Bana öyle gelir ki eylül ayını sevmek için yatılı okumamış olmak gerekir. Oysa ben, on bir yaşından itibaren yedi sene boyunca orada burada yatılı okudum. Her eylülde, anne elinde ustaca istiflenmiş bavullarını, otobüs terminallerinde, tren garlarında çekiştirip duran yatılı talebeler arasına karıştım, on binlerce kilometre yol yaptım, binlerce kere el salladım.
Bu sebeple, okullar açılırken benim aklıma daima, henüz o günlerde yatılı hayatının ilk gecelerini yaşayan, anne yemeği dışındaki ilk yemeklerini yiyen tıfıllar gelir. Yani ders çıkışlarında, gündüzlüler gündüzle birlikte çekildikten sonra, ne eve, ne okula benzeyen o yurtlarda, o pansiyonlarda öylece kalanlar.
Yatılılara yakınlık duyan bir eski yatılıyım. “Yatılı” başka bir ırktır bana göre. Kendine özgüdür; diliyle, rengiyle, zevkiyle, gündüzlüden apayrıdır. İlk zamanların hafifletilmiş işkence hayatını saymazsak, yatılı olmanın ayrıcalıklar dünyası olduğunu bile söyleyebilirim. Ben de zaten bu ilk dönemin eylüllerini sevmediğim için, eylülle barışamadım.
Peki, bir yatılıyı nasıl tanırız? Yatılı olma hali, en çok ne zaman yüzeye vurur? Yatılı neleriyle yatılı olur? Saymaya çalışalım.
Bir kere yatılı dayanışma ruhuna sahiptir. Memleketten getirdiğin meyveyi çörekle takas edersin, geri ödenmeyeceğini bile bile borç verirsin, sigara üleşirsin. Ve bunu senelerce yaparsın. Sadece yıllar içinde dayanışma başlıkları değişir ve mesela silgiden sigaraya, çikletten jöleye geçilir.
Erkek lisesinde okuyorsa yatılı, hafta içleri ütüsüz biridir. Pantolonu, ceketi, gömleği ütüyle nadiren, o da ya Cumartesi çarşı izninde ya da memlekete gidip geldiğinde tanışır. Gündüzlülerin esvapları tertipli, ütülüdür. Ama ütü mevzuu yatılının o kadar gündeminde değildir ki, bu tertipliliğe imrenecek dikkati bile yoktur.
Birçok yatılı çarşı izninde kendini yemeye içmeye verir. Bu sebeple yatılılar, mesela ortaokul döneminde olanlar, yaşıtlarına göre daha çok lokanta, daha fazla kafeterya bilgisine, görgüsüne sahiptir. Yaşadıkları şehrin en iyi tostçusunu, dönercisini, tatlıcısını bilme ihtimali yüksektir. Gurmelerin yatılılar arasından çıkması tesadüfi değildir.
Bu sebeple yatılı bir ortaokul öğrencisi, şehrin merkezine, çarşının girdisine çıktısına, belediye otobüslerinin numaralarına, servisle evden okula gelip giden yaşıtlarından daha fazla hâkimdir.
Yatılı, birçok arkadaşının henüz belki görmediği otobüs terminallerini ezbere bilir. Otobüs kaçırmıştır, yer bulamamıştır, terminalde üç saat (bayram yoğunluğunda belki de beş saat) beklemek zorunda kalmıştır. Nerede, nasıl beklenir, bavullar nereye emanet bırakılır, yolcuların masalarda terk ettiği gazeteler temizlikçiden önce nasıl elde edilir; yatılı bunlara hâkimdir. Öyle ki zamanla, terminallerdeki değnekçinin, gazete bayiinin huyunu suyunu tanıyacak bir aşinalık bile kazanır. Şahsen ben, yıllar içinde o biletçilerin, değnekçilerin gözümün önünde kilo almalarına, saçlarının kırlaşmasına ve dökülmesine şaşırarak şahit oldum.
Yatılı, ailesinin vâkıf olmadığı bir kültürel ağa dâhil olabilir. Bazı dergi ofislerine, bazı abilere, bazı sohbetlere kimseye hesap vermeden gidebilir. Bu mecralar yoluyla kimi dergiler, kitaplar, yazarlar ve dolayısıyla bir kısmı “sakıncalı” olan fikirler tanır. Ailesi bunlardan bihaberdir. Öyle ki, yaz tatili gelip de biraz uzunca vakit geçirmek icap ettiğinde, babası onun o sene içinde eriştiği bazı fikirlerle sendeleyebilir, yer yer telaşlanabilir.
Yatılı, “yer, içer, yatar”. Ev işlerinin bir ucundan tutmamıştır. Babasının işlerine de yabancıdır. Yatılılık uzadıkça o da ev işlerindeki beceriksizliğinde derinleşir. Soba yakmayı kıvıramaz, ampul değiştiremez, araba kullanmayı öğrenmemiştir filan. Sadece somut ev işlerinde değil, somut komşu-akraba işlerinde de körelir. Kim kimin nesidir, kim evlenip kim boşanmıştır, bunları hem önemsemez, hem de her zaman bir kısmını kaçırır.
Yatılının televizyon alışkanlıkları da bambaşkadır. Evde olsa annesinin, babasının, kardeşlerinin televizyon dizilerine şöyle böyle aşina olacaktır. Ama o bunların birçoğunu tanımaz. (Ben şahsen yatılı kaldığım senelerde Türkiye’yi kasıp kavurmuş birçok dizi hakkında bugün de en küçük bir fikir sahibi değilim ve yapılan atıfları asla anlayamam.) Buna mukabil yatılı, sinemaya hâkimdir, müzik zevki gelişmeye açıktır.
Yatılıların hususiyeti bunlarla bitecek değil elbet. Ben sadece Eylül virdimi eda ettim: Yurt penceresinden dışarıya bakarken evini, sokağını, annesini düşünen on bir yaşındaki o çocuğu hatırladım. Allah kabul etsin.