Dünyadaki ayı türlerini çok merak etmedim. Genellikle tek renkli, kahverengi veya siyah. Neredeyse (deyimler hariç) yok olmak üzere olan kutup ayısı beyaz olurmuş, büyük panda ise siyahlı beyazlı. Kışın uzun uykulara dalarmış. Bunların hepsini bir tür olarak biliyorum, dört ayaklı büyük ayılar diyelim. Ama onları yazmayacağım.
Çocukluktan travmatik bir sahneyi hatırlıyorum. Yazın rahmetli büyük halamın yanına bir kasabaya gittiğimde, pazar kurulduğu günlerde fötr şapkalı bir Roman, zincire bağlı bir ayıyla pazar yerine gelir, kendisi çalar ayısı oynardı. Ve büyük final olarak etrafta toplananlardan para toplanırdı, kasabalı veya köylülerden biri, Roman’a ve ayısına bira ısmarlardı. Zincire takılmış oynatılan ayıya bira içirilmesi ağrıma giderdi.
Sanal, dijital, çizgi, kadife ayıcıklar… Hayır, psikolog değilim, onları da yazıp yorumlamam, merak etmeyin. Zararı yok, bir hatırlatayım dedim sadece. Mesela çizgi filmlerdeki ayıları. Sevimli ayıcıklar. Oyunlarda dijital ayıcıklar var. Oyuncak ayıcıklar da. Hepimiz çocukluğumuzda bu oyuncak ayıcıklara alışmıştık. Kimisinin adı Tedy, kimisinin Panda. Yumuşacık, sevimli, çocuk arabalarında gezdirirdik, gece yanımıza yatırırdık. Üşümesin diye yorganlarımızın altına saklayıp severdik bu oyuncak ayıları. Ayıcığı olmadan kimimizin gözüne uyku girmezmiş. Çocuklar arasında ayıcık yüzünden çıkan bir kapışma sonucu güzelce dikilmemiş veya yapıştırılmamış ayıcığın gözünü koparırdık. Ayıcığın sahibini büyük bir hüzün kaplardı. Kaybolmuş göz yerine ninelerimiz, yaşlı yengelerimiz bir siyah düğme diktirip bizi teselli ederdi. İşte o zamanlarda ayılara alıştık, hayatımızın bir parçası oldular. Belli ki bu ayı bağımlılığı çocukluğumuzda başlamış.
Üçüncüsü hikâye, masal ve fıkra ayıları. Halk hikaye ve masallarında ayı güzel bir kızı kaçırır, evlenir, kıskanç olur. Veya ormanın ortasında bir çocuk bulur besler. Madem burdayız, sizinle bir fıkra paylaşayım. Türkiye için geçerli mi, orasını bilmem, siz söyleyin. Bizde elin evinde olup bitenleri görseniz bile görmezden gelirsiniz.
Ormanın içinde bir tavşan ağaca yaslanmış bir şeyler yazıyormuş. Yanından tilki geçerken, “Merhaba tavşancığım! N’apıyon?” demiş. Tavşan ciddi bir tavır almış, oklava yutmuşçasına dik durmuş; “Doktora yazıyorum!” Tilki, az kalsın gülmekten kopmuş; “Peki, tez konusu nedir?” Genç tavşan, boyu müsaade etse tilkiye üstten bakacakmış; “Ormanın en zeki, en kurnaz, en üstün sakinleri: Tavşangiller” demiş. Tilki bir kahkaha patlamış, “Hadi ya, olamaz. Bu kadar saçma bir şey duymadım! Hiiiç öyle şey olur mu?” Tavşanımız tabi kültürlü, kendini bilime adamış, “Tabii ki tilki hanım, bilimde delilsiz, kaynaksız, asılsız bir şey olmaz! Gel şu ağacın arasındaki mağaraya gir, göstereyim kaynaklarımı, delillerimi” demesin mi? Tilki de merak etmiş, mağaraya girmiş. Beş-on dakika sonra tilki, başı ayağına dolanmış, yıpranmış, kuyruğu kopmuş ve aksayan bir vaziyette mağaradan çıkmış, arkasından gururlu bir şekilde, başını okşayan ayıyla birlikte tavşan çıkmış. Son. Peki ya fıkradan hisse nedir diye sorarsanız, “Danışmanın ayı ise, her tez konusu savunulabilir”.
