Tašlihanu, mali Carigrade…*

Emina Zečaj’ın seslendirdiği bir sevdalinka böyle başlıyor. Taşlıhan, Saraybosna’nın merkezinde, Bosna Valisi Gazi Hüsrev Bey zamanında, 1543 yıllarında inşa edilen vakıflarından biri. Taşlı Han’dan geriye kalanlar bugün Gazi Hüsrev Bey Bedesten’i ile Hotel Avrupa arasında yer alıyor. Hatta sevdalinkalara da konu olmuş. Ne zaman, nasıl, kimin eliyle yıkıldığından bahsetmeyeceğim.

Sevdalinkalara ve Gazi Hüsrev Bey Vakfı’na gelince… ‘Mali’ Bosnaca’da küçük, ‘Carigrad’ ise İstanbul anlamına geliyor. Yani sözün özü; ‘Hünkâr Şehri’. Dimdik ayakta duran ve gizemini, tüm ihtişamını bozmayan. ‘Megapolis’. Ancak ben bir İstanbul mihmandarı olarak yükselen gökdelenlerden, burcu burcu gökdelenvari binalardan dem vurup, bunlardan bahsetmek istemiyorum. Bununla birlikte bu yapıların İstanbul sakinlerinin yaşamlarını idame ettirmelerine yardımcı oluyorsa, bize sükût etmek düşer. Ancak payitahtın ihtişamını bozan her yapının canımı acıttığını söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü sizin olduğu kadar, İstanbul benim de ‘şehrim’. Ecdadımın payitahtı. Osmanlı döneminde Sokollu Mehmed Paşa, Rüstem Paşa gibi onlarca Boşnak’ın sadrazamlık görevini yürüttüğü şehir. Enderun’da yetişen devlet erkânı, İstanbul medreselerinde yetişen ulema ve tekkelerinde tasavvuf tedrisatından geçen binlerce Boşnak… Ve yine İstanbul’da devlet erkânı, müderris ve meşayih olarak yerel halka hizmet veren Boşnaklar. Tüm bunlar göz önünde tutulduğunda, ortak tarihimize sahip çıkmaya ve sevmeye hakkım olduğu kadar, bu şehrin tarihi dokusuna bir nebze de olsa dokunmaya hakkım olduğunu düşünüyorum.

Sevdalinkanın sözlerine gelince;

Ey Taşlıhan, küçük hünkâr şehri
İçindeki paşalar, vezirler
Hünkâr, vezire inci tanesinden seslenir:
Lalam benim, divanıma gel.
Vezir ise mercan tanesinden seslenir:
Ey Padişahım, parlayan güneşim
Divanına gelemem,
Çemaluşa’dan,
Köşklerden, pencere kafeslerinden
Genç kızlardan, delikanlılardan,
Atlagiç Fata’nın güzelliğinden,
Dizdareviç Meho’nun yakışıklılığından geçemem,
Çemaluşa Mısır’dan da büyük,
Meho ise Hünkâr’ın vezirinden de yakışıklı…

İşte bu Taşlıhan Saraybosna’daydı. Bugün ise sadece kalıntıları ve şarkı sözleri kaldı. Onlar, bizim olduğu kadar tabii ki sizin de… Şimdi asıl sorun, bu Taşlıhan kalıntıları üzerinde bir AVM inşa edilecek mi? Çünkü planları yapılmaya başlanmış ve bu sebepten dolayı şehirde fırtınalar kopuyor. Sosyal medya, yazılı ve görsel basın bu haberlerle çalkalanıyor. İşin ilginç tarafı, şimdiye kadar Osmanlı mirasına sahip çıkmayan kesim, şiddetli bir şekilde mirasın yok edilmesine karşı çıkıyor, muhalefet ediyor. Nasıl bir ironidir ki düne kadar İslami değerlere ve Osmanlı mirasına sahip çıkan iktidar mensupları ise AVM’nin inşasından yana. Savunmaları “şehre gelir sağlamak” ve “turist çekmek” başlıkları altında toplanıyor. Muhalif olan kesim ise şehrin en tarihi ve can alıcı yerinde böyle bir yapının inşasının tarihi değerlere hakaret olacağını savunuyor.

