Bugünlerde sosyal medyada dil eğitimi hakkında bir tartışma ortaya çıktı. Yani, matematik dersinin yoğun ve ağır olmasından şikâyet eden bir anne, yabancı dil derslerinde gereksiz gramer kurallarının öğretilmesinden de şikâyet ediyor. Yabancı dil dersinde gramer kuralları gereksizmiş bu anneye göre. Modern dil eğitimi hakkında bahis açılınca, hemfikirleri de filizlendi, çocuklara verilen eğitim işkence olarak yargılandı, bu modern yabancı dil eğitim yönteminde ister genç ister yaşlılara yabancı dili örneklerle, konuşarak öğretmek gerekiyormuş. Yani bebeğin ana dilini öğrendiği gibi yetişkin de o şekilde öğrenmeliymiş. Gramersiz. Kuralsız. Önemli olan yabancı dili konuşmakmış, üslup, incelik, gramer boş uğraş… Ekmek, su, gömlek, kenef ihtiyaçlarını karşılayacak bir dil yetisini oluşturmak. Onun ötesine gitmemek. Yani kervan yolda dizilir, dil yolda düzeltilir misali. Çocuk da konuşmaya başlayınca çevresinde gördüğü ağız-şive özelliklerinden faydalanır. Tabii ki çevresindekilerin eğitim seviyesinin de bu gelişmekte olan dil yetisine etkisi var. Bu yüzden kimi güzel konuşur, kimi anlaşılmaz, kimin ağzından çıkan her sözcüğünden görgüsüzlük, okumamışlık fışkırır.
Dilinin gelişmesine özen göstermeyen, imlaya, cümle yapısına, dil kurallarına dikkat etmeyen akademisyenler de gördüm. Kendi alanlarında istedikleri kadar bilgi sahibi, hatta deha bile olabilirler; fakat bildiklerini dile getirmelerinde bir arıza olunca, bildiklerinin yarısı suya düşer. Bu arızalı sunumları dinlerken onları bir somut obje olarak gözlerimin önünde canlandırıyorum: Bazen kırmızı halı üzerinde iyice çamura batmış John Lobb ayakkabısı gibi, bazen ketçap lekeli Burberry elbise gibi…
Ciddi bir gösteri yerine groteskleri izlemeye mecburuz. Hele de zamane mübelliğlerin eğitim sürecinde… İlk ve orta öğretimde en azından gramer ve imla kuralları veriliyordu. Morfoloji ve sintaks, eski kavramlarıyla “sarf u nahv”. İmlaya dikkat ediliyordu. Fakat zamanımızda meani, bedi ve beyandan, yani belagat ilminden, şiir (kafiye ve aruz), inşa gibi ilimlerden söz edilmiyor. Buna seri lisans-yüksek lisans-doktora eğitimi eklenince sonuç, kem-küm konuşan bizler. İçerik tamam, dolu da olabilir, fakat sunum bu kırmızı halı üzerinde çamurlu John Lobb ayakkabısı.
Yeni moda, yabancı dil eğitimini gramerden, imladan da arınmak istiyor. Yabancı diller öğretilsin, konuşma dili öğretilsin, matematik, biyoloji, coğrafyada verilen bilgiler çocuklara ağır geliyormuş. Galiba, dünyanın aydınlara ihtiyacı yok! Hitap zevki kimin umurunda? Yazı, kompozisyon… Günden güne standartlar düşüyor, edebi eserleri farklı yöntemlerle anlama bilgisi de kaldırılıyor. Eski şarkıların sözlerine bakılırsa, onlarda bile bir estetik, bir sanat, bir anlam derinliği var. Zamane şarkıları genellikle boş. Kafiye, ritim olsun yeter. “Umbrella” mesela. Şemsiye siye iye iye iye yeeee… Şemsiyeden ne bir duygu çıkar, ne bir bilgi. Fakat zamane gençlerin şuuru, duygusu, zihniyeti bu şemsiye altında kuruluyor. Gök kubbesi yerine şemsiye. Ufukları kapatılmış. Dil ilkel.
