Bayram kelimesinin bayılmak ve ayılmak kökleriyle alakası var mı diye soracaktım. Ama siz ciddiye almayın, Farsça kökenli bir kelime olduğunu biliyorum, espri yaptım, biz Müslümanlar sürekli baygınız (gafletteyiz) ve nadiren ayılıyoruz.
Her zaman her yere gecikiyorum. Bana özgü bu. Geçmiş Ramazan Bayramınızı kutluyorum. İslam âleminde bayramın günü konusunda uzlaşmaya varılmamış. Bunca hesaplamalar, teknoloji, astronomi uzmanı, zamanımızın müvekkitleri var ama çöl ortasındaki bir bedevi bayramın ilk gününün ne zaman olacağı konusunda alan uzmanıyla eşit. Yani kendisini öyle tanıtıyor. Takvimle ilgili tüm sorumlulukları üstüne alan kurumlar varken, kusura bakmayın efendiler ama bayram tarihinin belirlenmesiyle uğraşacak değilim. Yanlışsa, olsun. Baş imamımızın, cemiyetimizin mensubu olarak safa girdim. Yaptığım, yapmadığım veya yarım yamalak yaptığım işler için sorumluluğum bana yeter. Onunla da nasıl baş edeceğimi bilemiyorum, Rahman u Rahim isimlerine ümidimi bağlıyorum, o kadar.
Âlimler ve avam
Şeytan erken mi kapıyı aralamış, tatile gittiği yer fazlasıyla pahalı mıymış emin değilim, ama geçen haftadan itibaren bizim eski baş müftümüz, Reisü’l-ulema, uzun Ramazan günlerinde oturmuş, neredeyse 600 sene boyunca kullandığımız “bayram” kelimesini “Hižaslav” ile değiştirmeye kalkmış. Yani Bosnaca köklerden bir kelime türetmeye teşebbüs etmiş. (Bosnacada Bayram kelimesi sırf Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı /veya Hacılar Bayramı/ için kullanılıyor; diğerleri Praznik – Bağımsızlık Günü, Kadınlar Günü, Yılbaşı, Kurtuluş Günü… “Budalaya her gün bayram” anlamında “budali je svaki dan bajram” diye bir atasözümüz var ama bu başka bir yazının konusu.)
Millet şaşırdı, 91 yaşındaki annem bile: “Hadi ya, medyalar onunla alay ediyorlar” dedi, ama resmi açıklamasını okuyunca: “Peki, ona ne oldu? Tedaviye götürdüler mi?” diye kendini düzeltti (Annem ironiden, mecazdan, söz sanatından anlamaz, tam fencidir kendisi). Gençler bu keşfe dayanarak maskara olsun diye yeni kelimeler türetmeye başladı, iş kimin kelimesi daha komik olacak yarışmasına dönüştü. İki gün kadar ulusal gülme krizindeydik, doğru dürüst bu gülmekten kendime gelemedim ki mesleğimin vatanında bir hoca çıktı, Sheakspeare’in gizli Müslüman olduğunu iddia etti. Bu iddiayı ilk defa duymadım ama ilk defa da duymuş olsam şaşırmazdım. Neden diye sorarsanız: Kimin Müslüman olup olmadığı beni ilgilendirmez, bir de biz dünyada iken, biz ölümlü insanlar buna karar verecek değiliz. “Tövbe or not tövbe” edip etmediğini de bilmem. Ama eserlerine hayranım, bu farklı bir konu. Sheakspeare’in Müslüman olup olmadığını kesin olarak bilsem de eserlerini farklı bir şekilde okuyamam. Sonelerinden tiyatrolarına kadar ömür boyu okunacak ve düşünülecek bir yazar. Diğer taraftan, Allah bana Müslüman olarak yaşamayı ve ölmeyi nasip etsin. Vesselam. Gülme krizine girdiğim başka bir şey var: Gerçek isminin Şeyh Pir olma iddiası (Ve sosyal medyalardaki tanzirleri, Türkçe bilmeyen eşimin de kahkahalar içinde “Bence Şeyh Eski Pir daha makul olur” demesi).
