Kosova ve Sarı Saltuk mitosları arasında Bosna

La Haye mahkemesinde yargı süreci devam eden savaş zulümleri zanlısı Sırp Ordusu Genel Komutanı Ratko Mladiç, askerleriyle Srebrenica’ya girdiğinde, yani BM tarafından korunan bölgeyi işgal ettiğinde, kameraların önünde ilk sözü “Şimdi Türkler’den Kosova intikamını alıyoruz” anlamındaydı. Hâlbuki 11 Temmuz sonrası günlerde, çoğu Boşnak, birkaçı Hırvat toplam 8732 kişiyi katlettiler. Ancak tarihsel gerçekler yerine mitos üzerine kurulan ırkçı şuur bir soykırım yapabilir. Bu mitosların sonucu Türkofobiden başka bir şey değil. Bu da yanlış bir ifade, mademki Türk kavramı halk arasında yaygındı, gerçeği temsil eden kavram ulus üstü, kozmopolit Osmanlıdır, yani Osmanofobi olacaktı. Diğer taraftan tarih kaynaklarına bakılırsa, Osmanlı’nın idari politikasına, millet ve cemaat unsurlarına; dil, din ve ifade özgürlüklerine de bakılırsa, fobinin ortada olması için herhangi bir neden yok. Yani, Osmanlı fethettiği bölgelerde tebaasına din ve dil özgürlüğünü bırakıyordu, sadece toplumun belirli gruplarından alınan vergi miktarları ve askerlik yapma, seferlere gitme yükümlüğü farklıydı.

Bu konularda rahmetli usta Halil İnalcık, Kemal Karpat, İlber Ortaylı, Uzunçarşılı ve diğer tarihçiler belgeler, arşivler, kanıtlar üzerine dayalı sayılı kitaplar yazmış, artık bu herkesçe malum. Fakat nefreti olumlu göstermek gerekiyorsa, nefret kavramı fobi (korku) kavramıyla değiştirilir, iş tamam. Fobi ismini taktığın nefretin kaynağını kanıtlamak gerekiyorsa, o zaman devreye mitos girer. Mitosla yıkanmış zihinlere her şey yutturulabilir, mitosu gerçek kabul edenler her emre tabidir. Bu şekilde Osmanlı Türklerinin dindaşları Boşnaklar, Sırp intikamının kurbanı oldu. Srebrenica’da işlenen savaş suçları Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesinde soykırım olarak algılandı, yargılandı. Hâlbuki Prijedor, Doğu Bosna, Doğu Hersek bölgelerinde de hemen hemen aynı şeyler yaşandı. Sırp mitosunda Osmanlı, yani Türkler, yani Müslümanlar, onlara da zulümler yapmış. Mitos diyorum, çünkü ne Osmanlı belgelerinde, ne de Batı kaynaklı belgelerde zulümler hakkında, hele de soykırım hakkında herhangi bir ipucu bulamazsınız. Bu yüzden fobiyi yaratmak amacıyla nefretin mazereti olarak mitos kullanılmıştır.

Neyse, son zamanlarda Saltukname tekrar gündemde. Hatta Bosnaca, Sırpça, Hırvatça tercümesi. Sarı Saltuk’un akıncılar öncesi gönül fethine giden bir seyyah derviş olduğunu biliyorduk. Hatta Balkanlarda birkaç yerde makamı bulunur. Diğer taraftan, yine de mitos üzerinde kurulmuş, Sarı Saltuk’un yaşadığı dönemden en azından iki yüz yıl aralıkla yazıya geçirilmiş Saltukname onu kahraman, hatta bazen acımasız, kabadayı, dinini kabul etmek istemeyeni tak diye kılıçtan geçiren biri olarak gösteriyor. Yavaş be oğlum! Sultan Mehmed Fatih İstanbul’u fethettiğinde yerli Rumları koruma altına almadı mı? Bunu gösteren belgeler yok mu? Sultan Mehmed Fatih Bosna’yı fethettiğinde Fansiskiyen rahiplere verdiği fermanda dini özgürlüklerini tanımadı mı? Onları da koruma altına almadı mı? Belge ortada, bir el yazma nüshası Foynica’daki Manastır’da korunmuyor mu?

