Kurban olayım bayramı bayram edelim

Kabahat bende olsa gerek. Mantığım ve kültürüm anadilim üzerine kurulu, ondan. Eh, biraz da yaş sorunu. Yeni trendleri anlamıyormuşum. Nasıl anlamayayım, evet, yaşım belli, Google’a soran herkes bunu görebilir, sır yok, ancak bu teknolojik-virtüel dünyanın yeniliklerine baştan beri hep açıktım. Yine de eski kafa görüyorlar.

Rahmetli büyük halamın kayınpederi, çocukluğumdan hatırlıyorum, kunduracı Abdullah, rahmetli eniştem tek oğluydu, dokuz kızı vardı. Eski evlerde âdet olduğu gibi büyükler hep oğullarının yanında kalıyor veya oğullar baba ocağını tüttürmeye devam ediyorlardı. Neyse, altmışların sonu mu, yetmişlerin başı mıydı bilemiyorum, herkesin evinde elektrikli ocak-fırın vardı, sadece rahmetli Abdullah bu “gavur icadını” ölüm pahasına evine sokturmuyordu. Rahmetli halam da evin gelini olarak yaz-kış, her gün ocağı yakar; evin kahvelerini, yemeklerini, bolca gelen misafirler için ziyafetler pişirirdi. Orta Bosna’da bir kasabanın nadir entelektüellerinden biri, lise müdürlüğü yapan rahmetli eniştem de elektrik ocağı satın almış, babası dükkânda iken evin içine sokmuş, daha doğrusu kendi yatak odasına, ancak dede “gavur icadına” razı olmadığı için birkaç sene öyle bırakmış, hiç kullanmamışlar. İşte bunun gibi aile hikâyelerinde büyüdüğüm için her türlü yeniliğe açık kalmaya kararlıydım.

Eh, asıl konuya döneyim, yani bayramlara ve bayramlaşmalara. Özellikle kurban bayramlarına. Kültürümüzde (ve dilimizde) bayram kelimesi sadece Ramazan ve Kurban için kullanılır. Diğer bayramların, yani seküler toplumda kutlananların günlerin ayrı isimleri var: Yılbaşı, İşçiler Günü, Kadınlar Günü, Bağımsızlık Günü… Veya son birkaç yıl içinde icat edilen Âşıklar Günü veya Cadılar Gecesi… Bayram ayrıcalığı sadece Müslümanların iki bayramına özgü. Özel (veya tatil olan) günlerde tatil yapılabilir. Bir yerlere kısa gezilere gidilebilir. Komşu ülkelere mesela, bir Budapeşte, Viyana, Venedik, Dubrovnik gezisine. Çocukluğumuzda bu tatil günlerini bazen yukarıda zikrettiğim halamda geçirirdik (sayılı görümcelerinin aileleri orda iken, biz çocuklar da kalabalığın ne demek olduğunu bir görelim diye çok seviniyorduk). Ancak Ramazan günlerini, iki bayram günlerini hep evde geçiriyorduk. İşte eski kafalığım burada. Hâlâ da öyle yaşıyorum.

Kurban Bayramlarımı hatırlamak ve yaşamak

Kurban Bayramlarına gelince, eskiden kurbanlık koçları bahçeye getiriyorduk. Biz derken, rahmetli babam satın alıyordu, rahmetli dayım da bayrama kadar bakıyordu. Bahçemizde sırf Bayram arifesinde kullanılan küçücük bir ahır vardı, garajın altında. Dayım rahmetli olduktan sonra ahırı yıktılar, annemin arabası Bayram gününü sokakta karşılıyordu, koçlar ise garajda. Bayram sabahı bahçeye gelecek bir kasap bulmak oldukça zor oldu, rahmetli babam da bu pratik işlerden hiç ama hiç anlamıyordu: Ne kesimden, ne soymaktan, ne parçalamaktan. Dolayısıyla biz de büyükbaş kesmeye karar verdik. İneği, satın aldığımız çiftçinin çiftliğinde kesiyoruz. Daha rahat. Bir de yağlı diye, kokusu var diye koyun eti yemeyenler var ailede. Bir de evimizde, şükür, kurban sayısı seneden seneye artıyor, büyük baş kesmek daha pratik. Bu şekilde de birlikteliğimizi koruyoruz. Bir de kurban dağıtımı var: Üçte biri ihtiyacı olanlara, üçte biri eş-dost-komşu-akrabalara, üçte biri ise evde kalabilir. Kurbanımızda herkesin hakkı var. Dolayısıyla bu son “üçte biri” çoğu zaman bir parçaya düşer. Önemli olan kurbanını görmek, ona bir zahmet vermek. Artık kendi elimizle beslemiyoruz, doğru, ancak en azından satın alırken bir gidip kurbanla tanışmak, göz göze gelmek var. Etleri dağıtırken, biraz emek vermek, gayret göstermek var. Komşularımıza (ister Müslüman, ister gayrimüslimlere), akrabalarımıza, dostlarımıza, fakirlere elden kurban etinin parçasını verirken, bayram tebriğinden sonra, büyük bir tebessümle kapıdakinin gözünün içine bakarak içten bir ‘helal olsun’ demenin güzelliğini yaşamak.

