosna bir Esmeralda’dan ne daha çok kurgu, ne daha fazla gerçekti. Yine de bir duygu nedeni. Açıklanmaz.

Rahmetli hocamız Prof. Dr. Ahmet Aliçiç, bu mantık ötesi hikâyenin bir yüzünü kendi çocukluk hatırası üzerinden anlatmıştı. Nevesinje (Nevesinye) kasabasının yakınlarında doğup büyüdüğü Kljune (Klyune) köyünde Boşnak Müslüman çocuklar, komşuları Ortodoks Sırp çocuklarla oynarken tartışmalar, hafif çocuk kavgaları da ortaya çıkıyormuş. Dövüşmeler, ağır sözler. Bu kavgaların sonunda Boşnak çocuklar Sırpların gönlünü kırmak için Kral Aleksandr’a küfrediyorlarmış, Sırp çocuklar ise Atatürk’e küfrediyorlarmış. Kimse kimsenin dinen kutsal kabul ettiği değerlere dokunmazdı, bir taraf batıl inançtan, ötekileriyse inançtan dolayı karşındakinin dinine dil uzatmak istemezdi. Tabii ki II. Dünya Savaşı arifesindeki o yıllarda Hersek Bölgesi’ndeki köylü Boşnak çocuklar Mustafa Kemal Paşa’nın kim olduğu bilmiyordu. Ancak bilmek ötesinde, Sırpları Belgrad ve Sırplığın simgesi olan Kral’ın kollayacağı hissedildiği gibi, Boşnak Müslümanları da dindaşları Türkler, Türkiye ve simgesi olan Atatürk’ün kollayacağı bekleniyormuş.

Şuuraltı, gerçeküstü, mantık ötesi hisler, beklentiler. Sırpların düşünme konseptine göre bundan daha doğal bir şey yoktu. Sırbistan’daki Ortodoks Sırplar Bosna’daki Sırpları korur, Makedonya ve diğer Ortodoks uyrukları Ruslar korur. Türkler Müslüman uyrukları korurlar. Özellikle ortak Osmanlı Devleti’nde yaşamış bulunan Müslüman uyrukları. Çünkü ortak, kozmopolit devlet küçülürken emanet onlara kaldı. Bir ailenin en büyük oğlu baba evinde, baba mülkünde kaldığı gibi. Bu sefer miras paylaşımına girmeyeyim… Olduğu gibi oldu, olmak zorunda olduğu gibi. Tabii ki, “Güçlü Dev”, “Boğaz’daki hasta” olmuştu. O zayıf durumda Balkan Savaşları, ardından I. Dünya Savaşı, ardından gönlümüzün acısı Çanakkale, ardında da İstiklal Savaşı yaşandı. Gözler hep Anadolu’ya, hep oraya dönüktü.

Hepimiz hayatlarımızdan benzer şeyleri hatırlıyoruz. Sınıflarımızda, mahalle çocukları arasında hep bir-iki sakin, sessiz sedasız, gözlüklü, zayıf ve savunmasız çocuk varmış. Tek ortak notları beden eğitiminden alıyorlarmış. Belki, bugün dergi okuyucu olarak siz de onlardansınız. Allah’ın adaleti mi nedir, bunlar genellikle mahallenin en zeki, en başarılı öğrencileri. Karşılarında yaşlarına göre her türlü acımasızlık gösteren hırbo çocuklar. İri yarı, her zaman dövüşmeye hazır, çevik… Bunlardan harçlıklarını haraç olarak alıyorlar, gördükleri yerde şaka olsun diye bir tekme vuruyorlar. Aralarında da birer Robin Hood, bu ineklere, çekingen, uslu mahalle çocuklarına sahip çıkıyorlardı. Her mahallede var olan bir klişe. İşte Bosna’daki Müslüman Boşnaklar böyle, bu uslu çocuklar gibiydi. Karma bir Bosna ailesinin her çocuğu bunlara benzer. Hep de koruma ihtiyacı duyduğunda gözlerini dindaşlarına çeviriyordu. Katolikler Hırvatistan’daki Hırvatlara, Avusturyalılara, Ortodokslar Sırbistan’daki Sırplara, Ruslara. Boşnaklar ise Müslüman bildikleri Türklere. Güçlüler, iriler diye.

