Afrika ülkeleri deyince aklımıza hemen yoksul insanlar geliyor. Gerçekten de dünyanın en yoksul insanlarının büyük bir bölümü Afrika kıtasında yaşıyor. Yaklaşık 400 milyon kişi günlük 1,5 doların altında yaşıyor. Afrika ülkelerinde sadece halkın yüzde 5’inin sofradan doyarak kalktığı ve gelecek diye bir endişesinin olmadığı belirtiliyor.
Aslında Afrika insanının ne kadar yoksul olduğu göreceli bir kavramdır. Yoksulluğun ekonomik boyutu var şüphesiz. Fakat Afrika’daki yoksulluğu düşünürken sadece ekonomik değerlere takılıp kalınmamalı. Afrika insanı yoksulluk içinde yaşayan kültürel ve sosyal zenginliğe sahip insanlardır. Bu yüzden yoksulluğu dışlarında yaşarlarken, içlerinde yaşamazlar.
Kapitalizmin bize “yoksul insanlar mutsuz insanlardır” ön yargısını dayatır. Bu ön yargının ne kadar abartılı olduğunu bir Afrika ülkesine gittiğinizde rahatlıkla görebilirsiniz. Mali, Etiyopya, Sudan, Zimabbwe, yoksul Afrika ülkeleri olarak bilinir; fakat dünyanın en mutlu insanları bu ülkelerde yaşar. Harare veya Afar’da insanların yoksulluklarına yakından şahit olabilirsiniz, bunun yanı sıra siyah yüzlerinde gülümsemenin hiç eksik olmadığını da görebilirsiniz.
Afrikalılar doğal zenginlik kaynaklarına rağmen hiçbir zaman Avrupa ve ABD’de yaşayan insanların seviyesine ulaşmadılar, ulaşamazlar da. Ne kadar zengin kaynaklara sahip olsalar da dışlarında yaşadıkları yoksulluğu sona erdiremezler. Ancak Batı’nın empoze etmeye çalıştığı ve başarılı da olduğu Afrika modernizmini, sosyal ve kültürel hayatın vaz geçilmezi olarak görürlerse dışlarındaki yoksulluğu içlerinde de yaşayabilirler.
Addis Ababa’da bindiğim bir taksi şoförü ayda 100 dolar kazandığını ve bu paranın ailesinin geçimi için yettiğini söyledi. Taksi şoförü son zamanlarda kızına aldığı cep telefonu nedeniyle bazen ay sonunda zorlandığını da ekledi. Eğer modernizmin tüketime zorladığı materyaller olmazsa, yoksulluk sıradan bir Etiyopyalı için fazla sorun teşkil etmeyecek. Ancak Batı’nın ürettiği teknolojinin büyüsüne kapılmak, geleneksel yoksulluk alışkanlıklarını da değiştirerek daha fazla kazanmaya bu da içsel bir yoksulluk açlığına dönüşecektir.
Afrika’da Batı’nın öğrettiği yoksulluk insanlara çalmayı, hırsızlık yapmayı da öğretti. 100 yıl önceki Batılıların batı merkezli romanlarını okuduğunuzda, Afrikalıların hırsızlığı, çalmayı çok fazla bilmediklerini de görürsünüz. Çünkü hırsızlık bir anlamda başkasına ait olan eşyanın, o kişinin rızası sorulmadan alınmasıdır. Afrika’da yaklaşık 2500’e yakın kabilenin ortak teması “başkasına ait malın alınmaması” üzerine kurdukları ilişkidir.
Avrupalılar Afrikalılara önce yoksul olduklarını, sonra da yoksulluktan kurtulmak için çalmaları gerektiğini öğrettiler.