Okuma yazma bilmeyen amcalar, yengeler de en azından ana dillerini konuşuyorlar. Yani, dil yetisine sahipler. Akıllı, zeki olanları da var şüphesiz. Esprili, hatta bilgelik sahibi de olabilirler. Amenna. Elbette, insan temel ihtiyaçlarını dilsiz de, vücut diliyle, hareketlerle de anlatabiliyor. Fakat aydın olmak, fikirlerini belirtebilmek, hissiyatını, hayat felsefesini dile getirmek farklı bir dil yetisini ve dil eğitimini gerektiriyor. İster ana dilde, ister yabancı bir dilde. Yani, bilgi birikimle harmanlanmış düşünce veya ilim ürünlerini sunmak söz sanatı gerektiriyor. Şimdi belki neden bu kadar dile dikkat ettiğimi, neden bu kadar bu ilkel dil öğretim modasına karşı olduğumu merak edebilirsiniz. Çünkü dil sadece insanlar arasında iletişim kurmak amacıyla bir anlaşmanın sonucu değil. Kendiliğinden oluşmuş bir varlık değil. Allah Adem’e varlığının tüm isimlerini öğretti. Mademki gösterilen olduğu gibi, göstergesi de O’ndan gelmiş, O’nun yarattığı, rahmetinden kullarına verdiği diğer nimetler gibi dil de sesleriyle, morfolojisiyle, sentaksıyla, sözcük hazinesiyle, anlamıyla, imlasıyla, meanisiyle, bedisiyle, beyanıyla, edebi yönüyle bir bütünlük olarak saygı gerektiriyor. Dili güzel bilmek, geliştirmek, güzel bir şekilde kullanmak da bir kulluk ifadesi bence.
Dile olan saygı insanı nadanlıktan, cehaletten arındırıyor. Düşünme kabiliyetini artırıyor. İfadeyi geliştirme kabiliyetini de. Bunun açık göstergelerini ortak tarihimizde bulabiliriz. Ecdadımızın Osmanlı medreselerinde aldığı eğitimin sonuçları olan eserlerinden. Sadece İstanbul, Bursa, Konya, Edirne gibi merkezlerdeki medrese eğitiminden söz etmiyorum. Saraybosna, Mostar, Travnik veya daha da taşra bölgelerde faal olan medreselerde de bu dil ve edebiyat bilimleri okutuluyordu. Bu Bosnalı talebeler için Arapça, Türkçe, Farsça da yabancı dillerdi. Anadolu’daki sizin ecdadınız için Arapça ve Farsçanın yabancı olması gibi. Ders isimlerinden, içeriklerinden, ders kitaplarından, bu dil derslerinin amacının sadece talebelere konuşmayı öğretmek olmadığı anlaşılır. Bu dersler dönemin aydınlarını mayalamış. Talebelerin düşünme ve ifade etme kabiliyetini geliştirmiş. İnanmıyorsanız, ecdadımızın eserlerine bakın. Anlam derinliklerine, o dönemden kalan şarkılara, halk edebiyatı unsurlarına. Umbrella’yı, yani şemsiyeyi o kadar aşmış ki Şems’e kadar ulaştırıyormuş okurunu, dinleyenini.
Bu derslerden dönemin talebelerinin şikâyet edip etmediklerini bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey varsa, bu eğitim ürünleri avam değil, asaletti. Talebelerin dedeleri, sosyal ve maddi konumu ne olursa olsun. Asaletin zenginliği tükenmez değerlerden ibaret. Fena olan her şey kaybolur, tükenmez bitmez değer sadece ebedi olandır. Dili tüketici zihniyetiyle kabul edersek (ister ana dilimizi, ister öğrenmekte veya okutmakta olduğumuz yabancı dili) bu zihniyet bizi dilin tüketici seviyesinde durdurur. Ne kadar modern görünürse görünsün, neticede ilkel bir seviye. Eğitimde illaki bu yaklaşımı kabul ediyorsanız, dilin ilkel seviyesini kabul ediyorsanız, lütfen bana kulluktan, hürmetten, ihsandan bahsetmeyin. Bunlar ümmetin özellikleri, ümmetten olan yalan söyleyemez. Bunlar asil, ceplerinde beş kuruş olmasa bile. Bilgi, düşünce, duygu, inanç, ilke, edep, üslup tükenmez. Ve sadece dilin her kullanımı, her alanı bilindikten sonra hak ettiği gibi ifade edilebilir. Değer. Çünkü gerisinin ufku şemsiye kadar.