Tartışılmaz olduklarından dolayı değil, bugün tartışılmaları elzem olmadığı için, Cumhuriyet’e ve Demokrasi’ye geçişimizi tartışmanın bir gereği yok.
Fakat bu geçişin isabetliliğini kabul etmek de, niyet ve uygulamalarındaki yanlışları görmemize engel değil.
Cumhuriyet’e neden geçmiştik?
Kendi kelimeleriyle, hürriyet ve istiklalin Atatürk’ün karakteri ve milletiyle büyük ecdadının en kıymetli mirası olan istiklal aşkıyla yaratılmış bir adam olması ve dahi o, özgürlüğe ve bağımsızlığa olan tutkusunu ancak Cumhuriyet’le gerçekleştireceği için geçmiştik Cumhuriyet’e.
Yani bir kişi istediği için, istenmişti Cumhuriyet.
Halide Edip Adıvar’ın naklettiği şu iki hatırada bunun böyle olduğu söyleniyor.
İlk hatırası şöyle:
“Bir akşam Mustafa Kemal Paşa çiftliğe geldi. Uzun uzun konuştuk. Pek dediğini anlamadım. Bana sordu:
‘Doğru değil mi, Hanımefendi?’
‘Dediğinizi pek anlayamadım Paşam.’
‘Yanıma geliniz anlatayım.’
Yanındaki sandalyeye oturdum. O da bu sefer düşüncesini açık açık anlattı ve bunu şu kelimelerle belirtti:
‘Şunu demek istiyorum: Herkes benim verdiğim emri yapmalıdır.’
‘Şimdiye kadar Türkiye’nin kurtuluşu için böyle yapmamışlar mı?’
‘Ben hiçbir eleştiri, hiçbir fikir istemiyorum. Yalnız emirlerimin yerine getirilmesini.’
‘Benden de mi Paşam?’
‘Sizden de.’
Çok açık bir şekilde cevap verdim:
‘Milli amaca hizmet ettiğiniz sürece size itaat edeceğim.’
‘Benim emrime daima itaat edeceksiniz!’
Ben yine açık cevap verdim:
‘Bu bir tehdit mi Paşam?’
Birden tavrını değiştirdi:
‘Teessüf ederim, dedi. Ben sizi hiçbir zaman tehdit etmem.’
Gerçi Mustafa Kemal Paşa’nın istediğini tehditle isteyeceğini de biliyorsam da, bunu beni tehdit için söylemediğine emindim.
Bundan sonra tabii bir surette konuşmaya başladık.
İşte Mustafa Kemal Paşa ile tartışmaya benzer tek münasebetimiz budur.
O akşam çok düşündüm. Hep aklımda Mustafa Kemal Paşa’nın vaktiyle kudretin bölünemeyeceği hakkındaki sözleri geçiyordu. Fakat kudret eline geçerse, istediğini yapacağından da emindim.”
Halide Edib’in diğer hatırası da şöyledir:
“İzmir’i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz.
‘Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.’
‘Niçin? O kadar yapılacak iş var ki!’
‘Ya bana karşı çıkmış olan adamlar?’
‘Bu bir millet meclisinde tabii değil mi?’
Burada gözleri tehlikeli surette parladı ve İkinci Grup’tan iki isim söyleyerek onların halk tarafından linç edilmeye layık olduklarını söyledi.
Ben bu sözleri ciddiye almadım.(…) biraz sonra yemek yerken: ‘Bu mücadele bitince, durum sıkıntılı olacak. Başka heyecanlı bir iş bulmalıyız, Hanımefendi.’ dedi. Bu sözler Mustafa Kemal Paşanın karakterinin anahtarıdır.”
Cumhuriyet ilan edildikten sonra cumhur yani millet yönetime müdahil mi oldu? Tek kelimeyle hayır. Bilakis milletin devrim, düzenleme, muasır medeniyet seviyesine çıkma gibi süslü kelimeler ve terimlerle milletin özgürlüğü elinden alındı; yeni düzene aykırı hareket edenler, fikir beyan edenler, dini inançlarına bağlılık gösterenler ya korkutularak, ya hapsedilerek, ya sürgün edilerek ya da asılarak susturuldular.
Cumhuriyet’in ilanından dört yıl gibi kısa bir süre sonra ise, Cumhuriyet Halk Fırkası tek parti olarak kurumlaştırıldı, Atatürk de tek partinin değişmeyen Umumi Reisi oldu.
Cumhuriyet’e böyle geçtik (daha doğru söyleyişle geçemedik) de, söz konusu yanlış uygulamalardan çıkardığımız dersle Demokrasi’ye doğru bir geçişle mi geçtik?
Hayır! Demokrasiye geçişimiz, 2. Dünya Savaşı sonrasında büyük güçlerin dünyaya verdiği yeni nizamata tabi olma zorunluluğundan doğdu. Bunun hikayesi oldukça uzun, o nedenle biz pratik duruma bakalım:
9 Mart 1971’de darbe girişimi, 12 Mart 1971’de muhtıra, 27 Mayıs 1960’ta darbe, 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969’da darbe girişimi, 12 Eylül 1980’de darbe, 28 Şubat 1997’de post-modern darbe, 27 Nisan 2007’de muhtıra, 15 Temmuz 2016’da darbe girişimi…
Bunlar neden oldu?
Dış’arıdan bakarsak, düşmanlarımızın güçlü bir Türkiye istemeyişlerinden, iç’eriden bakarsak özgürlüklerle şımaran milleti hizaya getirme şartından oldu. İkisini birlikte düşündüğümüzde ise, istiklalimize tam olarak erişmemizden rahatsızlık duyanların tezgahından, kumpasından, komplosundan olduğu kuşku götürmüyor.
Bunun yanı sıra 94 yıllık Cumhuriyet’te şu ana kadar 65 hükumet kuruldu. Hesaba vurursak her 1.4 yılda bir hükumet değişmiş. Her hükumet değişmesi iç ve dış politikanın, sosyal, ekonomik ve teknolojik planın, programın, kararın ve uygulamanın da değişmesi demektir.
Bunu darbeler, muhtıralar ve darbe girişimleriyle birlikte düşünürsek Türkiye, her şeyden önce istiklali bakımından 94 yıldır bıçak sırtında durmaya mahkum edilmiş demektir.
Şimdi yeni bir anayasa değişikliği için referandumun eşiğindeyiz.
Bu değişiklik, teferruatı bir yana, Cumhuriyet ve Demokrasi adına bu millete karşı yapılan yaklaşık bir asırlık ikiyüzlülüğün, samimiyetsizliğin ortadan kaldırılması, vaki yanlışlardan kurtulup doğrularda karar kılınması için tam bir fırsattır.
Epiktotes, yaklaşık iki bin yıl önce ne demişti hatırlayalım:
“Şu ilkeyi unutma: Kapı hala açık! Çocuklar gibi korkak davranmaktan vazgeç ve cesur ol! Nasıl ki çocuklar oyun oynarken, bir yer gelir ve sıkılırlar, “Ben artık oynamıyorum” derler ve oyundan ayrılırlar. İşte sen de eğer yaşadığın şeylere karşı hoşnutsuz isen ve sıkıntılar karşısında daha fazla dayanacak gücünün kalmadığını düşünüyorsan, kapının açık olduğunu hatırla ve oyundan git, kurtul. Ama hayır, eğer illa ki oyuna devam etmek istiyorsan o zaman karşılaştığın sıkıntılar ve zorluklar karşısında mücadele edip, sonuna kadar savaşacaksın!”