İşte bu konuda çok eski kafayım. Bu güzelliği, bu mutluluğu kimseye vekâlet etmem. Çocukluğumdan beri (mademki tek bir ablam var, evin en küçüğü olarak) bu kurban eti dağıtımı benim görevimdi. Annem arabayla şehrin uzak semtlerine gidip oralarda oturanlara dağıtıyordu, bense komşulara. Şimdi oğlum (o da 23 yaşında) görevimi üstlendi. Bir kısmını kendisi dağıtıyor, bir kısmını ikimiz. İnsanların gözlerinden bakarak hallerinden anlamak. Önemli olan budur. Evliliğimizin 25 yıllık döneminde kurban götürdüğümüz birkaç evin kapısı kapanmış. Teyzeler, halalar Allah’ın rahmetine kavuştu. Birkaç dost da. Kapıları yerine mezarlıkları ziyaret ederken, mezarlarına uğrayıp selam veriyoruz. Veya mezarlığın ortasında, orada yatan dostlarımızın, akrabalarımızın hepsine birer Fatiha okuyoruz. Bize verdikleri bayram harçlıkları, evlerinde yediklerimiz baklavalar, börekler, yaş pastalar hayalimizde canlanıyor. Bu da bayram güzelliklerinden biri. Tekrar genç oluyoruz. Bayramlık elbiselerle, hafifçe ayağımızı vuran yeni ayakkabılarla, ellerimizde el işi bez örtüyle örtülü tepsi veya sepetle kendimizi kapılarda görüyoruz. Gözyaşlarımızı tutmaya çalışıyoruz, bu da güzel. Bizi biz, bizi insan yapan unsurlardan biri. Kapılarına gitmeye devam ettiğimiz çocukları, yeni dostlar, tanıdıklar var. Yine onların gözleri, onların halleri, onların “Allah kabul etsin” duaları.

Her daim evde kimse olsun duasıyla…

Oğlumun küçüklüğünde biri, “Neden onu da kurban dağıtımına götürüyorsunuz” diye sormuştu. “Bize bir şey olursa, başvuracağı, çalacağı kapıları bilsin. Bu kapıların arkasındakilerin de bir ihtiyacı olursa, oğlumuzu bilsinler” derdik. Rahmetli babam da aynısını yapardı. Anne-baba dostu, akraba, komşu az değil. Küresel köyü düşünüyoruz, bu güzeldir, ancak -Allah muhafaza başımıza bir şey gelse- küresel köyde yaşayanlar yetişene kadar evimiz de ocağımız da sönmüş olur. Komşuluk, akraba, eş-dost hakkı budur. İşte, benim eski kafalığım bunlardan ibaret. Bu yüzden ‘kimseyokmu’lara’ kurban bağışlarını anlamıyorum, vekâletleri anlamıyorum, çünkü çevremizde en katı et yemeyenler bile (bayramlar haricinde vejetaryen sayılabilen) Kurban Bayramında kendi kurbanının etinin tadına bakıyorlardı.

Hele de bir tıkla kurban, özellikle onu anlamıyorum. Güzelce internete giriyor, kredi kartından belirli bir miktar yatırıyorsun, dünyanın öbür ucunda bir yere ödeme yapıyorsun, oradaki vekâletini alıyor ve senin yerine kurban kesiyormuş. Hani, insanın gözlerine hiç mi bakmak yok? Hiç mi kendi kurbanın hizmetini görmek yok? Şimdi İbrahim Peygamber’i düşünüyorum. Acaba, kendi eliyle beslediği oğlu İsmail’i kurban etme emrini alınca, kesme vekâletini başka birine teslim etseydi, Allah kendisine koç gönderir miydi? Oğlu İsmail’in hayatını bağışlar mıydı?

Bir tıkla ibadet

Yıllar önce Japonların kendi yakınlarının mezar ziyaretine internet üzerinden gittiklerini, hatta parsellere kadar gidip orda (kendi odasında iken) dua ettiklerini okuduğumda ürktüm. Acaba, biz de bir gün internet üzerinden büyüklerimizin mezarlarını ziyaret edeceğiz, çocuklarımız, torunlarımız arkamızdan dua edecekler mi? Bayramlarda, yani yılda iki kez olsun bari mezarlarımızı ziyaret edecek kimse olmayacak mı? Orada, yanımızda, bize bir Yasin veya Fatiha okuyacak kimse olmayacak mı? Yoksa ilk kuşak sanal dünyada mezarlarımızın yerini bilip, bir sonraki kuşak hem varlığımızı, hem arkamızdan okunacak duayı mı bilmeyecek? Allah muhafaza. Ömrümüz boyunca sarf ettiğimiz emek boşa gider. Kitaplarımız, yazdıklarımız, düşündüklerimizden fayda olmaz.
Dolayısıyla, olduğum gibi, günahkâr, gafil, ibadetlerimi sanal dünyadaki tıklara havale etmiyorum. Afrika’da açlar var dersiniz. Asya’da da. Onların da hakkı vardır. Ancak Kurban Bayramı dışında. Ve kurbanım dışında. Bu kurban, bizim kurbanlarımız, komşularımızın, dostlarımızın, tanıdığımız ihtiyaç olanların hakkı. Hal hatır soracağımız insanların, onlara kurban etinin parçasını helal edeceğimiz, onlardan “Allah kabul etsin” duasını alacağımız insanların hakkı. Gözlerine, hallerine bakacağımız insanların hakkı. Unutmak da, unutturmak da istemiyorum.

Kurban Bayramınızı sağlık ve afiyet içinde geçirmenizi, bayramınızın bayram, kurbanınızın kabul olmasını temenni ediyorum.

Benzer konular