Ruanda’da soykırım gerçekleşeli 25 yıl oldu. Oysa 1994 yılı Afrika kıtasına yeni umutlar getirmiş, Güney Afrika’da beyaz azınlığın iş başında olduğu ırkçı apartheid yönetime ülkenin çoğunluğunu oluşturan siyahlar son vermişti. Güney Afrika halkının özgürlüğe kavuşmasıyla, sömürgecilik sonrası küresel güçlerin kendilerine mahkûm ettikleri Afrika için yeni bir umut ortaya çıkmıştı.
Eski Gana Devlet Başkanı Kwame Nkrumah’ın hayalini kurduğu Afrika halklarının birliğinin gerçekleşmesi önündeki engeller, son kalenin de ele geçirilmesiyle ortadan kalkmış gibiydi. Fakat bunların hiçbiri olmadı ve Afrika toplulukları Ruanda’da kendi geleceklerine son verme çabası içine girdiler.
100 gün içerisinde bir milyona yakın ılımlı Hutu ve Tutsi, Hutu milisleri tarafından acımasızca öldürüldü. Başta ABD ve Fransa bu insanlık suçunu izlemekle yetindi. Hatta Fransa’nın soykırıma katkı vermesine yönelik ipuçları bulundu.
Fâil sadece Fransa değil
Bugün Afrika’nın hemen hemen her ülkesinde yatırımları bulunan Çin bile bir anlamda soykırımı finanse etti. Soykırımın başlamasından günler önce Çin tarafından ülkeye 2 milyona yakın pala ve bıçak sokuldu. Şimdi katliamda rolü olan bu devletler Ruanda soykırımını anma gününe temsilci göndererek duygusal konuşmalar yapıyor.
Ruanda’dan sonra benzer bir katliam yine Hutu ve Tutsiler arasında Zaire’de (şimdiki adıyla Demokratik Kongo) yaşandı. Etnik siyasetin ve savaş çığırtkanlığının taraftarı olan siyasiler, kana doymadılar ve beş milyona yakın insanın birbirini öldürmesinin failleri oldular.
Gerek Ruanda soykırımı gerek Zaire iç savaşı, Afrika’nın çektiği acıların dinmesini sağlayacakken daha çok trajediyi beraberinde getirdi. Bölgede 10 milyona yakın insan, bütün bu olanlardan etkilenerek psikolojik ve siyasi bir travma yaşadı.
Darfurda etnik katliam
Benzer katliam haberleri daha sonra Sudan’ın Darfur eyaletlerinden geldi. Yıllardır göçebe ve yerleşik kabileler arasında devam eden kavga bir etnik çatışmaya ve Cancevid denilen milis kuvvetlerin rol oynamasıyla bir katliama dönüştü. Yüzbinlerce insan aynı dine inanmalarına rağmen etnik ve diğer sosyal farklılıklarından dolayı katliama maruz kaldı.
Darfur hâdiselerinde de küresel güçlerin oynadığı rolü görmek gerekli. Özellikle ABD, İsrail ve İngiltere’nin tarafları kışkırtma çabalarını. Sonuçta Darfur katliamıyla bölgede yaşayan Müslümanlar kaybetti. İyileştirilmesi zor yaralar, hayatlar bıraktı. Sudan ikiye ayrıldıktan sonra iç savaşla boğuşan bir ülke ortaya çıktı.
Acı sırası Orta Afrika’da
Darfur trajedisinin sona ermesinin ardından Orta Afrika’da benzer bir trajedi yaşandı. Eski Orta Afrika Cumhurbaşkanı Bozize’nin devrilmesiyle başlayan süreçte, Müslümanların çoğunlukta olduğu SELEKA grubu iktidarı ele geçirdi. Fakat Demokratik Kongo, Angola gibi ülkeler durumdan memnun olmadı. Orta Afrika’daki Hristiyan gruplar anti-Balaka adlı milis kuvvetleri öncülüğünde bir araya gelerek 5 binden fazla Müslümanı katletti.
