Hepimizin güç kaynağı olduğu gibi, zayıf noktaları da var, biliyoruz. Güçlü olanlar sevilir, sayılır, kimi ondan korkar, kimi fırsatçı olup faydasını bekler. Her neyse, güçlü olana kimse dokunmaz. Güçlü olduğu müddetçe. Güçlü olanlara haset edenler olmazsa olmaz. İşte bu yüzden zaaflarını araştırır, tuzak kurarlar. İster devlet, ister ulus, ister bilim adamı, ister iş adamı, ister avamdan güçlü bir birey olsun, her zaman onu kıskanan, ona haset eden, zaaflarını araştırıp daha çok zayıflatmaya çalışan var. Birinin gücü oranıyla ona karşı duyulan haset, nefret, kıskançlık ölçülebilir. Yeni bir şey söylemiyorum. Etrafımıza baktığımızda, özümüze baktığımızda, doğayı, cansızı, canlıyı incelediğimizde hep aynı tablo çıkıyor önümüze. Gönül gözü açık olanlar bu tablonun her boyutunu net görürler.
Eh, etraftaki insanlara, olaylara, doğaya bakmak biraz zor, hem de içinden işaretleri okumak, ayetleri okumak. Özümüze bakmak daha da zor. İncitici. Bu yüzden kurgu dediğimiz filimler, hikâyeler, romanlar ortaya çıktı. Kıssadan hisseler, derin mesajlar içerenleri kast ediyorum. Bazen mizah dolu olurlar, bazen dramatik, ama her seferinde de macera dolu. İşte bu yüzden kurgu bildiğimize bakmak daha kolay. Bizi doğrudan ilgilendirmiyor, canımızı acıtmıyor, el âlem “Hah! Bak bu film, bu roman, bu hikâye falancanın zaaflarını, ayıplarını, kötülüklerini açıklıyor” diye parmakla göstermez bize. Kendimizi tanırsak, içimizden bir ah çekiyoruz, bir yutkunuyoruz, bazen de ağlıyoruz. Ve geçiyoruz. Ağlamak güzel, rahatlatıcı. Denizde, havuzda yüzmek gibi. Gözyaşlarımız kuruyunca her şey biter, unuturuz. Vücudumuza havlu değince, kurulanınca, ferahlık geçer gider. Bizi aynı ter kokusu, aynı pisliğimiz kaplar. Çünkü içimizdeki zaaflara şahit olduktan sonra düzelteceğimize unutmaya çalışırız. Hâlbuki arınmak lazım. Çünkü kimse güçsüz olanları sevmez, saymaz. Bir iki saniye için acır, sonra çürümeye bırakıp gider.
Kurguya döneyim. Samsun’u hatırlıyor musunuz? Yok, Türkiye’nin şehrini değil, sigara markasını da düşünmüyorum. Hani, gücü, kuvveti saçlarında olanı. Gücünün kaynağının saçlarında olduğunu sevgilisi Dalila’ya ifşa edeni. Veya saçlarını sevgilisi hatırına kurban edeni. Gücünün kaynağını ifşa edene kadar yenilmez olanı. Eh, o işte. Kendi gücünün kaynağını ifşa eden, onu kurban edebilen maddi ve manevi düşmanına yenik düşer. Güç kaynağı, Kâmil ve Kadir olan güçlülerin en güçlüsü değilse. İsimlerini, sıfatlarını kendi günahlarıyla, kendi dünyasında beş paralık etmese. İster şah olsun, ister geda. Samsun’un saçları süs değildi. Evet, belki kadın gözüne çarpardı saçlarıyla, ama bu saçların mahiyeti, özü güzellikten ibaret değildi. Gösteriş unsuru değildi demek istiyorum. (Kasıtlı olarak görülen geçmiş zaman kipi kullanıyorum, bir kurgunun unsurlarını anlatırken. Dil ve üslup kurallarına aykırı olmasına rağmen, anlattığım konuya emin olduğumu, şahit olduğumu göstereyim diye.) Hani, tekrar bize döneyim derim. Biz, Müslüman, mümin olarak gizli ve açık beyan ettiğimiz, vurguladığımız gücümüzün kaynağını çoğu zaman gösteriş olarak kullanmıyor muyuz? İşte, yazımın asıl hedefi, sizlerle bu konuda dertleşmek. Örtümüzün, sakalımızın, namazımızın, zikrimizin, ibadetlerimizin, yazılarımız, kitaplarımızın asıl mahiyetini sorguluyor muyuz kendimizle hesaplaşırken? Yoksa gücümüzün kaynağını süs olarak piyasaya mı çıkarıyoruz?
