Biz eşoğlu eşşekler!

Üniversite yıllarında, Arapça sınavına hazırlanırken bir dergide Aziz Nesin’in “Biz Eşşekler” hikâyesinin Arapça tercümesine rastladım. Bir taşla iki kuş vurmaktan hoşlanıyorum, hem tercih ettiğim edebiyattan bir şey okuyacak, hem de Arapçamın hakkını verecektim. Üniversitede okuduğum Arap edebiyatı dersi için Arap edebiyatının bazı örneklerini bana daha kolay gelen Türkçe tercümeleri üzerinden okudum. Aslından okumak benim için oldukça zordu, çünkü Arapça bir eseri okurken edebi tarafına değil, dil tarafına konsantre oluyordum. Tesadüf mü, tevafuk mu, bilemeyeceğim, olay akışına veya edebi tarafına hiç dikkat etmediğim Nesin’in hikâyesi, hayatım boyunca her bir kimliğimde tekrar ortaya çıkıyor. Hatırlarsınız, gelişmiş, medeni bir eşşek toplumu kurdun yaklaştığını duyuyor, söylenti diye düşünerek hiç de yüz vermiyor.

Kendimi yazıyorum ama tanıdık bir şey bulursanız… Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle!

Boşnak eşşekliğim

Mezuniyetimden hemen sonraki yıllarda Yugoslavya’nın parçalanması, akabinde de Hırvatistan’da savaş başlamıştı. Hayır, bizim başımıza gelmez diye düşündük. Bosna karma bir topluluk, saldırmazlar. Eşitlik kardeşlik var, bak en yakın komşularımız Sırp, Hırvat, aynı mahallelerde, aynı apartmanlarda oturuyoruz. Yüzyıllar boyunca Saraybosna’da yan yana olan cami, Ortodoks ve Katolik kiliselerinin, havranın olmasıyla iftihar ediyoruz. Aynı okullara gittik, aynı sınıflara, ebeveynlerimiz ötekilerle aynı şirketlerde çalışıyordu. Olmaz, olamaz, yeni cumhurbaşkanımız da savaş olmayacağını söyledi. Bir de Avrupa, Amerika, hepsi dostlarımız, herkes bizi, küçük Bosna’yı seviyor, koruyacaklar. Bosna’da yerli Müslümanlar var. Dünya, Avrupa ortasında bir Avrupa milletinin yok olmasına müsaade etmez diye düşündük. Karaciç öylesine tehdit ediyor, psikopatın teki sadece, hayır, burada bir şey olmaz.

Ama oldu. Stalingrad kuşatmasından üç kere fazla, tam 44 ay sürdü Saraybosna kuşatması. 1601’i çocuk olmak üzere 11541 hemşehrim katledildi. Srebrenica soykırımında katledililenler 8372 kişi. Priyedor’da 5029 kişi ya katledilmiş ya kayıp. Artı toplama kampları. Artı Doğu Bosna katliamları. Artı Hersek Bölgesinde Hırvatlar ve Sırplar tarafından yapılan katliamlar. Saymayayım artık. Durayım, siz de durun. Şimdiye kadar verdiğim rakamları göz önünde bulundurarak saymaya başlayın. Her birinin numarası değil, ismi vardı. Yaşadığı veya yaşayamadığı hayat. Sevdiği insanlar. Onu seven insanlar. Kaybolan her bir hayat ayrı bir hikaye. Dünya bize silah ambargosu uyguladı. Ne koruma, ne müdahale… Ne komşular, ne sınıf arkadaşlarımız. Ucuz sabun köpüğü.
Yok, olmaz diyorduk. Şimdi bir şey diyemeyiz. Anırmaya bile gücümüz kalmamış.

Kültür eşşekliğim

Bu milletlerarası hoşgörü, sevgi, kardeşlik sakızı yanında çiğnediğimiz başka bir sakız var: Kültür markalı sakız. Paris gibi Avrupa şehirlerinin sokaklarında ev atıkları akarken, Osmanlı Saraybosna’sının su ve kanalizasyonu varmış. Yılda bir banyoyu ya yapan ya yapmayan Avrupalıların yaşadığı dönemde Saraybosna’da hamamlar, evlerde hamamcıklar vardı diye tekrarlayıp duruyorduk. Londra veya Viyana’nın tramvayın ne olduğu bilmediği zamanlarda tramvayımız vardı. Saraybosna’da esnaf akrabalarım şu kadar dükkânlarımız, şu kadar mağazamız derken, çarşı kepenklerinde rahatça kahvelerini yudumluyordu. Beyzadelerimizi, asaletimizi anlatmayayım, uzun sürer. Osmanlı döneminde Türkçe, Arapça, Farsça eserlerini bırakmış beş yüz kadar şair-yazarımız vardı. Sevdalinkamız, balatlarımız dünyaca meşhurdu.