Demek ki danışman ayılar da var. Dost ayılar. Mevlana’nın meşhur “Ayının Dostluğu” hikâyesi var. Malum, bir canavar ayıya saldırmış, insan onu canavardan kurtarmış, ayı da insanın sadık dostu olmuş. Hikayenin sonu da malum, ayı uyuyan dostunu korumak istemiş, yüzüne sinek konunca şiddetle sineğe vurmuş. Zamanın içinde, diyalektiğe pek inanmıyorsam da, bu ayılar gelişmiş. Bireysel dostluğundan toplumsal dostluğa geçmişler. Bazı ayılar partiler tarafından kurtarılmış, partilerine sıkıca sarılıyorlar. Bazılarını şehirler canavardan kurtarmış, şehirlerini imkânlarına göre korumaya çalışıyorlar. Bazıları ise din diyanet tarafından kurtarıldığını iddia ederek kutsal değerleri savunuyorlar. Hatta kendilerini din diyanet sorumlusu ilan etmişler. Ötekiler ise milli değerler tarafından canavardan kurtulduklarını kafasına koymuş; millet, ülke, ilkeleri sahiplenmiş.
Hayat böyle sürüp gidiyor. Hadi Mevlana’nın mesajını okuyan fertlere bir şey demiyorum. Bu dostluğun mahiyetini biliyorlar, uykuya daldıklarında, er geç yüzlerine vurulacağını da bilmek zorundalar. Madem ki ayıları dost edinmişler, onları ötekileştirmek istemiyorlar, kendilerini gafletten korusunlar. Daima uyanık olsunlar demek istiyorum. Yoksa, yüzlerine vurulsun, hakketmişler. Karışmam. Umrumda değil.
Ancak, toplumun bir parçası olarak bu toplumsal ayı dostluğuyla ne yapacağımı şaşırıyorum. Hareketlerine bir bakalım, belki bir çareye geliriz. Birlikte. Şehirlerini, ülkelerini, partilerini, İslamiyet’i, Avrupa medeniyetini, bir bilim sahasını, bir makamı dost tanımış ayılar. Sadıklar, samimiler. Olabilir. Veya kendi sadakatlarına, samimiyetlerine güveniyorlar. Olabilir, itirazım yok. Meğerse dost edindiklerine yaklaşan bir tehlike (ayı mantığıyla) tanırlarsa, hemen kendince savunmaya geçiyorlar.
Mesela şehirlerine güzellik, gelir ve refah katacak bir yapı inşaatının durdurulmasını istiyorlar. Diğer taraftan şehirlerinde kendi mağaralarına benzeyecek, ortamla hiç uyum sağlamayan beton mağaralarını inşa ediyorlar. Ayı estetiği! Veya İslamiyeti tek (tehlikeli) din ve yaşam yolu görerek sekülarizmi savunan ayılar, her namaz kılan oruç tutanı medeniyyet düşmanı ilan ederek yeryüzünden silmeye teşebbüs ediyorlar. Medyalar da keza. Kendi estetik anlayışına göre yarışma programlarını, dizileri, filmleri destekliyorlar. Estetik anlayışları dışındaki her şeye şiddet gösteriyorlar. Veya ister iktidardaki ister muhalefetteki bir siyasi partiyi kurtarıcısı olarak görüyorlarsa, kurtarıcısını hemen bir üst seviyeye çıkarıyorlar. Millet, vatan, devlet menfaatlerini koruyormuşçasına, özenle bakılmış devletin meyve bahçesine veya gülistanına yaklaşan arıyı fark ederlerse, cadı diye, yani sinek diye arıyı da vuruyorlar, gülleri de çiğniyorlar, meyve verecek dalları da koparıyorlar. Ayılar ya! Tehlike yahut düşman ilan ettikleri cadı avına dalmış ayılar, üstün tuttukları değerlere zarar veriyorlar. İster kişiye, ister ülkeye, millete, dine. Dost oldukları herkese ve her şeye.
Yoksa ben ayı hikâyelerini mi karıştırdım? Hâlbuki birileri, Mevlana hikâyesinden kendilerini bir kişiye veya bir ilkeye dost bilen ayılar. Amina, galiba sen fazlasıyla idealistsin. Uyumuşsun, gaflete dalmışsın ki görmedin: Birileri yukarıda zikrolunan danışman ayılar. Danışman olanlar hizmetlerinin karşılığını akademik camiasında, yüksek doktora masraflarından alıyorlar. Tavşanlar hem onlara tapıyor, hem de ödeme veriyorlar. Ötekileri de yazımın başındaki zincire bağlanmış oynayan ayılar. Kendilerine bir bira sipariş edilecek ümidiyle onları zincire bağlayan fötr şapkalının müziğiyle oynuyorlar. Hepsi de birbirlerine benziyor. Tek çare uyanık olmak; bir an olsun gaflete dalmamak, vesselam.
Gerçek Hayat’ın bir sonraki sayısına kadar cümlemizin bireysel ve toplumsal olarak uyanık kalması dileğiyle hepinizi selamlıyorum.