Oldukça uslu bir çocuktum. Yarım asır önceydi bunlar. İştahsızlığım, yemek yememem unutulursa, kıskanılacak çocuk diyebilirim. İşte bu yemek yememe nedeniyle defalarca azarlandım. Hatta büyük tehditler duyduğum oluyordu: “Bak yemek yemiyorsun, fazlasıyla zayıfsın, kolay hastalanırsın, bir gün dilenci çingeneler gelip seni çalacak, senin gibi zayıf çocukları arıyorlar, satın almaya bile hazırlar… Sonra hasta ve zayıf çocuklarla kapı kapı dolaşır, seni bu kadar zayıf görünce herkes acır, dilenci zengin olur” diyorlardı. O zamanlarda yaramaz çocuklara yönelik başka bir tehdit vardı: “Devam edersen, seni sirke satarız”. Kimsenin dilenci çingeneler tarafından çalındığını veya sirke satıldığını duymadık, fakat tehditler işe yarıyordu. Bu tehdit önlemi son ve en tehlikeli önlemdi, ondan öncesi keskin bir bakış, akabinde keskin bakış eşliğinde ismen hitap ve canım, akabinde de kırmızı kart gibi bu tehdit. Sonrası yoktu. Sonrasını bilmiyorduk, öğrenmek de istemedik, sonrası belki biz çocuklar için kıyamet misali.
Yirmi yıl kadar önce, oğlumun çocukluğunda tehditlerin mahiyetleri değişmiş: Uslu durmazsan bilgisayarı kullanamazsın, şifresini değiştiririm, yemek yemezsen oyuncak, lego falan almayacağım, var olanlara el koyacağım… Hayır, sana masal/ansiklopedi okumayacağım gibi tehditler. Biz de tehditlerle verdiğimiz sözü tutmadık, ama o zamanların tehditleri de işe yarıyordu.
Büyüklerin bizimle uğraştıkları gibi, biz de çocuklarımızla uğraşıyorduk. Anlatarak, konuşarak, yaşarken örnek göstererek. Bir kere bile, en ufak yalan söylemeden.
Geçen gün birinin sosyal medyada bir fotoğraf paylaştığını gördüm: Macaristan’da bir kafe önünde BHS (Bosna Dili, Hırvatça, Sırpça) olarak: “Sahipsiz bırakılmış çocuklar sirke satılacak” yazılı tabelayı çekmiş, paylaşmış. Zamane çocuklu aileleri gelip çocuklarını öylesine bırakıyorlarmış, çocuklar ise her tarafı alt üst ediyorlarmış, ebeveynler de müdahale etmiyorlarmış. Çocukları dövmeye karşıyım. Şiddete zaten karşıyım. Tam da çocukların yetişkinler üzerine yaptıkları şiddete karşı olduğum kadar.
Bu şiddet nedir? E işte çocuklu bir aileyle bir araya gelirsiniz, illa ki salonda çocukların istediği çizgi filmi seyretmek zorundasınız. Konuşamazsınız arkadaşlarınızla, çocuklar kendi filmlerini izleyemiyorlar, müzik dinleyemiyorlar diye. Veya ellerine cep telefonlarını, tabletleri tutuşturuyorlar, oyun veya çizgi film sesinden doğru dürüst bir cümleyi telaffuz etmeye konsantre olamazsınız. Çocuklar biraz yetişince hadi kreşe, ana okula, okula, kampa, koleje… Sabah akşam orda. Anne babalar çocuklarını yaptıktan sonra pek ilgilenmezler. Meşgaleleri var, para kazanmak derdi, araba, ev, mobilya, yazlık, kışlık derken… Bir anda uyanıyorlar, çocuklarını başka biri yetiştirmiş. Kendileri pek bu işe karışmamışlar demek. Bunun sonucu nasıl olur?
Sokağın hangi etkisi ağır bastıysa artık; ot, hap, sarı, beyaz… Geldiği ortamın imkânına göre değişir. Yok dersiniz, bizim çocuk yapmaz dersiniz… İmkân bıraktınız mı, sahipsiz bıraktınız mı, her köşede lanetlinin bekçileri hazır, çocuğunuzu kaptırırlar. Saraybosna’da oturduğum mahallede artık alarmlı aracınızı dışarda bırakamazsınız. Krize giren genç uyuşturucu müptelaları rahat bırakmazlar. Evlerde alarmlar, koruma şirketlerine haraç vermek zorundasınız. Evde bir sermaye yok ama mesai saatlerde bile eve girerler, palto, takım elbise, televizyon, laptop ne bulurlarsa götürür bir doz için satarlar.
Cemaat okulları söz konusuysa, çocuk orada şekillendiyse, evde baba veya annenin dediği değil, hocanın dediği olur. Şeyhlerin silsilelerine pek bakılmaz, futbol takımları tutulduğu gibi, güya tarikat sözde şeyhlerin takımları da tutulur oldu.