Ancak Mescid-i Nebevi’nin yakınlarındaki terör saldırısı kahkahalarımızı durdurdu. Ağızlarımız açık kaldı. Ulema sınıfı Bosnacada bayram kelimesini değiştirmekle uğraşırken (bir de dilbilgisi açısından tam olarak gereksiz teşebbüs), Türkiye’de Sheakspeare’in Müslüman olup olmadığı hakkında tartışırken alakaya (koyu) çay demlemişler, bu arada Müslümanların (Mekke-i Mükerreme ve Beytü’l Makdes yanında) en kutsal yerlerinden birine son derece yakın bir yerde terör saldırısı gerçekleşmiş. Sosyal medyalarda JeSuisMedine/I’mMedine/AnaMedine diye yazmamışlar. Kimin adına? Güya İslam Devleti… Ne devleti Allah aşkına? 1948’den sonra, yüzyıllarca varlığını sürdürmüş bulunan Filistin’i hiç kimse devlet diye adlandırmadı. “Filistin Devleti” kavramı yok oldu artık. Özerk bölgeler, koruma altındaki bölge, sahalar, alanlar, rezervler… Kısaltmalar da türetildi, kabul edildi. İSİS, IŞİD, İDİL… Medyalar, siyasiler, bilim adamları herkes kabul etti ve kullanıyor. Lanetlerken (şahsen birilerini lanetlemekten çekiniyorum, Allah sadık olanları kurtarsın, hidayet etsin, korusun diye dua ediyorum, canileri ne yapacağını bilir, benim mi işim oraya karışmak?) geri zekâlılık söz konusu olunca, dua bir tarafa, bu geri zekâlılığı eleştirmek görevimiz.
Hani birlik?
Peki, Hanefi, Maliki, Şii, Şazili, Hanbeli liderleri bir araya gelip de bir kere, topluca, bu yoldan sapmış teröristleri uyardı mı? İslam’la alakası yok dediler mi ortak basın bildirisinde? Yok, hâlâ kimin fıkhı kimin akidesi doğru diye kendi aralarında tartışıyorlar. Gerçi tartışma olsa yine bir neticeye varılırdı. Diğerinin yolunun yanlış olduğunu iddia ediyor, delil buluyorlar. Liderlerin arkasında devlet erkânı, âlimler, aydınlar… Avama da sadece kendi ulemasının saçmalıklarıyla alay etmek kalıyor. Veya patronlarının emrine uyarak kabloları takıp masum insanların bulunduğu yeri, tarihi eserlerin olduğu yeri ile birlikte kendini patlatmak.
Genel kültür ve şuur tablosu
Âlimlerimiz ve siyasilerimiz bu kadar yoğunken biz neredeyiz? Nasıl yaşıyoruz?
Kısa keseyim, genel kültürümüzün ve şuurumuzun göstergesi standardımıza bakalım:
Çorbalarımız poşetten, yemeklerimiz düdüklü tencereden, şarkıcılarımız şarkı yarışmalarından, tatlılarımız poşetten, aşklarımız, hikâyelerimiz, edebiyat ve sanat zevkimiz TV kanallarından (bu arada TV kanalların çokluğuna, yani sistemine kanalizasyon mu denir bilemiyorum), bölge uzmanlarımızın tur şirketlerinden, yazarlarımız sosyal medyadan, aydınlarımız, akademisyenlerimiz hızlı kurulan özel üniversitelerden, tabak-bardak-çatallarımız plastik veya kartondan olunca durum pek değişmez. Bir kere kullan, harca, at. Bir daha hiç uğraşma. Durum değişirse de kimin yararına, kimin işine, e mi? Tüketici toplumlar her şeyi çabucak elde edip yıpratmayı benimsemiş, sen kimsin ki değiştirmeye kalkışırsın?
İnşallah bir sonraki yazı biraz nostaljik olur. Dayanırsam.
O zamana kadar hoşçalıkla, sağlıcakla kalın. Allah’ın selamı üzerinize olsun.