Mübarek bir ay geçti, on bir mübarek ayın içine girdik. Şeytan yıllık izninden dönmüş, enerji dolu galiba. Geçen ay faal olmadıysa da vekili kendisini ispatlatmış. Daha doğrusu, bireysel ve toplumsal düzeydeki vekilleri. “Ümmetsel” de denebilir mi? Yoksa her sorun için kabahat Katar’da mı? Katar’ın develerinde ya da? Develerin dişileri mi daha suçlu, erkekleri mi? Kabahat Katar’ı destekleyen ülkelerde de olabilir, Al Jazeera izleyicilerinde de. Kabahatte kimin payının ne kadar olduğunu belirtmek lazım. Mesela, La Haye Savaş Suçları Mahkemesinde, Srebrenica soykırımında üç yüz kadar kişinin ölümü için Hollanda askerleri kısmen suçlu ilan edildi. Savaş zulümleri, savaş suçları da şirket mi oldu ki paylar olsun? Toptan ve perakende zulümler. Yüzde mi? Yoksa yargının yüzsüzlüğü? Yüzdesi ne kadar? Yüzde otuz falan derler.
Ekonomiden, paradan hiç anlamam, fakat sermayenin belli bir yüzdesine göre şirketlerdeki ortakların payı belirlenir. Savaş zulümleri de fakire edebiyatla uğraşırken bu küresel dünyada bir şirkete mi dönüşmüş? Ortaklar arasında sözleşme yapılır mı? Yapılırsa eğer, işin başlamasından önce mi, bitmesinden sonra mı, işin ortasında mı? Sistemi anlamıyorum da ondan soruyorum, cehaletimi mazur görün. Pay olur mu savaş zulümlerinde? Peki hepimizin dünyanın her tarafında ölen (daha doğrusu öldürülen) masum insanların ölümünde payımız olduğunu düşünüyor muyuz? Sürgünlerde payımız ne kadar? Ülkelerimizde seçimlere girdiğimiz, oy verdiğiniz kadar. Ve oy verdiğimiz kişilere göre.
Şimdi boynumu aşan bu meseleleri neden tartışıp duruyorum? İçimi kemiriyor, hafif ateşte canımı kavuruyor, bırakmıyor da… Altından kalkamıyorum. Tabii bunlardan dolayı çoğumuzu bu fani dünyada sorguya çekecek, yargılayacak bir mahkeme yok. Fakat bizi temsil edecek kimseleri seçerken aklıselimi kullanmadığımız için sorguya çekileceğimizden eminim. Hal hatır için, birini sevdiğimiz için, kankamızın amcaoğlu olmasından dolayı seçtiğimiz için veya sırf kendi ideolojik önyargılarımızdan seçmediğimiz için sorumluyuz. Fenada olmasa bile, bekada kesin. İş işten geçtikten sonra. Biz Boşnaklar etrafımızdakileri, “ulaşım dışında olmayanları” hor görmekten hoşlanıyoruz. Bir taraftan otoriteyi tanımıyoruz, öte taraftan “mademki bana selam veriyor, bana muhataptır, önemli biri değil” mantığından kurtulamıyoruz.
Bir fıkra var: Mostar’da Meha (Mehmed’in kısaltması) ölmüş, mahallede yayılmış bu ölüm haberi, Safa’nın kulağına bile gelmiş: “A Meha mı ölmüş diyorsun, hadi ya Meha kim ki ölsün.” Birine görev verirken, liyakatini değil, kendi açımızdan dinini, dindarlığını, ateizmini, light veya taş fırın Müslümanlığını, topluma değil şahsımıza yararlı olup olmayacağını düşünüyoruz. Ve bir türlü ilerleyemiyoruz.
Geçen gün bir belediyenin programına katıldım, genç biri belediye başkanı olmuş. Savaştan bu yana birçok belediye başkanı, birçok saçı sakalı ağarmış insan vardı aynı makamda. Bunların ardından bir şey kaldı ise, savcılıkta açılmış sorgulama, bitmemiş yargı süreci kalmış. Yapılar, altyapı çalışmaları falan göze batmamış. Genç başkan bir dönemi tamamlamış, ikincisine geçmiş, yani yeni oturmuş sayılır, kültür ve spor merkezleri yapmış, havuz mavuz, çocuklar için parklar, oyun parkları, sağlık ocakları, yollar… Bir de her şey modern semt mimarisiyle uyum içinde. Camisi ve kilisesi dâhil. Ondan önceki belediye başkanlarının da hemen hemen aynı bütçesi olsa gerekiyordu, fakat galiba bu genç tecrübesiz; yolsuzluk, rüşvet bilmiyor, açık arttırmalarda yüzdeleri alıp cebine indirmeyi öğrenmemiş, dolayısıyla ondan önceki başkanların hepsinden daha çok iş yapmış. Makama gelmeden şan şöhret edinmemiş, camide bile arka saflarda biri. Hani, camidekiler pek büyük işlerden anlamıyorlarmış. Büyük işler, yüksek siyaset biraz daha dünya gözü ve dünyevi tecrübe gerektirir diye kafa sallayanlar olmuş.
İşte bu genç hem genç, hem dindar, hem de başarılı çıkmış. Üçü bir arada, mümkün. Tecrübesizliğinden kaynaklanmış olsa gerek. İşine karışmış, görevini yapmış. Buna oy verenlerin sorumluluğu da var. Onu aday gösteren partinin de. Gayriihtiyari seçtilerse, tekrar sorumlular. Takım elbiseli yılda iki kere bayramlarda camiye giden light olanların değil, İslam, iman ve ihsanı bir arada yaşayan taş fırın Müslümanların her zaman beceriksiz, tembel, anlayışsız, sırf öz çıkarını düşünen, eş dosta yardıma koşan (rüşvet ve nepotizm müptelaları diye okuyun) önyargısını bozduklarından dolayı.
Belki şehrimizde benzer örnekler var. Belki bu genç belediye başkanı tek değil. Kalıba sığmadığı, özellikle sosyal medyadaki seküler, koyu dindar veya koyu milliyetçi nöbetçi eleştirmenlerin çizdikleri profile uymadığı için onu örnek gösterdim. Gençler arasında helal lokmayla beslenmiş olanların varlığına bir kez daha şahit oldum. Bunun gibilerin isimleri seçim listelerinde, müdür tayinlerinde olursa, daha çok zamanımızın putu/önyargısı kırılmış olacak. Bana-sana değil, geniş kitlelere yararlı olacak insanlara ihtiyacımız var. Genç olsunlar. Kötü şeyleri, haramları, rüşveti, nepotizmi, yalanları, diplomasi olarak adlandırdıkları çifte standartları tecrübe etmemiş olsunlar, kendi işlerine, görevlerine karışsınlar, yeter.