Seçmeli Boşnakçanın fayda ve zararları

Geçenlerde ilk bakışta sevindirici bir haber okudum: Türkiye okullarında müfredata seçmeli ders olarak Boşnakça dâhil edilecek. Yani, neden “ilk bakışta sevindirici” dedim diye sorarsınız, birçok sebebi var. Dilin ismi hakkında da tartışma da çıkabilir. Her ne kadar dilimizin Bosanski (yani Bosnaca) ve bu isminin dayanağı Saraybosnalı Molla Mustafa’nın Mecmuası yanında diğer kaynaklarda da Lisan-i Bosnevi, Bosnaca (bir ilahi) gibi kayıtlar mevcut olduğunu tekrar edip duruyorsak, bu dilin bu şekilde adlandırılması da dilsel sebepler ötesinde siyasi sebeplerden önemli olduğunu da vurgulamak isterim.

Boşnak, Bosna Hersek’te yaşayan bir millet; Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan’da yaşayan bir azınlık. Bu azınlıkların ana vatanı Bosna Hersek. Yani, Bosna’daki bir Ortodoks Sırbistan’ı anavatan kabul ettiği kadarıyla, Bosna’daki bir Katolik Hırvatistan’ı anavatan kabul ettiği kadarıyla, dilini Sırpça veya Hırvatça olarak adlandırma hakkını kullandığı kadarıyla, bizim de o kadar hakkımızın olmasını istedik. Dil bir ana, bir sığınak, en zor zamanlarda onun içinde sığınıp ısınıyoruz. Ama sözlüklere bu şekilde girdiyse, özellikle yabancı bir dilin söz hazinesine bu şekil bir anlamla girdiyse akan sular durur. Kaynak dilden hedef dile geçen bir sözcüğün anlamının da değiştiğini biliyoruz, sayısız örnekler gördük bu tartışılmaz. Özel isimler de apayrı bir dünya: mesela biz Wiena’ya Beç deriz. Ne alaka? Dünyada sadece Macarlar güzel Wiena’ya Beç derler, bir de biz onlardan aldık. Almanlara Nijemac (Niyemats) deriz, Almanya’ya da Njemačka (Nyemaçka). Hâlbuki bazı Osmanlı kaynaklarında bu Nemçe kavramına rastlamışım, fakat Almanya anlamında değil, Avusturya anlamında. Yani, sözlüklerde kavram olarak Bosnaca yerine Boşnakça kabul edildi ise, kalkıp da değiştirecek değilim. Hele de bir köşe yazısıyla.

Evet, sevindirici ifademe döneyim: Bu dersler Boşnak kökenli Türkiye vatandaşlarına yönelik. Burada ciddi bir şekilde endişelendim. Bu dersleri verecek yetişmiş bir kadro var mı? Yani bu öğretmenler Bosnaca eğitimi alanında uzmanlaşmış olmalı. En azından her iki dili doğru, imlasıyla, grameriyle, aksansız konuşup yazmalı. Şimdi kanayan yaraya geldik. Anadilini imlasına, gramerine uygun, bir de aksansız konuşan bir ortaöğretim hocasını ancak mumla ararsan bulursun. Tabii bu Bosnaca derslerini verecek hocalar Türkoloji mezunu değil, Güney Slav Dilleri mezunu olmalı. Çünkü farklı bir dil yapısını anlatacak, farklı dil ailesini, cümle yapısını, morfolojisi, her şey çok farklı. Keşke diyorum, keşke daha önce bir stratejik çalışma sonucunda Bosna’ya üniversite eğitimine gönderilen beş on öğrenci Bosnaca Öğretmenlik bölümünden mezun olsaydı, bir ikisi de Tercümanlık veya Tahsis ana bilim dalında okumuş olsaydı. Keşke birkaç yetenekli, çalışkan genç Türkçe ve Bosnaca eğıtimini beraber okusaydı. Üniversite mezuniyetinden sonra üç dört yıl boş bekler, öğrendiklerini unutur. Boş bekleyeceğine bir bölüm daha bitirsin, ne olacak. Bizimki kervan yolda düzülür misali. Önümüzdeki öğretim yılından bu seçmeli dersler başlatılacak vesselam.

