Dün bu sayı için notlarımı yazdım, tam gönderecekken bir daha okudum, sildim. Haberiniz olsun. Kendim beğenmediğim yazıyı size sunmam. Ne kendime ne de siz sevgili okuyucularımıza yakıştıramıyorum. Yine de biraz Ramazan havası olan yazı olsun, ne dersiniz? Üçlemesini daha önce yazmıştım. Sahipsiz kalmasın diye, eşi olsun diye bir gülmecesini de ekledim.
Yok canım herkes bu nostaljik romantik Ramazan güzelliklerini anlatıyor. Eskiden somun dediğimiz pideleri almaya giderdik… Camiler, teravihler, mukabeleler, iftarlar. Misafirler. Dualar. Sadakalar, zekatlar, sadakatü’l-fitirler. Az çok değişiklikle her yerde aynı. İbadetler de mahrem. Hakk ile kul arasında. Böyle kalsa daha iyi değil mi. Yine de bu mübarek günlerde toplumu ve topluluğu ilgilendiren bir şey yazayım. Mesela insanların günlük hayatta davranışlarını. Bu da çok hoşuma gider konu olarak.
Şeytan yıllık iznindeyken nefslerimizin nefis gösterilerini.
Market, yaş ve dış okuma uzmanları
Dün (veya evvelsi gün) mesaiden sonra bir markete uğradım, alışverişimi yaptım, konsantrem çok düşük seviyede, bir iki kere döndüm marketin içinde. Nihayet kasaya vardığımda alacaklarımı kasa şeridine dizdim, sıramı bekliyorum. Önümdeki kadın alacaklarını şeride dizmemiş, işi kasiyere bırakmış, bir de eşyaları yavaş yavaş torbalarına yerleştiriyor. Sıramı beklerken arkamdan bir kadın aldıklarımı elle gösterirken: ‘Bunları kim bırakmış, nereye gitmiş, sahipsiz ise kaldırın’ diye söylenince, ‘Hanımefendi, bunlar benim, bana başkalarını bekletmemek için alacaklarımı şeride dizmeyi öğretmişler’ dedim. ‘Size kim öğretmiş, nasıl öğretmişler?’ ‘Annemle babam öğretmiş’ dedim. ‘Ne zaman?’ ‘Çocukluğumda.’ ‘Yok ya, size bir şey öğrettiklerinde kasalar marketler falan yoktu’ diye devam etti. Ben de: ‘Vardı hanımefendi. Vardı. Şehirlerde bari. Evlerde ise çocuklara adap, bonton diye bir şey öğretiliyordu.’ ‘Hadi ya, ben de buralıyım, biliyorum. Elli küsur yıl önce sizleri yetiştirirken marketler yoktu. Ve nokta.’ ‘Hanımefendi, en azından kaç yaşında olduğumu biliyorum. Ve neyi hatırladığımı. Ve neyin adaptan olup olmadığını.’ ‘Siz istediğinizi anlatın, ama yaşlı görünüyorsunuz.’ Bu arada kasiyer satın aldıklarımı hesapladı, ben de erzakları poşetlere yerleştirip kart şifremi girdim. ‘Mümkün hanımefendi. Mümkündür. Yorgunluk, uykusuzluk var biraz. Ondan yanılmışsınız. Siz de gençliğinizi zevkle yaşayın’ dedim ve gülerek çıktım marketten. Az kalsın kimliğimi çıkartıp gösterecektim. Meraklı okuyuculara da söyleyeyim 1965 doğumluyum, ve büyük marketler 70’lerde açılmaya başladı.
Ramazan olmasaydı belki de bu komik diyalog olmayacaktı. Belki de baştan: ‘Sırada beklediğimi görmüyor musunuz?’ diyecektim. Ya da: ‘Haklısınız, çocukluğumda, mağarada babamın avını getirmesini bekliyorduk’ türünden cevapları kendime yakıştırıyorum. Sert, keskin bakışları da. Böyle olsaydı, şöyle olurdu… Hüsameddin, yengenin dayı olma misali. Kadının oruçlu olup olmadığını bilmiyorum. Müslüman olup olmadığını da. Beni zaten ilgilendirmez. Bir markette, bir kasada, tek bir kere gördüğüm bir kadın. Kadının benim kaç yaşında olduğumu, neyi hatırladığımı benden iyi bilmesi, bildiklerini savunması, o kadar iddialı olması dikkatimi çekti. Benim de, huyumu da çok iyi bildiğimi düşünüyordum, sırada beklerken o kadar saçma bir tartışmaya girmem, hafif ironiye rağmen yine de nazik davranmam beni bile şaşırttı. Elimde poşetlerle arabaya doğru giderken bu cesur insanları düşündüm. Ramazan galiba insanların içinde yepyeni ufukları açar, diğerlerinin görmediklerini görmeye başlarlar. Hadi, diyelim birinin yaşı aşağı yukarı söylenebilir. On aşağı on yukarı yani.