Tartışma devam edip sürüyor. Ben ise Vakıfname’yi tüm ayrıntılarıyla okuyan ve bilen biri olarak, vakıf mirasına sahip çıkmayanların Allah’ın gazabına uğrayacağının tedirginliğini yaşıyorum. Çünkü bu mevzu son derece net ve açık bir şekilde Vakıfname’de belirtilmiştir.  Arkeolojik kazılarda, Taşlıhan’ın kalıntılarına ulaşılmış, camlarla örtülüp koruma altına alınmıştı, ancak yıllarca hiç kimse restorasyon çalışmaları başlatmayı düşünmedi. Bu kültürel miras yıllardır camla örtülerek korundu. Şimdi eski hanın yerinde bir ticaret merkezi inşası söz konusu ve kıyametler kopuyor. Atışmalar, tartışmalar. Bence, Han için en doğru karar orijinal projesine sadık kalınarak restore edilmesidir. Gazi Hüsrev Bey Vakfı bünyesinde olan Taşlıhan, Bosna Hersek İslam Cemiyeti’ne, yani Türkiye’deki karşılığı Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olduğuna göre bu kültürel mirasın yerinde AVM değil, İslam Cemiyeti Misafirhanesi inşa edilebilir.

Gelelim işin mali boyutuna, diğer bir değişle madalyonun öteki yüzüne… Han’ın ahır kesimi garaj olursa, bir araba kaç akçe getirir? Kaç atın yerini işgal eder? Atlarla şehre gelen tüccarlar, seyyahlar, talebeler olmadığına göre gelen ziyaretçiler yaptıkları alışverişlerde kaç akçe bırakırlar? Ama bu ziyaretçilere bedava aş, konaklama, at yemi/benzin söz konusu değil. E hal böyle olunca, kâğıda kaleme vurduğunuz zaman tabii ki AVM’nin geliri Han’ın gelirinden fazla… Hatta Han olursa zararda, AVM olursa kârdasınız. Ha diyeceksiniz ki ya kültürel yönü? Aman canım boş verin onu, kültürden kim fayda görmüş ki… Kültür zarara uğratır, kültür insanı düşünmeye sevk eder. Daha da kötüsü düşünen insan maazallah, derine dalar, tefekkür eder. Tefekkür eden sinirlenir, sinirli olan strese, stresli olan depresyona girer. Kültür, mutsuz bir topluma sebebiyet verir. Mutluluk -geçici bile olsa- alışverişte elde edilir. Poşetler, küresel markalar, ayaküstü yemekler. Hep sentetik, hep yapay. Mutluluk gibi.

Ben ise yine de Gazi Hüsrev Bey’in Vakfiye’sini, vasiyetini, onu korumayanlara söylenen laneti düşünmeden edemiyorum. Sana ne, dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyorsanız; ne yazık ki öncelikle bu toplumun mensubuyum, kültürel mirasa, dedelerimden kalan mirasa sahip çıkanlardanım. Ve buna bir zarar geldiğini veya geleceğini gördüğümde maalesef kayıtsız kalamıyorum.

Ancak benim bu kaygılarım topluma mutsuzluk getiriyorsa, Allah hepimizi affetsin derim.

Acaba kabahat bende mi?

Kredi kartıyla alışveriş mi daha güzel? Yoksa kredi kartıyla müzeye giriş bileti alıp tarihin dokusunda gezinmek mi daha güzel… Takdir sizin!

Bu sıcak yaz gününde, doğal afetlere maruz kalmadan gönül serinliği, güzel muhabbetler diliyor ve tüm dünya insanlığına “biraz DUYARLILIK” diyorum.

*Okunuşu: Taşlihanu, mali Tsarigrade, anlamı Ey Taşlıhan, küçük Hünkâr Şehri

Benzer konular