Saltukname bir halk edebiyatı unsuru olarak ortaya çıkmış, halk hikâyeciliği, destanımsı özellikleri gün gibi ortada. Şimdi bir gönül fethine giden derviş Hıristiyan önderleri bir araya getirip İslamiyet’i telkin ettiğinde kabul etmeyen herkesi kılıçtan geçirir mi? Bunu yaptı ise, ne Peygamberimizin, ne önceki peygamberlerin ümmetinden olanın, ne de O’nu izleyen kimsenin örneğine göre yapabilmiş. Saltukname’de Server destanımsı bir kahraman, halk arasında milli gururu, savaşçı ruhu güçlendirmek, seferlere giden sıradan askere moral vermek için şekillendirilmiş bir kahraman. Evet, bazı gerçek yer isimleri, mekân tasvirleri metnin içinden geçiyor. Bazı gerçek olayların da bir şekilde destana girmiş olması mümkün, kabul edilebilir. Fakat bu metni tam olarak belge niteliğinde değerlendirilmek yanlış. Mesela, aklıselim kullanırsak, orada bu baş kesmeler ve bunun gibi zulümler söz konusu olunca, hele de bir miktarı 500 yıllık Osmanlı hâkimiyeti altında devam etmiş olsaydı, 1992-96 arasında Boşnaklar üzerine katliam yapacak kimse olmazdı. Kosova’da da Arnavutlara karşı farklı farklı haksızlıklar yapacak kimse kalmazdı. Dolayısıyla, bunun gibi içeriklerle kimin ekmeğine yağ sürdüğümüzü de düşünmemiz lazım.

Benzer bir örnek vereyim, savaş sırasında bazı Arap-mücahit kılıklı kişiler Sırp veya Hırvat askerlerini veya sivillerini katlederken böbürlenerek videoya kaydetmişler. La Haye Savaş Suçları Mahkemesi’nde Boşnak tarafının da savaş zulümlerini yaptıklarına ait delil olarak kullanılmış bu kayıtlar. Sorumluluğu olaylardan habersiz Bosna Hersek Ordu komutanları üstlenmiş. Hâlbuki bu iki el parmağıyla sayılabilen mücahit kılıklı kişiler emirlerine tabi değildi. İspatlat mümkünse. Doğru, bu zulümler, Bosna Hersek ordu mensupları, Boşnaklar tarafından işlenmemişse bile, Bosna Hersek bayrağı altında gayri resmi işlenmişse bile, yüzümüzün karası oldu. Fakat gerçekliği ispatlanmamış mitosu gerçek olarak kabul etmek, onu şu anda gündeme getirmek ayaklarımıza, medeniyetimizin ayaklarına kurşun sıkmasıdır. Veya bizim bir atalar sözünü tercüme edeyim: “Akıllının utandığı, ahmağın iftihar ettiğidir.”

Bu arada, gündemde olan La Haye Mahkemesinin Sırbistan hakkında soykırım kararının revizyonu söz konusu olunca Türkiye Cumhuriyeti resmi temsilcileri tekrar gerçeğin yanlısı olduklarını göstermişler. Barış Uygulama Konseyi Yönetim Kurulu Toplantısında, TC Büyükelçisi, davanın revizyonunun siyasi değil, hukuki ve adli olduğunu hatırlatmıştır. Ekselansları Haldun Koç, milletimin adına teşekkür etmeye yetkim yok. Bu yüzden, can u gönülden, kendi adıma teşekkür ediyorum. Elimizde belgeler, kanıtlar, somut gerçekler varken, yapay siyasi yumuşatmalara, sulandırmalara, ortalığı karıştırmayalım diye zulümlere göz yummalara, efsanelere, mitoslara hiç de hiç gerek kalmaz. Bu dünyevi suçlar için verilecek cezalar önemli, hakikatler önemli, sadece geçekler ortaya çıkınca geçmişimizle barışabiliriz. Biz Ademoğulları, Boşnaklar, Sırplar, Hırvatlar, Arnavutlar, Müslümanlar, Ortodokslar, Katolikler, Yahudiler, agnostikler, ateistler, Ademoğulları.

Bekada ise her suçun cezası verileceğine, ismimin Amina olmasından daha çok eminim. Adil olan, Kadir olan, Alim olan, Semi’ olan, Rahim ve Rahman, Celal ve Cemal olan O’dur.

Huzur, barış, adalet temennisiyle, cümlenizi saygılarımla selamlıyorum.

Benzer konular