İçimdeki gündem

Merhaba. Bizdeki yenilikleri merak ediyorsunuzdur. AB üyeliğine aday adaylığımız kabul edilmiş. O ne demek diye sorarsanız, Güney Avrupa’nın Avrupa içinde olduğunu ispatlama süreci. Belirli şartları, kanunları yerine getirmek… Ölme eşşeğim ölme misali. Bunlar da gerçekleşene kadar kim bilir kimler orada kalacak. Brexit çıktı. Orada benim gibi sıradan insanların yapacağı bir şey yok. Değiştireceğim de yok. Bir ümit de beslemem.

Bu “b-r” birlikteliği uğursuzluk getiren bir şey miymiş? Brexit’ten sonra “Br-Angelina”… Kim kimi bırakmış önemli değil. Magazin severler gözyaşına boğulmuş olmalı. Halep’te öldürülen çocuklar anonim, bir kere beyaz perdede isimlerini görmedik, hiçbir zaman da duymayacağız. Bu yüzden mevcut aklımızla ve mevcut gönlümüzle Brad ile Angelina’nın boşanmasına ağlayalım! Hadi, hep birlikte, cezbelenelim. Toplu histeriye dalalım, konzümerist küresel köyün bataklığında yüzerken sıcaklık hissettiğimizde, bu sıcaklığın ne gökyüzündeki güneşten, ne de yeraltındaki şifalı sulardan geldiğini anlayalım bari. Mahiyeti kokusundan belli. Önemsiz der geçeriz, zamanımıza ayak uyduralım.

Geçen hafta küçük entitede referandum bitti. Kendi çalıp kendi oynadılar. Anayasa Mahkemesi’nin yasağına rağmen. Bir entite Cumhuriyet Gününü kutlayacakmış! Entite Başkanı Dodik, sanık olarak Anayasa Mahkemesi’ne davet edilmiş. Umurunda mı? İt ürür kervan yürür. Başka ne diyeyim.

Bu hafta sonu yerel seçimler var. Belediye seçimleri yani. Belediye başkanları, meclis üyeleri seçilir. Bağımsız adaylar, isimlerini bile bilmediğim sayılı parti sayılı adayları, herkes direklere fotoğrafını asmış, her reşit olanın seçme ve seçilme hakkı var, ciddiye almışlar. Yetenek Sizsiniz misali, reality show yerel siyaset sahnesinde var gücüyle oynuyor. Hayatlarımızı, yaşadığımız ortamın alt yapısını doğrudan ilgilendirmezse, ben de kahkahalarla gülerdim. Allah Kadir, O yarımız ve yardımcımız olmasa, selamet vermese, yandık.

Bu hafta Saraybosna’da MESS Tiyatro Festivali başlıyor.

Akşamleyin kaloriferleri yakmaya başladık. Havalar soğudu artık.

Hicri 1438 senesine giriyoruz. Aşure de yaklaşıyor. Bosna’da aşure yapılır mı, yapılır. Herkes yapar mı diye sorarsanız, hayır. Bosna söz konusu olunca herhangi bir genelleme mümkün değil. Baştan söyleyeyim. Ne herkes çalışır, ne de her bir doçentin üniversitede yeri var, ne herkes eğlenir, ne de herkes ağlar, ne herkes Müslüman, ne herkes Hristiyan, ne herkes ateist, ne herkes agnostik, ne herkes güzel, ne herkes çirkin, ne herkes asil, ne herkes hırbo, ne herkes dürüst, ne de herkes alçak… Burası Nuh’un gemisi gibi, her çeşitten örnek var. Burada Bosna ve Hersek var, ancak kültürümüzde herkes kelimesi bence gereksiz. (Bu arada, fıkrasız olmasın köşemiz. Bizim Muyo ölmüş, cenazesini kılmışlar, defnedilmiş, sual melekleri yanına geliyor, hani onlar da şaşkın, Muyo aniden gelmiş… Muyo, galiba henüz programlarında değilmiş. Zor sorulara geçmeden, ortalık biraz ısıtsın diye: “Muyo ya, sen nerden çıktın bu vakit ya?” “Doktordan” “Nasıl yani doktordan” “İyi, güzel, doktordan, bildiğiniz muayenehaneden” “Ee, nasıl oldu?” “Valla ben de pek bilmiyorum, geldim, doktor otur dedi oturdum, şu kulaklıklı zımbırtı göğsüme değdi, ‘Nefes al’ dedi, aldım, ‘Nefes ver’ dedi, ben de uslu bir hastayım, verdim, işte böyle geldim.”