Nijerya ve Güney Afrika bu problemin iki önemli örnekleri. Her iki ülke de Afrika’nın en zengin ülkeleri. Afrika ekonomisinin neredeyse yüzde 55’ine bu ülkeler sahip. Bu ülkelerde hırsızlık, diğer Afrika ülkelerine göre çok yaygın. Nijerya’nın en büyük şehri Lagos’ta, neredeyse yarım saat bir caddede yürüyemezsiniz. Sürekli hırsızların sizi rahatsız etmelerine, sizden bir şeyler çalmak istemelerine tanık olursunuz. Güney Afrika’nın Johanesburg şehri de farklı değil. Çünkü her Johanesburg’a gidişimde ya paramı çaldırdım, ya da cep telefonumu. Belki büyük ölçüde benim dikkatsizliğimden, ama sonuçta bu bir vakıa.
Nijer ise dünyanın ve Afrika’nın en fakir ülkelerinden biri, Eritre de öyle. Nijer o kadar fakir olmasına rağmen başkent Niamey’de herhangi bir hırsızın saldırısına uğramadan Fransızların yaptığı o büyük caddede çok rahat yürüyebilirsiniz.
İçlerinde yoksulluk hissedenlerin başvurduğu yöntemlerden biri de yolsuzluk yapmaktır. Afrika ülkelerini yönetenler ve bürokraside olanlar, dünyada en fazla yolsuzluk yapanlar. Sadece Nijerya’da geçen yıl 16 milyar dolarlık bir yolsuzluğun yapıldığı açıklandı. Yolsuzluk yapanlar devletin ve halkın elindekini alarak daha fazla zenginleşmek isteyen, daha fazla Batılı gibi refah bir şekilde yaşamak isteyenler.
İngiltere Başbakanı Cameron; İngiltere kraliçesi ile konuşurken Nijerya’nın yolsuzlukta öne çıkan ülke olduğunu söyledi. Nijerya Devlet Başkanı da yolsuzluk üzerine katıldığı Londra konferansı öncesinde Cameron’un konuşmasına tepki göstererek, İngiltere’nin bankalarında çalıntı Nijerya paralarının teslim edilmesi gerektiğini söyledi.
Gerek Cameron’un gerek Nijerya Devlet Başkanı Buhari’nin demeçleri kendi içinde bir ironi içermekte. Cameron haksız değil, Afrika’da yolsuzluğa batmış ülkelerin başını Nijerya çekiyor. Fakat Nijerya’da bu yolsuzluğun baş mimarı İngiltere’nin kendisi. Yıllarca İngiltere tarafından desteklenen devlet adamlarının yolsuzluklarından ve bir yolsuzluk geleneği oluşturmasından bu hale geldi Nijerya. Eğer şu anda bile Nijerya’nın petrol gelirlerinin yüzde 52’sini İngiltere ve ABD paylaşıyorsa, yolsuzluğun öncelikle sorumlularının kim olduğunu daha kolay anlayabiliriz.
Afrika halkının bir kaderi de yoksun bırakılmışlık. Yoksun bırakılmayı yoksulluk veya fakirlikle de açıklayamayız. Afrika’nın yoksunluğunun temelinde küresel çatışmaların önemli etkileri var. Bu yoksunluklara karşı Afrika insanı genelde iki yolu tercih ediyor: Ya kaderlerine boyun eğiyorlar ya da Avrupa ülkelerine göç ediyorlar. Her yıl 1 milyona Afrikalı, yoksunluğun çözümünü Avrupa ülkelerinde arıyor. Fakat sonuç hiç de bekledikleri gibi gitmiyor. Binlerce kişi henüz umuda olan yolcukları bitmeden hayatlarını Akdeniz’in veya Atlantik Okyanusu’nun sığ sularında kaybediyor.
Yolsuzluk, yoksunluk ve yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu Afrika’nın kendi iç dünyasındaki zenginlikten geçiyor. Afrika insanının iç dünyasındaki zenginlik bu sorunların üstesinden gelme kapasitesine sahip. Yeter ki bu durumun farkına varabilsin.