Bahailiğin ömrü kısa ama hikayesi uzundur.
İslam coğrafyasındaki sapık her hareketin ilk merkezi olan İran’da bu inanışı kuran Bahaullah (Mirza Hüseyin Ali, v. 1892), Kaçar Hanedanı tarafından sürgün edilince, Osmanlı’nın himayesinde Bağdat’a yerleşti. Burada on yıl kadar ikamet ettikten sonra hakkındaki yeni sürgün kararlarıyla bir süre İstanbul, Edirne’de bulunduktan sonra Akka’ya gönderildi ve burada öldü; yerine de oğlu Abdülbaha (v. 1921) geçti.
Abdülbaha da babası gibi “saman altından su yürüten biri” olarak bilinir. Görünürde sultanlara, yöneticilere methiyeler dizen mektuplar yazmış, ama geri planda, başta İT (İttihat ve Terakki) olmak üzere Osmanlı’yı içten çürüten gizli ya da açık örgütlerin teklifçisi ve destekçisi olmuştur.
Sultan II. Abdülhamid’in ferasetine, sezgisine ve dirayetine bakın ki, onca tabasbusuna rağmen Abdülbaha’ya hiç güvenmemiştir. Ne zamanki İT bir darbeyle iktidarı ele geçirdiğinde Abdülbaha’ya gün doğmuştur.
Bunun hikayesini de, “Abdülbaha’nın nasıl ve kimler tarafından serbest bırakıldığı yakın zamana kadar bilinmiyordu” kaydının da düşüldüğü “Jön Türklerin Filistin’i” (derleyenler: Yuval Ben-Bassat ve Eyal Ginio, KÜY Yayınları, İstanbul 2106) adlı kitaptan okuyoruz:
“Abdülbaha, Jön Türklerin önde gelen şahsiyetlerinden Bursalı Mehmet Tahir Bey (1861-1925) ile de temas kurmuştur. Mehmed Tahir Bey asker, öğretmen, bir sufi ve yazardı.”
Mehmed Tahir Bey, sıradan bir adam değil, dolayısıyla onun için ayrı bir paragraf açmalıyız ama ondan önce adını zikrettiğimiz kitaptan, ilgili iddianın ispatı hükmündeki diğer tespitleri de aktarmalıyız:
“Kesin olan ise, Abdülbaha’nın Tahir Bey ile İstanbul’da yaşayan Ahmed Şevki Efendi adlı bir Bahai ve ayrıca Bedri Paşa kanalıyla temas kurmuş olduğudur. Bedri Paşa, yani Hasan Bedreddin (1850-1912), Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi olayına katılmış bir asker ve yazardı. Abdülbaha’nın gizlice görüştüğü bir başka asker de, Bedri Paşa’nın sınıf arkadaşı ve meslektaşı Manastırlı Mehmet Rıfat’tır (1851-1907). (…)
Abdülbaha, Bedri Paşa ile 1898 civarında Akka’da komutan yardımcılığı yaptığı yıllarda temas kurmuş olmalıdır. Bedri Paşa, bir Jön Türk olması ve iddialara göre bu dönemde uğradığı bazı haksız suçlamalar nedeniyle uzak bir yerde göreve gönderilmiştir. Nitekim Abdülbaha’nın mektuplarına göre sonraki görev yerleri Beyrut ve Şam’dır. (…)
Bedri Paşa’nın emekli olup İstanbul’a yerleşmesinin ardından yazdığı bir mektupta Abdülbaha, Avrupa seyahatleri boyunca yaptığı konuşmalarda İTC’den her zaman övgüyle söz ettiğini belirtir. (…)
Yine Bedri Paşa’ya gönderdiği başka bir mektupta, bu sefer bencilce arzularıyla ortalığı karıştırmak isteyen ve kurdukları bir komplonun parçası olarak kendisini Abdülhamid’in düşmanı olarak tanıtan imparatorluk sınırları dahilindeki düşmanlardan ve fasat insanlardan söz eder. Ayrıca Abdülhamid döneminde Jön Türklerle ‘gizli temasları’nın (münasebât-ı hafiyye) her zaman sıkıntılara neden olduğunu (…) ifade eder. Bu tespitlerin ardından Bedri Paşa’dan konuyu incelemesini, İstanbul ve Selanik’teki İTC’ye, özellikle de Bursa Mebusu Tahir Bey’e bu gerçekleri anlatmasını rica eder.”
Abdülbaha’nın emriyle Ahmed Şevki ile iki Bahai daha Tahir Bey ile görüşürler. Bu görüşmeden hakkında beklediği karar şekillenmiş olmalı ki Abdülbaha, Ahmed Şevki’ye yazdığı sonraki bir mektubunda Mehmed Tahir Bey’le görüşmeyi çok istediğini, kendisini Mısır’da ziyaret etmeyi arzuladığını bildirir. Aynı kişiye yazdığı diğer bir mektupta, ekteki mektubunun Mehmed Tahir Bey’e ulaştırılması talimatını vererek, orada “İTC’ye kendisini serbest bırakmakla gösterdikleri ‘himmet ve adalet’ için teşekkür” eder.
Gelelim, Bursalı Mehmed Tahir Bey’e.
Tahir Bey, yeni bir bilgi için her başvuruşumda yüreğimi titreten Osmanlı Müellifleri adlı eserin yazarıdır. Tasavvufa olan ilgisi, Askeri idadideki öğrenciliği sırasında başlayan ve Harbiye Mektebi’nde de devam eden Tahir Bey, özellikle Muhyiddin İbnü’l Arabi’ye karşı derin bir sevgi duymaktadır. Harbiye’yi bitirdikten sonra Manastır’da görevlendirilir. Buraya gelişinin ilk yılında Muhammed Nuru’l-Arabi’ye biat eder ve bilahare ondan Melamilik icazetini alır.
Başta gizli örgüt kurmak veya kurulmuş örgütlere destek vermek şeklindeki siyasi çalışmaları da yine Manastır’da başlar ve bu nedenle öğretmenlik görevine son verilerek Alaşehir tabur komutanlığına atanır ancak kısa bir süre sonra Divan-ı Harp azası olarak İzmir’e gönderilir. 1908’deki İT darbesinden sonra Bursa’dan milletvekili yapılan Tahir Bey, ikinci dönem için aday olmaz, birkaç yıl daha askeri birimlerde çalışarak, yarbaylık rütbesinde iken emekli olur ve vefatına kadar sadece yazıyla uğraşır.
Şimdi sorulacak soru şudur: Bursalı Mehmet Tahir Bey gibi sufi, müellif, milleti adına dert yüklenmiş bir zat, İngilizlerin Filistin’i işgaline çeyrek kala, şer bir güç olarak onların hizmetine koşulan Bahailiğe nasıl destekçi olabilir?
Bunun cevabı zorunlu olarak onun şahsiyetini de aşıp, Mevleviliğin ve Melamiliğin şişede durdukları gibi durmayan tarikatlar oluşuna uzanacaktır ki, bu durumda yazıyı sonlandırmamız mümkün olmayacaktır.
O halde şu temenni ile bitirelim yazımızı: İnşallah Bursalı Mehmed Tahir Bey, Osmanlı’yı içten çürüten kirli isimlerden biri olarak göçmemiştir ahirete!