Ağızımızda, tadı çoktan kaybolmuş bu sakızı çiğnerken, rivayet halinde duyduğumuzu aktarırken, kültür mirasımız yavaş yavaş erimeye başlamış. Yaşam kültüründen yemek kültürüne, mimariden bahçe düzenlemesine her şey harap olmaya yüz tutmuş. Edebiyat derken, bu Osmanlıca, Arapça, Farsça eserlerde neler yazılmış diye sorarsanız, cevapsız kalırsınız. Artık, kitap merakı da yelle gitmiş. Sevdalinka’nın yerini turbo-folk almaya başlamış. Şehirlere gelenler artık medenileşmeye başlamıyor, aksine bedevilikleriyle iftihar ediyorlar.
Körler arasında gözünü kapatmak da varmış derler.

Bosna’nın merkezinde Saraybosna’nın kalbi Başçarşı. Oradaki köftecilerde, börekçilerde, lokantalarda menüler belliydi. Gelen yabancılar şunu bunu istiyorlar diye, para kazanmak hedefiyle değişiklikler ortaya çıktı. Yabancı müşterilere karşı bir şeyim yok, esnafın da para kazanmaya karşı bir şeyim yok. Fakat, merkezin dokusunu bozuyorlar ki bu bir kimlik meselesi.

Diğer taraftan şehir içi kamu taşıt sistemi berbat. Tramvaylar (alt yapısı olduğu gibi) seksenlerden… Gece evlerde sular akmıyor, şehrin su tesisatları arızalı, tadilat yapmıyorlar. Seçim öncesi birkaç belediye sırf seçmeni çekmek amacıyla biraz onarım yapıyor. Yollar nasıl? Saraybosna’dan 140 kilometre kadar uzak Tuzla’ya üç saate varılır. Ahmed Cevdet Paşa da mektuplarında bu yolların kötü olduğunu yazmış, ancak Ahmed Cevdet Paşa’nın Bosna memuriyetinin üstünden 150 yıl geçti.

Demek ki bu sakızı ağızımızdan çıkarıp kalkmamızın, ciddi olarak çalışmamızın vaktidir. Yoksa avaz avaz anıralım.

İnsan, ihsan, iman eşşekliğim

Filistin varmış. Zaman geçtikçe toprakları azalıyormuş. Uzaktır, bir şey yapamayız. Yugoslavya’da öğrencilik zamanında Filistin’e destek mitinglerine çıkıyorduk. Yaser Arafat falan. Birilerimiz Filistin şalı dediğimiz kumaş parçasını boynumuza bağlardı. Yok, o toprak kaybı, o işkenceler başımıza gelmez. Uzaktır. Bir de dediğim gibi, bir şey yapamayız. Yine de vicdanımız rahat olsun diye, Filistin öğrencilerini hoş görüyorduk. Yürüyüşlere de devam ettik. Bir faydası oldu mu?

Afganistan varmış. Ruslar, Amerikalılar, Talibanlar. Müslümanların radikalleşmesi. Kültür anıtlarını yok ediyorlar, abideleri yok ediyorlar. Eee, ne var bunda, Arap Yarımadası’nda da Osmanlı eserlerini, türbeleri filan yok ettiler. Putperestlikle mücadele adına. Eminim ki oralarda yaşayanlar bu anıtların, abidelerin, türbelerin hiçbirini put olarak görmüyordu. Fakat bunları yıkıp yok edenler putları yıktıranlardı. Ve en acısı, zavallılar o kadar cahildi ki putun put olduğunu anlamamışlardı.
Cehaletin küfürden kötü olduğunu anlamayan var mı?

Ve sıraya Irak, Tunus, Libya, Mısır gelmiş. Akabinde Suriye. Müslüman toplumlarında cehalet üstüne kurulan ideoloji lastik gibi, put nereye çekerse, oraya gider. Gazaliler, İbn Sinalar, İbn Rüştler, İbn Batutalar, Taberiler ve niceleri rivayetlerimizde kalmış. Yunuslar, Mevlanalar ağızımızdan düşmüyor. Fakat gönüllerimize, yaşamlarımıza da girmiyor.
Ahırlarımızdaki Put’un sıradaki seslenişini bekliyoruz.

Eğer devam ederse, bize anırmaktan başka bir şey kalmaz.

Benzer konular