Herkes ölecek, herkes hesap verecek, bu tek doğru. Ve tek gerçek. Gerisi herkesin kafasına göre. Hicri yılbaşına dönelim… Bugün tehcirde olan ümmetin birey ve topluluklarını düşünüyorum. Daha çok para, imkân, güç elde etmek isteyenlere muhacir demem, hayır, sırf canını kurtarmak ve bir parça ekmekle gününü geçirmek için hicret edenleri kastediyorum. İsimlerini bilmediğim ve hiçbir zaman öğrenemeyeceğim, sayı olarak, istatistik veri olarak hafızamda tutmaya usandığım, bir zerre yaşam bulma ümidiyle yollarda ölen, Ege’de boğulanları. Sırbistan, Makedonya parklarında bu kışın soğuklarını karşılayan sıcak iklimlerin sakinlerini. Onlara ciddi bir şekilde yardım edemediğimi, onlar için hiçbir şey yapamadığımı. Fahr-i Âlem’den de sadık dostlarından da ne kadar uzak olduğumu. Unutmak için evimde hazırlıklar başlıyor.

1 Muharrem akşamı evlerde (tabii sadece Hicri yılbaşını özel gün olarak kabul edenler için geçerli) helvalar yapılır. Un veya irmik helvası. Helva kokusu evin içinde hissedilsin. Kimi eve o gün erzak da getirir. Pirinç, bakliyat, şeker, bal… Sene bereketli olsun diye. Kimi oruç tutuyor; yılbaşı arifesiyle Muharrem’in ilk günü ya da on gün. Ve kimse kimseye karışmıyor. Karışsa da ne gezer. Bu da herkes için geçerli. Aşure’ye hazırlıklar (burada aşure komposto gibi yapılır, 7 ile 77 çeşit meyve, kuru yemiş, bakliyat ayrı ayrı hazırlanır, haşlanır, kavurulur ve dualarla karıştırılarak ikram edilir, konu komşuya dağıtılır).

Birer düşünme fırsatı. Hani, bu kadar çeşidi farklı farklı şekilde hazırlarken kimseyle oturmak, tartışmak, entelektüel performansınızı göstermek, sosyal olmak zorunda değilsiniz. Kendi kendinizle yüzleşmeye vaktiniz olur. Zamanımızın Kerbelalarını, çöllerde susuz kalan şehitleri düşünmeye. Onları farklı bayraklar altında ve farklı hilafetler adına şehit eden gözü kör cahilleri görmeye. Zamanımızın Kerbelalarının susuzluğunun belli bir mekanın coğrafi özelliklerinin değil, şifalı kaynakların, taze su pınarların nerde olduğunu unuttuğumuzun, hatta kendi elimizle gösterişli yapılarla örttüğümüzün neticesi olduğunu anlamaya. Ruhun ve maddenin tabiatı karşısında biz, kendimizi ümmetten sayan biz, kazan kaldırdığımızı kavramaya. Zamanımızın Nuh’unu ve gemisini tefekkür etmeye. Aramaya. Bulmak, gemisine binebilmeyi hak etmek için çaba sarf etmeye. Kesintisiz dua ve zikre. Maddeden manaya kadar, sevgiden bilgiye kadar, lokmadan anlayışa kadar, bize verilenleri bereket eliyle etrafımıza dağıtmaya. Ancak bu şekilde kurtuluş gününü göreceğimizi anlamaya.

Hicri 1438 yılınızı mutluluk, iyilik ve kalp temizliği getirmesi, hepimizi dayanamayacağımız sınavlara tabi tutmaması dileğiyle selamlıyorum.

Benzer konular