Saraybosna’da çalıştığım üniversitenin görevli bulunduğum Şarkiyat Enstitüsüsü, 510. doğum yıldönümü münasebetiyle Sokollu Mehmet Paşa ve aile mensupları hakkında bir sempozyum düzenliyor bugünlerde. Geçtiğimiz mayıs ayında Sokollu Ferhad Paşa’nın Banya Luka’da yaptırdığı cami, Türkiye’nin de desteğiyle yeniden yapıldı ve açıldı. Vişegrad’da ise Sokollu Mehmed Paşa’nın yaptırdığı meşhur Drina Köprüsü TİKA desteğiyle restore ediliyor, çalışmalar bitmek üzere. Ancak bu yazımda ne Osmanlı paşalarını, ne de evkafları yazacağım. Bu yazımda Bosna edebiyatını köşeye sıkıştırmaya çalışacağım. Gerçi, Bosna’da pek Bosna edebiyatı, özellikle 20. yüzyıl edebiyatını yazmıyorum. Bir Türkoloğun haddi değil ki. Maalesef, Bosna’da Türkçe bilen, Bosna Hersek edebiyatında uzmanlaşmış akademisyen yok, Türkiye’de ise dilimizi çok iyi bilen ve bu konuda uzmanlaşmış bir akademisyen yok. Eh işte, benimki de idare eder.
Sizinle bir sevdalinka’yı paylaşayım. Sevdalinka nedir diye sorarsanız, Ayşe Kulin’in romanı değil. Yani Sevdalinka adında mezkur yazarın da bir romanı var ama o bizim sevdalinka değil. Olamaz da. Sevdalinka şiirdir. Halk şarkısı olarak söylenen hüzünlü bir edebiyat ve müzik türü. Çıplak sesle, tambur veya saz dediğimiz bağlama eşliğinde, Avusturya Macaristan döneminden bu yana akordeon eşliğinde söylenen bir edebiyat ve müzik türü. Bir öğretmen ilkokulda bir çocuktan sevdalinka tanımını istemiş. Öğrenci de, “Babamın gözyaşları içinde söylediği şarkı” diye yanıtlamış.
İşte, Mehmet Paşa’yı anlatan bir sevdalinkanın aslı ve tercümesi:
Mehmed-paša tri cara služio
Devet kula blaga zaradio
Pa je stao mislit, razmišljati
Kud će tol’ko blago dijevati.
Il’ će blago sirotinji dijelit
Il’ će blago popiti u vinu
Il’ će blago baciti niz Drinu
Il’ će gradit po Bosni hajire
Da sa Bosna u pjesmi spominje
Aman, aman jaša, jaša Mehmed-paša
Nit će blago sirotinji dijelit
Nit će blago popiti u vinu
Jer je vino car zla svakojaka
Nit će blago baciti niz Drinu
Već će gradit po Bosni hajire
Nek se Bosna u pjesmi spominje
A najprije na Drini ćupriju
Nek se Bosna u pjesmi spominje
Aman, aman jaša, jaša Mehmed-paša
Mehmed Paşa üç hünkara hizmet etmiş
Dokuz küle mal, mülk de kazanmış
Düşünmeye, taşınmaya dalmış
Mal-mülkünü nereye dağıtsın
Ya malını fakire dağıtsın
Ya malını şarap içre içsin
Ya malını Nehr-i Drina’ya atsın
Ya Bosna’da hayırları yapsın
Şarkılarda Bosna zikredilsin
Aman, aman yaşa, yaşa Mehmed Paşa
Ne malını fakire dağıtır
Ne malını şarap içre içer
Çarap çünkü her şerrin hünkarı
Ne malını Nehr-i Drina’ya atar
O Bosna’da hayratları yapar
Şarkılarda Bosna zikredilsin
Öncelikle Drina Köprüsü’nü
Şarkılarda Bosna zikredilsin
Aman, aman yaşa, yaşa Mehmed Paşa
(Dinlemek isterseniz, Himzo Polovina’nın kaydını bulmanızı tavsiye ediyorum)
İşte bu Mehmet Paşa’nın yaptırdığı Drina Köprüsü. Yüzyıllarca dayanmış, fakat son savaşta Sırp nefretiyle harmanlanmış silahların büyük tahribatına uğramış Vişegrad’daki Drina Köprüsü. Size tanıdık geliyor tabii ki. Onu başka bir eserden biliyorsunuz. Edebiyattan. Hem de Nobel ödülünü almış edebiyatçıdan. İvo Andriç, Türkiye’de bilinen yazarlarımızdan biri. Hatta yıllar önce, hayranlıkla okuduğum kalem ustası Sezai Karakoç’un Drina Köprüsü üzerine yazdığı denemeyi okuduğumda biraz şaşırmıştım. Tabii bugün bu denemenin içeriğini tam hatırlamıyorum, ancak bende uyandırdığı şaşkınlık duygusu hâlâ duruyor. Ustayı eleştirmek haddim olmaz, haşa, fakat beni şaşırtanın ne olduğunu anlatayım: Doğru, Andriç gerçekten bir roman ve hikâye ustası. Büyük yazar. Bir Edebiyat Nobel’i sahibi olarak dünyanın her yerinde tanınmayı hak ediyor. Ona itirazım yok. Yani, bu konuda Bosna edebiyat tarihçisi merhum hocamız Muhsin Rizviç’in “Bosanski muslimani u Andricevom svijetu/ Andriç’in Dünyasında Bosna Müslümanları” kitabındaki açıklamalara katılıyorum. Kendisi de estetik açıdan Andriç’i eleştirmiyor. Ancak İvo Andriç’in eleştirilecek açısı etik niteliğinde. İşte benim şaşırdığım, Karakoç ustanın Andriç’in bu etik eksikliklerini fark etmemesi.