Bizim Bosna’da, mesela şehirde temizlik ve diğer komünal işlerden sorumlu kamu kurumları için yıllardır geçerli bir cümle tekrarlanır: Falanca Kurum görevlilerini ocak ayının ortasında kar yağışı şaşırtmış. Hiç beklenmedik bir mevsimde beklenmedik bir olay. Her ocak ayının ortasında tekrarlanıyor. En düşündürücü mesele bu seçmeli dersin Boşnak kökenli TC vatandaşlarına yönelik olması. Burada hiç ama hiç şüphe yok, herhangi bir milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık söz konusu olmaz, olamaz da. Bu çocuklar, ebeveynleri de, dedeleri de Türkiye vatandaşları, kimileri yüz kırk yüz elli yıl, kimileri de elli altmış yıl kadar al sancak uğruna kanını dökmeye razı olduklarını göstermişlerdir. Bunlar artık Anadolu’nun bir unsuru, Anadolu’nun renklerini daha çok renklendiren bir unsur. Farklı giyim kuşamıyla, farklı yemek kültürüyle, uzun boyları sarı saçları renkli gözleriyle Anadolu’nun, Türkiye’nin güzelliğini göz kamaştırıcı güzellik yapan unsurlardan biri. Beni burada düşündüren, akademisyen kimliğimi endişelendiren mevzu şudur: Bugüne kadar Boşnak göçmenleri arasında korunan dil, kimlik, örf, adet, halk edebiyatı, giyim, yaşam, yemek kültürü, sünnet, nikâh ve cenaze üzerine yapılan geleneklerin araştırılmamış, bilimsel bir yöntemle kaydedilmemiş olmasıdır. Yani grameriyle, imlasıyla öğretilen dil eğitimi ile halk dili özellikleri kaybolur gider. Göçmenlerin ağız özellikleri kaybolur gider. Ağız derken, her yöreye özgü kelimeler, kavramlar, kültürel arası değişim sonucu olan kavramlar, hatta şu an Bosna’da dilin standartasyonu nedeniyle yeni nesillerde korunmamış kavramlar tamamıyla unutulacak. İlla ki kullanımına devam edelim demiyorum, kayda geçirilsin, açıklansın, zamane çocukları kendi kavramlarıyla yaşamaya devam etsin diyorum. Bir de böyle bir araştırma Bosna’yı, Bosna’daki Boşnakları, Sancak ve Karadağ’daki Boşnakları, Hersek, Orta Bosna ve Krayna (Serhat) Bölgelerini aydınlatacağı kadar, Türkiye’yi ve göçmenlerin geldiği, yaşadıkları her bir bölgeyi bir şekilde, zenginlikleriyle aydınlatacak.

Boşnak olarak bu kadar Boşnakları, Bosnacayı yazdım. Yoksa Arnavutça ve Arnavut göçmenleri ile ilgili düşüncelerim aynı. Peki ya Türkiye’de Romanların kültürü, dili, örf adetleri? Çerkesler, Abazalar, Gürcüler veya Lazlar gibi Karadeniz bölgelerinin, Kürt ve Zaza gibi Doğu Anadolu’nun yerli unsurlarını araştırmak çok önemli. Bir ayrımcılık yapmak amacıyla değil, asla. Kadim bir hoşgörü, bir kozmopolitizmin göstergelerini bilimsel yöntemleriyle gün ışığına çıkarmak amacıyla. Güzelliğin ancak çok renklilikle, bir renk uyumuyla mümkün olduğunu göstermek amacıyla. Renklerin, milletlerin, ırkların arasındaki değişimlerle. Bütünlük içinde yaşamlarıyla. Bilgilerin yerini efsaneler ve önyargılar alırsa, bu evlilikten sadece nefret ve ötekileştirme doğar.  Yanılmıyorsam, buna ihtiyacımız yok. Bu milli özellikler, bu güzellikler, farklılıklar, sadece bunları tanımalı, kaydetmeli. Tamamıyla bu global “fast-fashion” sanayisine kurban gitmeden, geç olmadan.

Burada bir mevzu daha olacaktı. Hakaret. Hak edilmeyen ve hak edilen hakaret hakkında hukukun hükümleri. Hakaret kanunu. Yoksa Kahar-et kanunu muydu? Yabancı liderlere hakaret yasağı kanunu kaldırılmış demokrasi meşalesini taşıyan bir ülkede. Yani ne demek bu? Yabancı bir ülke liderine istediğin kadar tükürebilirsin, küfredebilirsin, alay edebilirsin. Bir millet onu seçtiyse, ona da tükürmüş oluyorsun. Artık, bu yasak değil, yasak olmayınca fırsat bu fırsat. Demek ki bir patron yabancı bir lidere hakaret ederken ona oy veren kendi yabancı uyruklu işçisine de tükürür, hem de sayesinde para kazanır. Devlet de bu yüzüne tükürülmüş işçiden vergi alır, yüzüne tüküreni de korur. Peki bu, hakarete maruz kalan yabancı ülke liderine dokunur mu? Manen, duygusal olarak dokunabilir. Fakat fiilen, ülkesinde yurtdışında yazılan senaryolara göre yapılan yürüyüşler, terör saldırıları, darbe girişimleri, borsa sarsıntıları da dokunmadığı gibi dokunmaz. İt ürür kervan yürür misali. Kervanın milli iradesine, seçmen iradesine göre yürüdüğü sürece.

Benzer konular