SELEKA’nın iktidardan uzaklaştırılması, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde bir sulh ortamı ortaya çıkarmadı, aksine iç savaşın hızlanmasının zemini hazırlandı. Yıllardır, Liberya, Sierra Leone, Ruanda gibi ülkeleri azınlıklar yönetirken Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yüzde 15-20’lerini oluşturan Müslümanlara izin verilmedi.
Bu tür ülkelerde silahlı grupların terörize olmaları kolaydır. Nihayetinde anti-Balaka’nın başlattığı katliam karşı tarafın da aynı sertlikte karşılık vermesine ve barış ortamının bir süre sağlanamamasına neden oldu.
Arabulucular fitne ateşi yakıyor
Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki taraflar arasındaki arabuluculuklar Çad ve Angola tarafından gerçekleştiriliyor. Fakat iki ülkenin arabuluculuktan ziyade tarafları desteklemeleri iç savaşı daha da artırdı.
Son bir sene içinde Orta Afrika’da taraflar arasında barışın sağlanması için Sudan yönetimi yoğun bir çaba sarf etti. Barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı ve süreçteki samimiyeti takdir topladı. Diğer arabulucu Rusya ise önce bölgeye uzman asker konuşlandırdı. Ardından Orta Afrika’daki barış görüşmelerinde aktif rol oynayarak tekrar siyasi ve askeri bir güç olarak Afrika’ya döndü.
Ruanda, Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nin ortak özelliği yakın tarihlerinde insanlığa karşı işlenen ağır suçları yaşamış olmaları ve bu olaylardan ders çıkararak yeni bir gelecek için uğraş vermeleri. Ruanda, soykırım sonrası ülkenin istikrarı ve kalkınması için iyi bir ivme yakaladı. Paul Kagame’nin baskıcı ve otoriteye dayalı bir yönetim kurduğu söylense de Ruanda’da taraflar arasında uzlaşmayı sağlayabildi ve yaşanan kötü olaylar unutuldu. Şimdi etnik kimliklerin ön planda olmadığı bir ülke görünümünde olan Ruanda, Afrika Kıtası Serbest Pazar’ına ev sahipliği yapmasıyla yükselen Afrika’nın motor güçlerinden biri olacağını gösteriyor.
Sudan zor günler yaşadı ve yaşamaya hâlâ devam ediyor. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde gösterdiği çabayı bir türlü kendi halkına karşı gösteremedi. Beşir yönetimi uzun süre ekonomik sorunlar ve protestolarla mücadele etmek zorunda kaldı. Sudan, Ruanda gibi bir toparlanmayı henüz sağlayabilmiş değil. Fakat bu durum sadece Sudan yönetimi ile de alakalı değil. Aynı zamanda küresel aktörlerin Ruanda’da gösterdikleri yapıcı politikalarını Sudan’dan esirgemelerinin önemli bir payı var.
Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ise barış bu kez taraflar arasında kabul görmezse tekrar iç savaş ihtimali büyük. İç savaş daha önce Müslüman ve Hristiyanlar arasında gruplarda iken şimdi etnik bir kargaşaya dönüşme riski var.
Ruanda’daki soykırımı hatırlayıp gözyaşı dökmek, duygusal konuşmalar yapmak Batılı sömürgeciler için yalnızca bir aldatmaca. Gelecekte yeni soykırımların, trajedilerin yaşanmaması isteniyorsa Afrika’yı küresel menfaatlerin çatışma merkezi olarak görmemeleri lazım. Hem soykırıma zemin hazırlayıp hem de duygusal tepkilerde bulunmak timsah gözyaşlarıdır. Yalnız Afrikalıların sorumluğu daha büyük. Eğer Afrikalılar, sömürgecilerin vaatlerine inanıyorsa bu tür olayları her zaman yaşayacaklar ve çatışma, iç savaş soykırım, istikrarsızlıkla sürekli karşılaşacakları aşikârdır.