Yaşıyor gibi yaşamak

Afrika edebiyatı Türkiye’de henüz yeni yeni tanınıyor. Birkaç dergi Afrika özel sayısı hazırladı ve Türk okuyucusuna tanıtma yönünde çabalar gösterdi. Aslında Afrika edebiyatı diye bir edebiyat var mı? Bu da tartışmalı bir konu ama Afrikalı yazarların kıtaya ait özel bir edebiyat çabası sergilediklerine de kuşku yok. Afrika edebiyatının bendeki izdüşümü “yaşıyor gibi yaşamak” üzerine olmuştur. Ne zaman Afrika edebiyatından bir şiir, hikaye, roman okusam kendimi “yaşıyor gibi yaşama” atmosferinde hissetmişimdir. Belki yaşıyor olmanın farkına varmak gibi bir şey bu.

Afrika edebiyatının en bariz özelliği gerçek yaşam öykülerinin hep önemli bir yer teşkil etmesi. Bir şekilde anlatılan öyküler yaşanmıştır, yaşanılmaya devam etmektedir. Ama bu yaşanılanlar da çok arzu edilen, istenilen hayatlarda değildir. Bir zorunluluk vardır, bu zorunluluk size önceden tahmin edebildiğiniz bir hayatı yaşama zorunluğudur. Birey çok fazla ön planda değildir, olaylar size bir yerlere götürür ve getirir. Bir anlamda fail değilsinizdir hep mağdursunuzdur. Hayata özne olarak değil nesne olarak bakabilirsiniz. Çünkü özne olmak sizi yaşamak zorunda kaldıklarınız karşısında zayıflatır, güç toplamanızı etkiler. Ama nesne olduğunuzda yaşamak, hayatta kalmak daha kolaydır. Başarmak kaybetmekten daha kolay gelir size.

İşte bu hislerin sizde daima canlı kalmasını Ugandalı kadın yazar Beatrice Lamwaka gibi Afrikalı yazarların eserleri sağlar. Özellikle Lamwaka’nın “Kelebeklerin Rüyası” adlı kısa öykülerinde yaşıyor olduğunuz için yaşadığınızı anlarsınız. Lamwaka’nın bu öykü kitabı, yazarın doğduğu ilk çocukluk yıllarının geçtiği kuzey Uganda’da’nın Gulu şehrinde geçer. Bu şehir ve çevresi Afrika’nın en vahşi terör örgütlerinden “Tanrının Kurtuluş Örgütü”nün yuvalandığı bir bölgedir. Radikal Hıristiyanlığı temel alan örgüt İncil’in koyduğu kuralların geçerli olmasını savunuyor. Kutsal saydığı amacını gerçekleştirmek için özellikle “kafir” olarak nitelediği Müslümanları öldürüyor. Orta Afrika, Uganda, Güney Sudan, Demokratik Kongo’da birçok katliam yapan örgüt çocukları asker olarak kullanması ile de biliniyor.  Kelebeklerin rüyasındaki Lamunu da kanlı örgüt tarafından kaçırılan küçük kızlardan yalnızca biri. Başlangıçta teröristlerin yemeklerini hazırlıyor ve su tedariki gibi işlerle uğraştırılıyor. Zamanla biraz büyüyüp serpilince teröristler tarafından cinsel bir nesne olarak da kullanılıyor. Eline bir kalaşnikof veriliyor ve sivil insanları nasıl öldüreceği öğretiliyor.

Lamunu’yu tüm bu vahşetin ortasında ayakta tutan ise geceleyin bir ağaç kovuğuna sığındığında kurduğu hayalleridir. Bir gün bu yaşadıklarının biteceğine, yeni bir yerde hayata başlayacağına inanır. Onun için masum olan tabiatın kendine sunduğu güzelliklerdir. Bir köy baskınında kadın ve çocukları öldürse de, kuşların sesi, ırmakların coşkusu, ağaçların gölgesi ona umut verir.  Lamunu, Uganda ormanlarında yalnızlığını, kurduğu hayallerle geçirmeye çalışır. Yaşıyor olmak için yaşadığından kurtulmak istiyordur hep. Hayatın bir anlamı olduğuna inanıyor ve bu anlamı bulmak için düşler görür.