Gücünü gösteriş için yıpratmayan birine ihtiyaç olduğumuzu bir önceki sayıda yazdım. Konudan biraz uzaklaşıp çocukluk sokaklarımıza döneyim. Uslu, temiz, gözlüklü çocukları koruyan mahallenin Robin Hood’larına. İşte bu mahallenin çocukları arasında, güçsüz olanlar için canını da, vaktini de feda edecek olanlar olduğu gibi, güç gösterisi yapanlar da oluyordu. Hani, merak etme, yanındayım, varım deyip gerçek tehlike yaklaştığında kayıplara karışan. Hatta kendilerinden zayıf olanlara saldıranları da tehdit edecek veya saldıracaklarını tahmin ettiklerinde onlara tekme vurup kayıplara karışacak olanlar. Halbuki, şiddet gösteren mahalle çocukları en çok o zaman azarlar. Ve zayıflara türlü şiddet, türlü işkence uygularlar. Koruyucusuna güvenen çocuk hazırlıksız yakalanır, dayak yer. Harçlığı da gider, ders kitapları, kalemleri, bisikleti, topu, ne varsa gider. Ve yapayalnız kalır hayal kırıklığıyla. İşte, çocukken, bu şiddete meyyal mahalleli hırbolardan korktuğum ve aynı zamanda uzak durduğum gibi, güç gösterisi yapanlardan da uzak durmaya çalışırdım. O tecrübesizliğimle tanıyabildimse tabii.
Yaş ilerledikçe, mahallede bu kas gücü dönemi geçti, laf gücüne dönüştü. Somut eylem gücüne de.
Büyüdüm, yetiştim, olgunlaştım demem. Yaş ilerledi. Herkesin yaşı ilerliyor, fıtratı kalıyor. İstisnalar nadir, Yol’da, Matbah’ta pişmiş olanlar. Bunlardan olduğumu da iddia etmem. Seferde miyim, yolda mıyım, turist miyim artık ben de bilemiyorum. Ortalığı gözlemliyorum, gözlerim açık, aynı anda etrafıma ve içime bakmak istiyorum. Bakmak benden, görmek güç kaynağımdan.
Güçlü bir dosta, mahallenin Robin Hood’una ihtiyacımı fıtratımda korudum. Sevmeyi seviyorum. Yakınlık duymayı da. Birlikse, masiva ile birlik olmaz. Birlik sadece O’nunla. O’nunla birlik olunca masiva ortadan kaybolur gider.
Hadi artık dilindeki şu düğümü çöz, ne demek istediğini söyle, kimsenin ucuz rumuzatlarınla uğraşmaya vakti yok Amina! Kendine söyle, başkasına da söylemiş olursun. Kendini düzelt, başkasına da örnek olursun. O zaman başkası, gayrı kalkar gider. Sen de, senlik de gider. Yalnız O kalır.
Dost olmak istersen, gösteriş yapma, güç gösterisi yapma, sahip olmak istediğin kimseye/nesneye lazım olduğun anda yardıma koş. Ânı da, kişiyi de, durumu da anla. Yoksa sahneden çekil.
Robin Hood’luğunu iftar konvoyları için değil, sahiplendiğin kimsenin seni iftar sofrasına davet edebilmesi için destekle, elindeki imkânları kullanarak somut yatırımlarla ispatla! Toplu sünnet, müzik /sema/mehter gösterileri gibi panayırlarla değil, düğün sofralarına fahri konuk olarak seni davet edebilmesine kadar sahip çık. Gerisi boş laf. Boş laflarına sırtını dayayan, takdir ettiğini iddia ettiğin dostunun zaaflarını düşmanlarına ifşa etme. Yoksa, evet, destekliyorum, sahip çıkıyorum, ama sırf keyfimi çıkarıyorum diye itiraf et. Sana diyorum, Amina, bir kurgu kahramana değil. Gözün açıksa, bakmak istersen, görme kabiliyetini güç kaynağından alırsın. Çünkü O kimsenin ellerini boş bırakmadı. Ve evet, gücünün kaynağını, gücünün sırrını kimseye kurban etme, kimseye satma, o taviz konusu olamaz. Ser pahasına.
Allah gerçek dostun gücünü daim, kaim ve gerçek kılsın. Ona yar olsun.