Meşhur romanından çok daha önce yazdığı ve 1924’te Wiena Üniversitesinde savunduğu “Türk hakimiyeti etkisi altında Bosna’da manevi hayatın gelişmesi” başlıklı doktorasında da oryantalist bir İslam anlayışı (veya İslam’ı ne din, ne de yaşam tarzı, ne de felsefe olarak anlamadığını) sergileyerek, Osmanlı döneminde İslam’ın ve Türklerin herhangi bir olumlu etkisini göstermemiş. Andriç, sözde bir pseudo-historian yaklaşımıyla Andriç eserlerinde Bosna Müslümanları-Boşnakları, Sırp epik geleneğine uyarak Türk olarak adlandırıyor. Bu adlandırmanın arkasında, Boşnakların bu toprakların sahibi olmadıkları, Türk olarak Anadolu’ya göçmeleri gerektiği iddiası saklı. (20. yüzyıl başlarında, Avusturya Macaristan döneminde, Millet Meclisi üyesi Sırp yazar Petar Koçiç, Boşnak asilzade, aydın, şair ve mütercim Dr. Safvet Beg Başagiç’i meclisin kapısında görünce: “Türkler Asya’ya” diye bağırmış. Başagiç ise hiç heyecanlanmadan “Ayılar ormana” diye yanıtlamış.)
Andriç’e geri döneyim: Boşnak Müslümanları (veya kendi ifadesiyle Türker’i) tasvir ederken, onları mükemmel bir hikaye örgüsünde patolojik, sapık, zalim, şiddet uygulayan karakterler olarak görüyoruz. Önceden doktorasında hazırlanmış varsayımlarla, gizli bir nefret diliyle, eserini okuyan Boşnak Müslümanlarda Müslüman olduklarından kaynaklayan bir suç duygusu uyandırmak istiyor.
Travnik doğumlu Katolik bir aile çocuğu olarak Sırp olmayı tercih eden Andriç, dönmenin ne olduğunu çok iyi bildiği için, dedelerinin dinine ihanetin ne demek olduğunu bildiği için, bu suç duygusunu Boşnak Müslüman kahramanları üzerinden tüm Bosna Müslümanlarına bulaştırmaya çalışıyor. Bununla da Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesinden bu yana (veya II. Dünya Savaşı sonrasına kadar) Boşnaklar üzerine yapılmış katliamları, sürgünleri, her türlü zulümleri olumlu göstermeyi hedefliyor. Her türlü zulümleri hak etiklerini iddia ediyor.
Psikolog değilim, ama bunun gibi romanlarla, edebiyatla şuuraltına işlenenlerin çok etkili olduğunu anlamak için psikolog olmak gerekmiyor. Drina Köprüsü’nü bir daha okuduğunuzda dikkat ederseniz, anlarsınız. Biz henüz lise çağındayken bu eserin içinde yazılan tarihin tarih olmadığını, kurgu olduğunu anlamıştık. Müslümanların hep sapık, kötü karakterler olması boğazımızı düğümlemişti. “Eşitlik-kardeşlik” ilkesi içinde yaşayan (veya eşitlik kardeşlikçiliği oynayan) Sosyalist Yugoslavya’da bir miktar nefretin, ırkçılığın varlığını hissettik. Haksız yere yargılandığımızı fark ettik. Fakat bu suçu kimse kabul ettiremedi bize. Rahmetli babam ve eniştem sayesinde eserin ve yazarın estetik tarafı ile etik tarafı arasındaki ayrımı çok erken öğrendim.
Siz de Andriç’in Drina Köprüsü’nü okuduktan sonra etik bir şey yapın: Mehmet Paşa sevdalinkasını dinleyip, Eyüp’teki türbesine uğrayın. Yolda en azından “Aman, aman yaşa, yaşa Mehmed Paşa” nakaratını söyleyin. Türbesinin yanında bizi ölümsüz hayırlarıyla, ortak tarihimizle bağlayan Mehmet Paşa’ya bir Fatiha okuyun. Nefret, söylemiyle de varlığıyla da yok olsun diye.