Farklı ideolojik amblemleri bayraklarına yapıştıran eğitim kurumlarına çocuklarımızı veriyoruz. Hazırlıksız gönderiyoruz, eti senin kemiği benim demiyoruz artık, az kalsın boş zihinlerini birilerine teslim ediyoruz. Okul onları eğitecekmiş, öğretecekmiş, adam yapacakmış… Keşke o kurumun/vakfın, siyasi veya sivil toplum örgütünün kermesinden alsaydın çocuğunu. Evde birkaç saat bununla oyalandım, arızalı çıkmış veya mobilya ile uyum sağlamadı demeye hakkın olurdu. Yenisiyle değiştirebilirdin en azından!
Beni bunları yazmaya iten, tesirinden bir türlü kurtulamadığım Gaziantep olayı.
On iki yaşında bir çocuk canlı bomba olarak bir düğüne giriyor. Düğün toplu mezarlığa dönüşüyor. Şimdi bu çocuğu yetiştirenleri, yetiştirenlere (beynini yıkayanlara) emanet eden ebeveynleri düşünüyorum. Eminim ki bu anne, eğitim ve zekâ seviyesi, toplum statüsü ne olursa olsun, oğlunun on iki yaşında ölmesini ve ölürken canice elli kişiden fazla öldürmesini istemezdi. Belki oğlunun bir gün subay, avukat, mühendis, doktor olmasını hayal ediyordu. En azından çalışkan bir çiftçi veya iyi bir aşçı…
Irak’ta yine 12-13 yaşlarında bir çocuk yakalandı, intihar saldırısı engellendi. Geçen ay Almanya’da reşit olmayan İran kökenli biri toplu katliam yapmış. ABD’de arada bir ellerinde silahla gelen çocuklar okul arkadaşlarını, öğretmenlerini öldürüyorlar. Sırayla. İdeolojik simgesi olsun veya olmasın, sonuçta önemli değil. Önemli olan, çocuklarımızı sirklere kaptırmış olduğumuz. Tabii ki çocuklarımız bunun gibi performanslardan sonra alkışlanmayacaklar. Bunun gibi performanslar sadece sirk sahipleri tarafından alkışlanıyor. (Sirkler korporatif dünyada tekel mi olmuş, hepsinin sahibi bir mi sorayım bu arada?)
Çocuklarımızı kimlere kaptırdık? Niyetimiz iyi olsa bile, akıbet kötü olunca, yazıklar olsun!
Kaybettik. Hep de kaybediyoruz.
Kendi çocuklarımızla uğraşacağımıza, dünyayı kurtarıyoruz. İzlediğimiz dizi kahramanlarının, sevdiğimiz sanatçıların, aktörlerin, şarkıcıların, favori futbolcuların, devlet erkânının, hacı-hoca-mürşitlerin hayatlarını yaşıyoruz. Güya Hak Dini korumaya çalışıyoruz. Ya bu ne? Mademki Yüce Hak bu dini kıyamete kadar koruyacağına söz vermiş, biz orada neciyiz? İslamiyet’in bekçileriymişiz! Yürü be oradan.
Kendime de size de hitap ediyorum: Doğurduğun çocukla uğraş. Onunla konuş. Emek ister, doğru. Baskısız konuş. Sahte otorite kimliğinden çıkıver, olduğun gibi görün, iyilik yap da konuş çocuğunla. Sana güvensin, derdini anlatsın. Ondan sorumlusun, benim gibi. Küresel ısınmaya karşı zaten bir şey yapamazsın ki. Kızın, oğlun bir anlık yolunu şaşırmışsa, elinden tut, onunla birlikte doğru yola çık. Emek ister, emek ver. Yaşadıklarınla örnek göstererek, çocuklar yalanları, çifte standartları, ikiyüzlülüğü hemen anlarlar. Temizdir çocuklar, sevmez yalanları. Ve evet: Hiçbir tablet, cep telefonu, bilgisayar çocuğun ebeveynlerinden değerli değil. Onlara masal, hikâye, kısas anlatmamız, Yunus şiirlerini, Mesnevi hikâyelerini anlatmamız, ellerine elektronik cihaz tutuşturacağımıza dondurma veya sevgi katarak evde hazırladığımız muhallebi vermemiz, evlerimizde bir gölge tiyatrosu yapmamız, bir Karagöz gösterisini yapmamız çok daha değerli. Emek ister, doğru. Mademki yaptın, senindir, uğraş onunla! Bu çocuklar cemaat, tarikat, takım, parti, ideoloji aşkının meyveleri değil. En azından toplu aşk meyveleri olmamaları gerekiyor. Çocuklarımızı kurtarırsak, toplumu da dünyayı da kurtarmış oluruz. İmanla, salih amelle, hakkı ve sabrı tavsiye etmekle dünyadaki davamızın hakkını veririz.
Yoksa ziyanda olmaya devam ederiz.
Çünkü,
“Asra yemin olsun ki,
İnsan mutlaka ziyandadır.
Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”