Türkiye’de beni tanıyan birçok kişi bana abla diye hitap ediyor (Abla kavramının bir grup tarafından istismar edilmesinden dolayı bir ara “bacı” ile değiştirilmesini önerdim ama duyan olmamış). Demek istiyorum ki bana abla diye hitap ederler, ancak yine Güzin abla olmadım bu yazıyla… Edebiyatımıza devam ediyorum. Sırada meşhur sevdalinka şarkıları, daha doğrusu sözleri var.
Bosnaca’da (evet, dilimin bu şekilde adlandırılmasında ısrar ediyorum, çünkü Molla Mustafa Başeskiya, Mecmua’sında dilini “Bosnaca” olarak adlandırıyor) Osmanlıca aracılığıyla Arapça’dan gelmiş “ışk” kelimesinden ašk, ašikovati, ašikovanje, ašik, ašikluk kelimeleri türetilip günlük kullanımında kalmış. Günlük olunca, gündeminde mecaz ve bu dünya olan onu beşeri aşk olarak, gündeminde hakikat olan ise onu hakiki aşk olarak kabul ediyor. Hakikisi beşerisi yaşanmadan yaşanmaz, bu dersi de gördük geçiyoruz. Ben de bu sevdayı, bu aşkı anlatan, iki kişi arasında aşkı anlatan halk edebiyatını anlatayım. “Ašikovati” fiil olarak ne demek diye sorarsanız, günümüz Türkçesiyle “flört etmek” desem, kültürümüzde bu kavramı indirgemiş olurum. Namus bekçileri belki şu anda kafalarını sallıyorlar, bin bir istiğfar ediyorlar; Boşnakların imanını, İslam’ını bir daha sorguluyorlar. Eskiden de var mıymış diye sorarsanız, ben bir şey demesem de olur, siz 19. yüzyılın ikinci yarısında Bosna’ya teftişe gönderilen Ahmed Cevdet Paşa’nın kayıtlarına bir bakın. “Ašikovanje”yi, gençler arasındaki muhabbeti, erkeklerle kızların evlerinin kapılarında veya pencerelerindeki muhabbetlerini ve kızlarımızın son derece namuslu olduğunu anlatıyor. Ona göre. Ben sevdalinkalara döneyim. Orada anlatılan aşka. Hasrete.
“Aşkımızı neden saklayalım ki ben senin olmalıyım. Gönlüm artık bana değil, sana, aşkım ait olmuş. Beni sana çeken nedir, duygularım bana çektirir. Gönlüm artık bana değil, sana, aşkım ait olmuş. Ya al beni (konuşma dilinde birini almak, evlenmek anlamına geliyor), ya da öldür, başkasına beni öptürme. Gönlüm artık bana değil, sana, aşkım ait olmuş.” demiş bir kadın sevdalinkasında (Ah što ćemo ljubav kriti, Amira Medunjanin icrası favorimdir). Kadın sevdiğine açıkça aşkını itiraf ediyor. İnce hesap yok, söz, nişandan falan bahsetmiyor. Ev döşemesi de söz konusu değil. Mutfak, beyaz eşya falan… Dur sabret biraz daha, seçimlerden sonra demiyor. Aşk bu çünkü. Ve sevdiği kapısına, evinin penceresi altına “ašikluk”lara geliyor olmalı. Saf genç kız, istikbalini düşünmez, işte bu yüzden biz olgunlar varız, gençleri yönlendiririz mi dersiniz?
Halk edebiyatımızda bu yönlendirilmiş gençlerin aşkı işlenmiş, ancak sonucunda daha çok balat ortaya çıkmış. Yani, sevdalıların ölümüyle biten şiirler (Smrt Omera i Merime’de Omer ile Merima birbirini seviyorlar, ancak Omer’in annesi oğluna daha zengin ve statüsü olan Fata’yı getiriyor. Omer ve Merima’nın Omer’in düğün gecesinde yaşadıkları drama kahramanların trajik ölümüyle sona eriyor). Aşk meşk fakir işi mi dersiniz? Peki, olgun bir kadın da bu kadar büyük aşkla sever mi derseniz? Sevdalinkaya göre cevap olumlu: Bogata sam, imam svega… (tekrar Amira’nın icrası) “Zenginim, her şeyim var, keşke bir de onu sevsem/öpsem; her saat başı beyaz ellerimle boynuna sarılırdım. Ne olursunuz, kendisine onu sevdiğimi söyleyin, onu herhangi bir genç kızdan daha çok seveceğimi söyleyin. Ben kendisine aşkımı veririm, kabul etsin, acı çekmeyeyim, sevdiğim olmadan, gönlüm razı olmaz.”