Neden Araplardan benzer beklentiler olmadı diye sorarsanız, avam bile onların sömürge altında, kendilerine yardım edemeyecekleri durumda olduklarını biliyordu. Arkadaşlarımdan biri, Arap ülkelerinin birinde bulunurken, tozlu sokaklarda kirli ellerle pilav yiyen Arapları görünce şöyle demişti: “Bizi İslamiyet hakkında baya kandırmış bu Osmanlılar, yoksa biz çok farklı bir İslamiyet’i yaşıyoruz. Namaz kılarken, yemek yerken her taraf temiz olmalı diye öğrendik. Giysinden, yemek yenen veya namaz kılınan yerden vücuda kadar her taraf tertemiz olmalı diye öğrendik. İbadete olduğu gibi, nimete de sonsuz saygımız vardı, hatta dökülen her pirinç tanesini, her ekmek kırıntısını Besmele çekerek yerden toplayıp öpüyorduk çocukluğumuzda, nimet ağlamasın diye. Bize İslamiyet’i böyle öğretmişler. Sefaletten değil, saygıdan. Müslümanlık budur diye.” Araplar, İranlılar, Pakistanlılar, Afganlılar uzak hem de. Bir de kendi kendilerine yardım edemiyorlar, cehalet, sefalet ortada… Anadolu oracıkta. Çığlığımızı duyup yetişirler.

II. Dünya Savaşı sonrasında, yine Hersek köylerinin birinde Komünist Komitesi köylüleri siyasi durum hakkında bilgilendirmek amacıyla muhtarlığa çağırmış. Bir parti komiseri Yugoslavya’nın konumunu, Rusya’yı, Batı ülkelerini anlatıp durmuş, sosyalizmin faziletlerini, Komünizmin avantajlarını anlatmış. Konferans bitmek üzereyken soru faslına geçilmiş, Muşan diye bir köylü, başında bereyle ayağa kalkıp: “Peki, komiserim, Türkiye’de ne olup bittiğini anlatmaz mısın?” diye sormuş. O zamanlar buna benzer bir soru, onu soranı doğrudan parmaklıklar arkasına itiyordu. Komiser de şaşakalmış, olumsuz cevap vermiş. Muşan da “Boşuna gelmişim” demiş.

Evet, ulus olarak da, bireyler olarak da olgunlaştık. Hepimizin artık ayrı ülkesi, ayrı evi barkı, ailesi, eşi dostu oldu. Evlerimiz bir gün birleşir diye ne ümit ediyor, ne de ümit besleyenleri destekliyoruz. Asılsız hayaller bunlar. Ancak hâlâ gözler bizim tarafa çevrilmiş. Buralardan Anadolu’ya göç eden, artık asimile olan akrabalarımız var. Katoliklerin Hırvatistan’da, Ortodoksların Sırbistan’da olduğu gibi. Fakat hâlâ biri bize saldırdığında, biri bize acımasızlık gösterdiğinde eski komşumuzun, bizi koruyacak birinin, bize saldıranları tehdit edecek birinin varlığına ihtiyacımız var. Varlıklarını hissetme ihtiyacı duyuyoruz. İşte ondan dolayı Boşnaklar için güçlü bir Türkiye’nin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Siyaseti, sanayisi, altyapısı açısından güçlü bir Türkiye. En azından arkadaşlar arasında, çevremizde hava atabilmemiz için. “Bakın, bizim dindaşlar böyle” demek için. Aba altından değnek göstermek gibi, “Bak, bana saldırırsan, onu kendine düşman edersin, o senden de güçlü” diyebilmek için.

Her ne kadar duygu, her ne kadar anlatılamaz bir aşk, bir sevgi meselesi olursa olsun, yine de kendi kendime açıklayabildim. En azından 15 Temmuz’da geçirdiğimiz uykusuz geceyi. Ve ertesi günün gecesini. Fısıldayarak çektiğimiz ahlarla içimizden çıkan duaları. Sizin için okunan dualarımızı, bizim için okuduklarımızı. Her ne kadar yaşlansak da içimizde hep o çocuk ruhu, hep aynı çocuk karakteri kalıyor. Ve bir Robin Hood’un, bizim Robin Hood’un varlığını hissetme ihtiyacı. Lazım olmasa bile, güven verici.

Haberlerin sonundaki hava durumuna gelince, uzaktan kumandayı alıp dizi filmine geçeceğiniz anda, Balkanlar’dan soğuk hava dalgasını duyduğunuzda, bu soğuk havanın geldiği yerde bir Bosna’nın, orada da güçlü bir Türkiye’nin varlığını hissetmeye ihtiyaç duyan Boşnakların bulunduğunu hatırlamanızı diliyorum. Bu ihtiyacın dualara, gönüllerde saklı dualara dönüştüğünü hatırlamanızı. Çünkü, siz Türkiye vatandaşları, Türkiye’yi güçlü kılmaya karar verirseniz, Allah’ın medeti de yetişir. Bize lazım olmasa da, somut bir şey gerekmese bile, bu mahallede yalnız olmadığımızı hissedeceğiz. Soğuklarımız, kışlarımız daha ılımlı, gecelerimizse daha sakin geçecek.

Benzer konular