Lamunu aslında Afrika’daki 30 bin çocuk askerden yalnızca biridir. İstemedikleri bir hayatı yaşamak zorunda kalan, yaşıyor olmak için yaşayan çocuklar… Yazar, Lamunu ile birlikte kendi çevresindeki yaşadıklarını anlatıyor bir bakıma. Çünkü onun da küçük erkek kardeşi Tanrının Kurtuluş Ordusu tarafından kaçırılmıştı. Yazar bir bakıma öyküsü ile kendi hayalleri arasında bir ilişki kuruyor. Bir gün kardeşinin çıkıp geleceğine, eskiden olduğu gibi köylerinin çatısı sazlık kaplı evlerinin bahçesinde yeniden oynayacağına inanıyor.

Yaşıyor gibi yaşamayı bize epik bir dille gösteren Ugandalı şairlerden biri de Okot p’Bitek’tir. p’Bitek’in şiirleri Afrika’nın bütün dramını gözler önüne serer. Anlatı şeklinde yazdığı şiirleri özelde Uganda, genelde Afrika toplumunun yaşamak zorunda olduklarıdır. “Lawino’nun Şarkısı” bu zorunluğun epik dilde anlatıldığı bir eserdir. Bu şiir kitabı önce yerel Akholi dilinde yazılmış sonra yazarın yine kendisi tarafından İngilizce olarak tekrar kaleme alınmış. Uganda yıllarca Alman ve İngilizlerin kolonisinde kalmış bir Afrika ülkesidir. Ugandalılar özellikle İngilizlerin kendilerine entegre etmeye çalıştığı bir hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu bir bakıma yeni bir sentez olduğu gibi köklerden de uzaklaşmadır. Bugün Afrika’nın Frankofon gibi bir sorunu olduğu kadar Anglafon gibi de sorunu vardır. Bazı bölgeler hem İngiltere, hem Fransa hem de Almanya’nın sömürgesi altında kalmışlardır. Günümüzde Kamerun’da Frankofon bölgede yaşayanlar ile Anglofon bölgelerde yaşayanlar arasında tarihi bir düşmanlık var. Birbirlerini sevmez, nefret ederler, kendi dilleri yerine onlara zorla öğretilen Fransızca ya da İngilizce’yi konuşurlar. Demokratik Kongo’da Hutiler ve Tutsiler’in Belçikalı ya da Fransızlardan daha çok birbirlerine düşman olarak görmeleri gibidir.

‘Lawino’nun Şarkısı’nda Anglofon Ugandalıların kökleri ile nasıl bir düşmanlık içine girdikleri anlatılır. Lawino, Ugandalı sıradan Okol adında bir kabile reisinin eşidir. Lawino çığlığını eşiğine duyurmaya çalışır ama onun asıl öfkesi İngilizleredir. İngilizler Uganda topraklarına gelip eskiye ait her türlü şeyi yok etmeye çalışıp yerine kendi dünyalarını kurmak istemişler ve yerli halkı da kendileri gibi yaşamak zorunda bırakmışlardır. Lawino’nun kocası Okol, Clementine adında yeni bir kadınla evlenir. Clementine İngiliz eğitimi almış, Batılıların tutum ve davranışlarını benimsemiş bir kadındır. Okol artık Lawino’ya ilgi göstermez, onun için yeni karısı daha çekicidir. Giyimi, konuşması, davranışlarıyla. Okol artık kendi kültürünü yaşatmak yerine Batılı değerlere sahip çıkan biri haline gelmiştir. Lawino kocasının bu köklerden uzaklaşmasına karşı direnir, onu tekrar köklerine döndürmeye çalışır. Clementine karşısında tek avantajı ise sesi ve dansıdır. Kocasına şarkısını söyler dansını eder, Clementine’den uzaklaşması için yoğun bir çaba sarfeder. Kelebeklerin Rüyası da, Lawino’nun Şarkısı da bize Afrika gerçeğini gösterir. Afrika’nın yaşamak zorunda kaldığı hayatı. Belki yaşıyor gibi yaşamaktan kurtulmanın yolu da kelebeklerin kurduğu hayalleri kurmak ve Lawino’nun şarkısını söylemektir.