Türkiye Afrika’yı 1990’lı yıllarda tanıdı. Afrika Türkiye için yardım götürülmesi gereken bir kıta olarak algılandı. Afrika fakirdi, yoksuldu, her türlü yardıma ihtiyacı vardı. Başta büyük yardım kuruluşları daha sonra mahalle dernekleri ve vakıfları bile büyük bir heyecan ve aşkla Afrika’ya yardım götürmeye başladı.
Özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarında toplananlar Afrika’ya bu yardım seferberliği içerisinde aktarıldı. Birçok Afrikalının Türkiye’den gelen yardımlarla karnı doydu, üzerine elbise giydirildi. İhtiyaçları kısa dönemli de olsa giderilmeye başlandı.
Türk insanının Afrika’ya başlattığı bu yardım seferberliğini kimsenin eleştirmeye haddi olmamalı. Çünkü biz gelenek olarak “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturu içerisinde dünyanın neresinde olursa olsun, mahrum bırakılmış, mazlumlara, yoksullara yardım etmekle mükellef bir halk olduğumuza inanıyoruz.
Fakat “katı” olan her şeyin buharlaştığı gibi yardımlarımız da anlamsız, gereksiz bir boyut kazanmaya başladı. Yardım yanlışlıklarımız sayesinde hem Afrika Türkiye’ye yanlış tanıtıldı, hem yardımdan güç devşiren klikler oluştu hem de yardımların büyük bir bölümü amaçları dışında kullanılmaya başlandı.
Örneğin Etiyopya’da Türkiye’den gelen büyük bir yardım kuruluşunun ülkedeki partnerinin değişik amaçlara hizmet ettiğine tanık oldum. Partner kuruluşun bu yardımları insanların ihtiyaçlarını gidermek yerine kendi ekonomik gücünü pekiştirmeye dayalı bir tutum içinde olduğunu görmek gerçekten üzücüydü. Bu partner kuruluş, gelen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak yerine marketlere dağıtım yapan bir şirkete satmayı tercih ediyordu.
Amacım bu yanlışlıkları ifşa etmek değil. Zaten Türkiye’de birçok yardım kuruluşu da bu tür sahtekarlıkların farkına varıp daha dikkatli davranmaya çalışıyor. Doğru partner bulmaya çalışıyor ve yardımların amacına ulaşıp ulaşmadığını kontrol ediyor.
Söylenmesi gereken, yardımların tek merkezden yürütülmesi. Artık insani amaçlı yardımlar tek merkezden yürütülmeli. Yardım kuruluşlarının faaliyetleri tek merkezden yönlendirilmeli. Tek merkezden yürütülmediği taktirde yanlışlıklar yapılmaya devam edilecek ve yardımlar da amacına ulaşmayacak. Öncelikle bunun büyük bir vebali olduğunu unutmamak gerekli.
Devlet merkezli kuruluşlar da tek bir elden yönlendirilebilir, sivil toplum kuruluşları da. TİKA, Kızılay, AFAD, Diyanet Vakfı çalışmalarını zaten elçiliklerle istişare ederek yapıyor. Belediyelerin yardım kuruluşları da bu ortak çalışmalar içerisinde yer almalı ve hangi kuruluş belirlendiyse onun yönlendiriciliği üzerinden yardımlar devam etmeli.
Sivil toplum kuruşları da benzer bir dayanışmanın içine girerek ortak hareket edebilir ve kendi belirleyecekleri bir yardım kuruluşunun yönlendirmesiyle yardımlarını ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilirler.
Almanlar, Fransızlar ve Japonlar yardımlarını tek bir merkezin yönlendiriciliğinde yapıyorken bizimkilerin hala birbirinden bağımsız hareket etmelerini anlamak zor. Örneğin Addis Ababa yollarında her an Almanya’nın GİZ’ini görürken Türk yardım kuruluşunun herhangi bir arabasını görememek gerçekten üzücü bir durum değil mi? Üstelik biz onlardan daha fazla yardım yaptığımız halde.
Yardım bir başlangıçtı ve bu açtığımız kapı devam etmeli. Yalnız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftalarda yaptığı Afrika turunda yeni bir atılım hamlesi başlatıldı. Artık Afrika’ya daha çok yatırım yapılması istendi Erdoğan tarafından. Bu çağrı oldukça yerinde ve hızla gerçekleştirilmesi gereken bir politika. Artık Afrika’da “yardım çağı”ndan “yatırım çağı”na geçilmeli. Afrika’ya yatırım için daha çok Türk şirketi gelmeli ve Afrika’nın kalkınmasına yönelik yatırımlar başlatmalı.
Fakat bu yatırım dönemi iyi değerlendirilmeli. Afrika öncelikle daha fazla para kazanmak için yatırım yapılacak bir yer olarak görülmemeli. Senin daha fazla kazanmandan ziyade Afrika’nın da kazanmasına dikkat edilmeli. Daha önce Afrika’ya gelen işadamları bu yanlış tutumu maalesef benimsediler, daha fazla kazanmak adına hem Afrika’daki Türk işadamı imajını kirlettiler hem de büyük bedeller ödemek zorunda kaldılar.
Afrika’ya yatırım yapacaklar öncelikle hangi alanlara ihtiyaç olduğunun fizibilitesini yapmak zorunda. Tekstil, eğitim, turizm, inşaat, otomotiv, ilaç sektörü Afrika’nın öncelikle ihtiyaç alanları. Fakat bu sektörlerde karşılarında çok büyük küresel güçlerin olduğunun da farkında olmaları gerekiyor. Çin ve Hindistan mallarının Afrika piyasasında etkisi büyük, bu yüzden Türk şirketlerinin kısa dönem yerine uzun dönemlere hesap yapmaları gerekiyor.
Dünyanın en büyük genç nüfusu Afrika’da bulunuyor. Bu yüzden istihdam öncelik olmalı. Birçok Afrika ülkesinde iç savaş, güvenlik gibi kronik sorunların temelinde de işsizlik var. İnsanların geçici bir süre karınlarını doyurmak yerine onların makul bir hayat sürmeleri için iş alanları açmak daha doğru bir yaklaşım. Eğer Afrika’da işsizlik ortalama yüzde 30’lardan yüzde 10’lara düşürülebilirse sorunların büyük bir kısmı çözülür. Afrika’da istikrar ve refah da sağlanmış olur.
Afrika’ya gelecek iş adamlarının kapitalist niyetler pişinde koşan insanlar yerine “ahi” düsturunu benimsemiş kimseler olması gerekiyor. Çünkü Afrika’da doğru iş yapmak kadar “doğru adam” olmak da şart. Siz Afrika’ya bir şey verirseniz Afrika size daha çok şey verecektir.
Artık yardım odaklı bir tutum değil, yatırım odaklı bir Afrika politikasını benimsemek şart. Fakat yatırımlara odaklanırken, yoksunları, yoksulları da unutmamak, onlara çare olmak gerekli. Çünkü Türkiye’nin Afrika’daki yeni açılımın adı çare olmaktan geçmektedir.