Açık ve hesapsız ilan-ı aşk! Boşnak kadınların pek açık sözlü, hatta biraz da saldırgan olduğunu düşünebilirsiniz. Ya erkekler? Mujo kuje sevdalinkasında Mujo (Muyo okunur, Mustafa’nın kısaltması; bu arada rahmetli Safet İsoviç’in icrası tercihimdir) ay ışığı altında atının nalını çakıyor, bunu gören annesi oğlunu azarlıyor: Gece yarısında, ay ışığı altında atın nalı çakılmaz, parlak güneş ışığı altında, gündüz çakılır diyor. Oğlu ise: “Yarım aklıma gelince, ne güneşi ne de ayı görürüm, doru atım da ne karanlık geceyi, ne yağmur bulutlarını görür, beni yârimin evinin penceresi altına götürür” diye cevaplar annesini. İşte, bildiğimiz aşk ve sevda budur. Peki, bu muhabbetler namusu etkiler mi, dini kurallar dışına çıkılır mı diye sorarsanız, hasreti anlatan bir sevdalinkada cevabınızı bulabilirsiniz (Bu sevdalinkanın bir varyantını Zanin Berbiç çok güzel okuyor, Majka kara Šećer Salih-agu): “Ne elden ettinse, ne kazandınsa her şeyi yavukluna verirsin” sözleriyle Şeçer Salih Ağa’yı (Şeker Salih Ağa) eleştirir annesi. Salih Ağa da annesine şu cevabı verir: “Ne vermiştim, canım anneciğim, iki eline iki bilezik, halhalları da, iki diba, dört parça kadife, iki inci ile süslemiş fes, ikisi de süslenmemiş, bir de pabuç gümüşle işlenmiş, bir de terlik altınla süslenmiş. Her şeyi verdim, dokuz yıl içinde üç defa hariç olmak üzere sevdiğimi görmemiştim, bir kere penceresinin altına gittim, sevdiğim yatsı namazını kılıyordu, başka sefer gittim, sevdiğim ince nakış yapıyor, elinde billur iğne, önünde altın gergef, gergefte Dubrovnik kumaşı. Üçüncü sefer gittim, sevdiğim entarisini çıkarıyor, kolunu gördüğümde o kadar ah çektim ki tüm konakta yankılanmış, penceresinin camı kırılmış.” Demek ki aşk cömertlik ve fedakârlık ister.
Uzaktan aşk derdinde olanlar da sevdalinkalarla anlatılmış. Mesela, “Sadih almu na sred Atmejdana”. Yani, kısaltayım: “At Meydanı ortasında elma ağacını dikiyor, üç sene boyunca sevdiğime bakıyordum. Elma ağacının meyve verme zamanı gelince, sevdiğimin de evlenme zamanı geldi. Rüzgar esmiş, elmanın dalını koparmış, benim de arkadaşım gelmiş, sevdiğimi gelin götürmüş, bir de beni düğüne davet etmiş. Gitsem, acılar görürüm, gitmesem sevdiğimi görmeyeceğim.”
İşte bu zavallı üç sene boyunca düşünmüş taşınmış, hesaplamış, şartlar yerine gelsin diye beklemiş. Cesareti olmamış belki, sevdiği başkasına varmış. Hak etmiş bu kaybı bence.
Peki, şimdi hangisi daha doğru: İlan-ı aşk mı, evlendirmekle/evlenmekle acele etmek mi, yoksa şartların yerine gelmesini beklerken (ev, bark, okul, para, makam, mobilya, kredi, beyaz eşya vs.) söz ve nişan masraflarıyla oyalanıp belki de hayatın en önemli ve en güzel tarafını kaçırmak mı? Hangisi daha İslami?
Hah, yazımın başlığına geleyim: Evlilikle aşk biter mi? Asla. Mecazında da hakikisinde de vuslattan sonra sır âlemine girilir. Namahreme açılmaz. Ancak bunu yaşayanlar bu aşkın ne kadar derinleştiğini, ne kadar zenginleştiğini biliyorlar. Sır olduğu için ifşa edilmez. Ancak bu mutluluk daimdir. Ebedi ve ezeli.
Aşk olsun! Aşkımız daim olsun!