“Yüreğimi bıraktığım yer”

Emevi komutanı  Tarık bin Ziyad’ın Kuzey Afrika’dan bugünkü İspanya toprakları içinde yer alan Endülüs’e ayak bastığında, kendilerini getiren gemilerin yakılmasını emrettiği söylenir. Askerler neden yakılacağını söylediğinde “Dönüşü yok gelişimizin” dediği rivayet edilir.

İnsanların yaşadıkları yerlerden ayrılmaları oldukça zordur. Eğer doğdukları, çocukluklarını, gençliklerini geçirdikleri yerlere bir daha dönemeyeceklerini biliyorlarsa bu daha da zor bir hissiyat uyandırır. Belki doğduğunuz yerlerden gidersiniz ama yüreğiniz orda kalmaya devam eder.

İşte Tanzanya’nın kıyı sahillerinden Bagamoyo da yüreğin bırakıldığı yerlerden biri. Yerli dilde Bagamoyo’nun anlamı zaten “yüreğimi bıraktığım yer”dir. Doğu Afrika’dan toplanan kölelerin kasabasının adıdır Bagamonyo. Şimdi 30 bin nüfusu ile sakin bir balıkçı kasabası görünümünde olan Bagamonyo’dan batıya elleri ve ayakları zincirlenerek giden köleler bu şehirde ailelerini, umutlarını, hayallerini bırakmışlardır. Her baba ağacın altında mutlaka bir yerlinin kan ve gözyaşı vardır. Hatta bu kan ve gözyaşına o yıllardan kalan bu ağaçların hala şahitlik ettiğini görürsünüz.

Tanzanyalı yerliler yıllarca deniz ve doğal zenginliklerin buluştuğu bu şehirde barış ve huzur içinde yaşamışlardı. İlk defa bu tarihi kasabaya 13. yüzyılda Farisiler gelmiş. İranlı Farisiler buraya geldiklerinde Sünni olup yerliler arasında İslam’ı yaymışlar. Kaole’ye ilk cami ve medreseyi kurmuşlar. Yıllarca bu camii ve medrese yerlilere kılavuzluk etmiş. Daha sonra ise Umman’dan Araplar gelerek ilk köleciliği başlatmışlar. İbadi anlayışına sahip olan Ummanlı Araplar Müslümanlar arasında ilk ayrılığı başlatarak yerliler arasında savaşlara neden olmuşlar.

Portekizli kaşif, insan avcısı Vasko De Gama da bu kasabaya uğrayanlardan. Şehrin güzelliği ve stratejik önemini fark eden Portekizliler ilk Doğu Afrika kolonilerini burada kurmuşlar. Portekizler uzun zaman bu bölgede kalmış olmalarına rağmen herhangi bir kültürel etkileri görülmüyor.

Bagamoyo uzun süredir Müslüman Araplarla Portekizliler arasındaki savaşlara şahitlik etmiş. Fakat ilk defa 19. yüzyılda tamamen bir köle şehrine dönüşmüş. Almanlar buraya geldiklerinde ne kadar Müslüman yerli varsa katlederek Bagamoyo’nun geçmişini silmeye çalışmışlar.  Bagamoyo’da Hristiyanlığı yaymak için kiliseler kurmuş ve misyonerlik faaliyetlerine başlamışlar. Müslüman yerlilerin büyük bir bölümü Almanların katliamları karşısında Hristiyanlığa dönmek zorunda kalmışlar.

Bu şehri gezerken bize mihmandarlık yapan arkadaş, isminin Malik olduğunu söyleyerek ailesindeki tüm isimlerin Müslüman olmasına rağmen Hristiyan olduklarını anlatıyordu. Ataları muhtemelen Müslüman olduğu için kendi aile isimlerinin de Müslüman isimler olabileceğini söylerken sabah ve akşam her gün ellerini, yüzlerini ve ayaklarını yıkadıklarını, bunun bir aile geleneği olduğunu ilave ediyordu.

Almanlar, Bagamoyo’yu Doğu Afrika’nın köle ticaretinin merkezi yapmışlar ve burada Doğu Afrika valiliğini kurmuşlar. İkinci dünya savaşına kadar bu kasabada kalan Almanlar Uganda ve Kongo’dan getirdikleri yerlileri köleleştirerek fildişi avcılığı da yapmışlar. Almanların bu bölgede köleleştirdiği insanları birinci ve ikinci dünya savaşlarında savaştırdığı söylentileri de var. Yüzbinlerce fili ise fildişi nedeniyle katlettikleri bilinmekte, bunun için kasabada bir fil mezarlığı bile kurulmuş.

1884 Berlin Konferansı’nda bu şehir ve çevresi Almanlara bırakılmış. Uzun süre İngilizlerle bölgenin hakimiyeti için mücadele ederken bir taraftan da yerlilerin direnişine karşı İngilizlerle işbirliği yapmışlar. Almanların burada Doğu Afrika koloni şirketi kurmaları ise ne derece sömürgeci bir dil kullandıklarını gösterir nitelikte.

Alman sömürgeciliğine karşı en önemli yerli direnişlerden biri Şef Mkwawe tarafından ortaya konulmuş. Bir yerli kabilesinin lideri olan Şef Mkwawe o zamanki adıyla Tanganika’da yaşayan yerlileri Alman sömürgeciliğine karşı direniş için birleştirmeyi başarmış. Yerliler ilkel silahlarla Almanları Hehe ve Kalenga şehirlerinde yenilgiye uğratmışlar. Birbirleri ile Afrika’da mücadele içinde olan Almanlar bu direniş karşısında birlik olmak zorunda kalmışlar, ancak yerli direnişini 1899’da ayaklanma başladıktan 8 yıl sonra kırabilmişler.

Şef Mkwawe yapılan bir savaşta yakalanmış, elleri ve ayakları zincire bağlı bir şekilde Bagamoyo’da yıllara tanıklık eden bir ağacın altında bekletilmiş. Önce elleri ve kolları daha sonra da başı gövdesinden koparılmış. Hala o ağacın altında bu dev yürekli şefin kurumuş kan damlarını görmek mümkün. Hala zincirler o ağaca bağlanmış şekilde geçmişi hatırlamak isteyenlere şahitlik ediyor.

Maji Maji ayaklanmasında yüzbinlerce yerlinin katledildiği biliniyor. Fakat yerliler bu vahşete karşı özgürlüklerinden vaz geçmemişler ve yüreklerini bıraktıkları şehri beyaz adamdan kurtarmaya çalışmışlar.

Hayatta her şeyin bir bedeli olduğu gibi buraya hakim olmanın da bir bedeli vardı. Fakat bu bedeli her zaman bölgede yaşayan yerliler ödeyecekti. Alman sömürgeciliğinden kalan Bagamoyolılar bir süre sonra İngiliz koloniciliği ile tanışmışlar, yıllarca sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtulamayan yerliler, ancak 1960’lı yıllarda hür ve bağımsız olabilmişler.

Özgürlüğün ne kadar yüce bir duygu olduğunu bu şehri gezerken fark ediyorsunuz. Hele bir de yüreğinizi bıraktığınız bir şehir varsa, özgürlük vaz geçilmez oluyor. Bugün Tanzanya’da şimdilerde bir kıyı kasabası olan Bagamoyo, ismi ile müsemma şehirlerden yalnızca biri. Fakat dünyada kalbimizi bıraktığımız o kadar çok yer var ki, bu yüzden kalbimizin sesini dinleyip yüreğimizin götürdüğü şehre gitmek gerekiyor.