Perdeleri kalkmış iç okuma uzmanları
İnsanın içindekileri bilen insanların yüce mertebelerini görmek bana nasip olmadı. Mesela, bu ay içinde falancanın kendi evinin dört duvarı arasında ne yaptığını, ne düşündüğünü bile bilenler varmış. Bir kere bile evine gitmedikleri, üç-dört defa ayaküstü görüştükleri kişilerin içlerini light magazinmişçesine okuyorlar. Onların perdeleri açılmış da biz mi fark etmedik? Evlerin içinde karı-koca ilişkilerini, çocukların ne yapıp yapmadıklarını, hane ehlinin iman-İslam derecesini biliyorlar. Rahatlıkla bir kültür, bir siyaset, bir meşrep, bir mektep düşmanı ilan ediyorlar. Veya bir cemaat, bir hoca, bir parti, bir hareket yanlısı. Fark etmez. Arkadaşları şunlar; bunlarla aynı camide mukabele dinliyor, evlerde iftarlara katılıyor. Toplu kurum iftarlarına gitmiyorlar. Gizli örgüt bunlar. Kendini bu şekilde gösteriyor, fakat gerçek yüzünü pek iyi saklıyor. Kriptobilmemne. Neye istinaden sorarsanız, ellerinde sadece onların bildikleri ve sadece onların görebildikleri deliller var. ‘Ahmak olan anlamaz, zeki olan kendisi de görür’ derler. ‘Seni de mi kandırmış? Aaaa, nasıl oldu, seni satırlar arasında okuyanlardan biliyordum.’ Kral çıplak diyemezsin tabii ki. İlla ki kralın yeni elbisesi çok yakışmış diye iddia edeceksin, namını itibarını beş para edemezsin. Hem de bu yüce insanı yalanlamak, edep dışı olur. Perdeleri kalkmış da sana dostça başka birisiyle ilgili bilgi veriyor. Bilgilendiriyor seni. ‘Yaşına rağmen, safsın, seni kandırmasın bu ikiyüzlü. Yani paralel yüzlü.’ Bizim keşif konusu falanca kişinin gözleri pekiyi görmese de, şaşı değil. Paralel görmez. Hatta Birlik’ten öte bir şey yok diye iddia eder. Doğu ile Batı’yı gösterirseniz, dünyanın yuvarlak olduğundan, bir bütün olduğundan bahseder. Korku ile ümit birliğinden, kızgınlıkla güzelliğin vahdetinden. Farklı yolları gösterirseniz, ‘her biri aynı hedefe giderse doğru yoldur’ der. ‘Hedef Tek Hedef, O’ndan başkası yok, Hedef’e gitmeyen yol çıkmaz olur, çıkmaza giren O’nun izniyle zamanda döner, doğru yola devam eder’ diye söyler. Meğerse bizim perdesi kalkmış, ağzı açılmış, dili çözülmüş kardeş falancanın içini okumuş da mü’minlerin topluluğunu aydınlatıyor. Şeytan yıllık izninde iken. Perdesi kalkmış bu zat bin kere, en büyük prim alan NBA basketbolcusu olduğumu iddia ederse, benden mahalle basketbolcusu bile olmaz. Veya ‘Amina Donald Trump’a akıl veriyor’ diye cemaatiyle birlikte günde bin bir kere vird etse bile, mertebesine rağmen bu sözler dua yerine geçmez. Milyar kere tekrarlanan yalan, yalan kalır. Milyar defa inkâr edilen gerçek, gerçek kalır.
Ramazan dilemması
Bizde, Saraybosna’da asıl Ramazan veya iftar sonrası dilemması kahve içerken akşam namazını düşünmek mi daha iyi, yoksa akşam namazını kılarken kahve içmeyi düşünmek mi?
Gülmecemiz fıkrasız olmasın diye yazdım yukardaki kahve-akşam namazı ikilemini. Asıl beni düşündüren; birinin hakkında etrafa yaydığı bilgiler, haberler, yorumlar veya iç okumaları yanlışsa, iftira ise ne olacak? Orucunun, namazlarının, ibadetlerinin sevapları kime yazılacak? Başkaları hakkında keşiflerini paylaşan insanların gözünden perde kalkmışsa, saygı göstermek lazım. İsimlerini zikrederken ayağa kalkmak. Söyledikleri yalan ise yine de takdire değer. Bunca ibadetlerinin sevabını hiç sevmedikleri, hatta nefret ettikleri kimselere cömertçe bağışlıyorlar. Bazen cimriliğime kızıyorum ama sevdiklerime bile zor bağışlarım, günahlarımın ne kadar çok olduğunu biliyorum, sevaba ihtiyacımın da ne kadar çok olduğunu… Fani olan her şeyi cömertçe veririm, ama buna gelince… Başkası için okuduğum her duaya istemeden kendimi de dahil ediyorum. Yokluğumu, O’ndaki varlığımı.
Peki ya Hesap Günü
Buradan göçtüğümüzde, Hesap Günü’nde başkaları hakkında, ister gıybet ister iftira olsun konuşan bizleri düşünüyorum. O’nun rahmet sahibi olduğunu da biliyorum ve O’nun her şeyi bildiğini. Kıvırmak yok demek. Hah, şu kardeşin hakkı var sende, iftira attın, dedikodu falan… Şimdi O’nun yanında ‘Elçiye zeval olmaz’ veya ‘falanın yalancısıyım’ diyemezsin. Zaman ve mekânlar tüm insanları arasında falancayı bul, helallik iste. Filancayı da. Bu da meşgul, kendi sorgulanmasıyla mücadele ediyor. Yok iki yüz yıl sonra gel, müsait olurum. Kalabalıktan zaten hoşlanmam. Hiç. Bir de fenada iken düşüncelerini, hayatlarını, aşklarını tanıdığım da dünya gözüyle hiç görmediğim insanlarla sohbeti merak ediyorum. O’nun Huzuru’na kavuşmamı sabırsızlıkla bekliyorum. Dünya gözüyle gördüğüm ve hiç etkilenmediğim üç beş iftiracı mı beni hedefimden alıkoysun, bekletsin? ‘Kusura bakmayın, fenada sizinle uğraşmaya vaktim olmadı, bekada da olmaz. Sizin benimle uğraşmanızı sipariş etmedim. Acelem var. Anlarsınız,’ desem çok saygısız olur muyum?