Merhaba Efendim,
Ben Süleyman.
Kanuni Sultan Süleyman. Aleyye rahme.
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin Padişahı. Halife de aynı zamanda. Boş zamanlarda mücevhercilikle uğraşırım, güzel bir koleksiyonum var, vardı yani torunlar gelinler dağıtmadıysa… Muhibbi mahlasıyla şiir yazıyorum. Divan şiiri. Eski edebiyat. Anlaşılması biraz güç, ama idare eder. Farsça gazellerimle ise hava atıyorum. İftihar etmek gibi olmasın, Arapçam da var. Hani şöyle ilkel seviyede değil, ileri derecede okuma yazma sanat yapmak için yeterli. Yabancı dil bilme standardlarına göre C2 derecesi. Bosnacam/Sırpçam/Hırvatçam da var. Hamiliğim de var, kaç şair yazar alimi desteklemişim, sormayın. Övünmek gibi olmasın, ama bir harem dolusu hatun etrafımda. Gerçi Hürrem pek yaklaştırmaz, amma olsun. Seferler, müzakereler, evlatlar, paşalar, sadrıazamlar… Neyse, avamı kıskandırmak için bu gösteriş lazım. Muhteşem’im çünkü. Övünmem ben, mütevaziyim, fakat Batı’da bana Muhteşem derler. Lakap bu.
Efendime söyleyeyim, yanımda bu Hürrem mızmızlanıyor: – Yat şurda, yeter artık! Rezalet, nerden sen çıktın mektup yazmaya, sana mı düştu? Yüzyıllarca şurda şu türbede yatıyorsun, şimdi zaman mı geldi kalkıp mektup yazmaya, istirahat et artık.- diye söyleniyor. Bu hatun da benden artık daha ne istediğini anlamıyorum! İşte onu da trend yaptım, bir çığır açmış, hala Ukraynalı hatunlar Anadolu’da makbul. – Mümkün mü bu, şehit olduktan yüzyıllar geçtikten sonra kalkıp mektup yazıyorsun. Bir de Amina’nın köşesine dikilmiş yazıyor. Haddin mi senin? Bir de yazmak için Saraybosna’yı da nerden buldun, türbene kefenine nerden geldi Allaşkına? Malümündür, içim Zigetvar Kal’ası dibinde, dışım ise burda, İstanbul’da. İşte yolun ortasında buluştum kendim kendimle, Orta Yol’da. Bir de Saray olsun diye tutkum var, işte Bosna Sarayı çıktı. – Uydurma artık, bunca yüzyıl ölüsün, mümkün mü şimdi mektup yazman? – Neden mümkün olmasın, Aliya da benden diri değil ki, gerçi o öleli on dört sene oldu olacak, o mektup yazmışsa ben de yazayım derim. Hem de onun Türkçe olarak mektup yazmasından daha da makul. Ben de Türkçe yazıyorum. – Ama senin Osmanlıca yazman gerek! Bu yazdıkların modern dil, bunun yanında argo da var, teklifsiz de var, uydurukça da var… İnşanın kuralları var, unuttun mu? – Hiç unutur muyum, canım, ama okurlarıma anlaşılır olsun, bir şey uydurdum ise, zamana da ayak uydurdum. – Geç ordan Sultanım, senin okurun bunun gibi yazılar karşısında yazanı döver; ancak Amina’nın okuru katlanır, sırf yabancı diye affeder; zamana ayak uyduracaksan, o zaman kelimeler yerine emotikonlarla kısaltmaları kullanman lazım. Slm. Tşkr. Bunun üzerine yorumum LOL. Şimdi ciddi soruyorum, dolanmak yok, tamam mı? Nerden bu mektup aşkın çıktı. – Dur, anlatayım. Aliya’nın mektubu ortaya çıkınca, inan ki şaşırdım kaldım. Adam hukukçu, aydın, lider, barışsever, fakat kendi ülkesini, tarihini, din ile millet ayrımını, modern ulus teorilerini bilmemesine şaşırdım. İhanet etmez o, milletini satmaz! Hele de elin gündelik siyaseti hesabına! Millet ise bu mektubu Aliya’nın telifi düşünerek şakır şakır sosyal medyada paylaşmaya başlayınca, iş ciddiye bindi, ben de Süleyman diye kalkıp yazmaya oturdum. Hani, o mektup Aliya’nın olduğu kadar, bu da Süleyman Kanuni’nindir. – Peki ya sorun nerde? – Orda doğru yazılmış şeyler de var, hakkını yememek lazım. Ancak ideolojik yaklaşımıyla yazar Bosna ve Boşnak düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyor. – Nasıl yani? – Sırp retoriğini kabul ederek Boşnaklar’a Türk diyor. Çarpılırım diye kopya etmekten bile korkuyorum: ‘Boşnak kime deniliyor? Sırplara ve onları himaye eden Avrupalılara sorarsanız, Avrupa’ya İslam’i yaymaya çalışan Türklere deniyor.. Türk’ün Evladı, Biz Boşnak’ız ama Türk’üz de..‘ diyor bu mektupta! Yani, bununla Avrupa’da, Balkanlar’da, Bosna’da İslamiyet’i kabul etmiş yerli bir milletin varlığını inkar ederek, ‘Siz Boşnaklar Boşnak değilsiniz, Türk’sünüz, madem öyle bu ülkenin, toprağın sahibi de değilsiniz, ya gidin ya da sizi etnik temizleme ile yok edelim’ şeklinde çiğnenmekte olan İslamofobik tehdidi olumlu kılıyor. Bundan dolayı savaşlar çıkmış, kanlar dökülmüş, ilticalar olmuş, etnik temizlemeler, katliamlar, soykırımlar yaşanmış. Boşnaklar sahip oldukları toprakları koruyabilmek için topraklarının her avucunu kanla ve gözyaşlarıyla sulamış. Doğru, Aliya gibi benim için de ırk önemli değil. Ama kimsenin benim ırkım, ulusum, ülkem hakkında hüküm vermesine müsaade etmem. Bu toprak bizim. Bizim olmasaydı onun uğruna kan mı dökülürdü? Dinimiz, varisi olduğumuz medeniyyet aynı, amenna, bir ara ortak devlette yaşıyorduk. Sadrıazamlarımızın, şairlerimizin, müderrislerimizin, ordu komutanlarımızın geçmişine bakarsan, Boşnak, Arnavut, Türk, Arap, Kürt, Çerkezleri göreceksin. Irkçılık yapan mı vardı? Hayır, çünkü ulus kavramı ve ulusal devlet 19 ile 20 yüzyılın modası. O zamanlarda ortak devletin varlığı için herhangi bir ayrım olmadan çalışıyorduk. Evet, Müslim ve Gayr-ı Müslim tebası. Tek fark vergi ve asker yükümlülüklerinden ibaretti. Bosna’da ise Osmanlı fetihleriyle iskan olmadı. Hatta, yönetici olarak merkezde eğitim almış olanlar gönderiliyordu. Bogomil ecdadımız buralıydı. Her gelen ise bir süre kaldıktan sonra gitmiştir. Bu bir avuç toprakla uğraşmazdı. Sadece bizim için bu kadar önemli, bu kadar değeri biçilmez. Sadece biz burada bir buçuk yüzyıl kadar belirli aralıklarda sürgün, katliam, soykırımlara katlanıyoruz. Çünki yedek vatanımız yok bizim. Ne Asya’dan ne Afrika’dan geldik, ne Kuzey, ne de Güney bizim ana vatanımız. Bosna’dan da, İslam’dan da, Müslümanlık’tan da, İslam Medeniyyeti’nden de vazgeçmek istemiyoruz. Avrupalı bir millet oluşumuzdan da. Bir yere gitmeye niyetimiz yok.
Türk milletinin de sayısı yeterli, nüfusu sağlam, genç, burada kalan iki buçuk milyon Boşnak mı lazım?! Neye yarar ya? Birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz bu romantik ve hakikatten uzak ifadelerle mi korunmak isteniyordu? Birlik için ulusun bir olması şart değil. Birlik için ülkelerimizin bir olması da şart değil. Bir olmak için, birini sevmek için, birini anlamak, tanımak ve bilmek için insan olmak yeterli. Yaradan’dan ötürü yaradılmış’ı sevmek, sevebilmek için onu anlamak, tanımak, olduğu gibi kabul etmek, incitmemek. İnsan olmak yani.
Türk’ün Evladı,
Bize gelen rivayetler bundan ibaret.
Benden bu kadar, mührüm olmasa da, kuş dili bilmesem de, Kanuni, hatta Süleyman olmasam bile. Muhibb(iy)im.