CHP zihniyetinden dolayı tazminatla hükümlüdür

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bugüne kadar aleyhine açılan beş dava sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ödemek zorunda kaldığı toplam bir milyon on sekiz bin liralık tazminatı, “Mal bulmuş mağribi gibi saldırmalarının haklı bedeli” diyeceğim ama Mağribiler’in bir suçu yok ki, suçun tamamı Kılıçdaroğlu’na ait.
Son tazminata mahkumiyeti birkaç gün önce gerçekleşen Kılıçdaroğlu, geçen yıl tam da bu günlerde, bir takım dekont fotokopilerini televizyon ekranlarında kameralara karşı sallayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve akrabalarından kimileri için, “yurt dışına milyarlarca dolar kaçırıyorlar, işte belgeleri” kükreyişleri eşliğinde, belgeli ispat sallamalarında bulunmuştu.
Erdoğan ve akrabaları dışında, bir şirket sahibini de hayali organizasyona monte eden Kılıçdaroğlu ispatsızlığın, haksızlığın, itham ve iftiralarının cezasını muhtemelen o şirkete karşı da ödeyecek.
Kılıçdaroğlu’nun elan tazminata mahkum edilmesi ve suçladığı şirkete de ayrıca tazminat ödeyecek olması, maddiliğinin ötesinde asıl siyasi ahlakın seviyesizliğinin tescili olması bakımından üzerinde önemle durulması ve düşünülmesi gereken bir husustur.
Elbette, siyasettir ve siyasette siyasilerin atışmaları, bu atışmalarda çoğu zaman dilin şahsiyyat yapmaya evrilmesi handiyse kaçınılmazdır. Kılıçdaroğlu’nun mevcut (kanıksanmış) siyasi kültürde tolere edilebilir olan bu evrilmeyi, bir sokak kabadayısının söylemiyle hakaretten de öte iftira boyutuna taşıması ise gerçekte siyasetin hak etmediği, CHP ile problemsiz olarak bütünleşiveren bir üslupsuzluğun belgesi hükmündedir.
Hal böyle olunca konu, tazminata mahkum edilebilen açık ve pervasızca işlenmiş bir suç olarak, siyaset ahlakına dair bir hak problemine dönüşmekte ve giderek hukuku da aşıp, asıl siyaset felsefesinin (tefekkürünün) en sıcak gündem maddesi haline gelmektedir.
“Hak” terimini özgürlükle eşitleyen Bergson bu hususu geçmişte şöyle çerçevelemiştir:
“Hak, Leibniz tarafından ahlaki bir güç olarak tanımlanmıştır. Demek ki hak fikrinin, Leibniz tarafından ahlaki zorunluluk olarak tanımlanan ödev fikriyle karşılıklı ilişkisi vardır. Ahlaki güç, eylemi belirlemeye ya da engellemeye kabil olması bakımından fiziksel bir güce benzer fakat kuvveti maddi hiçbir şey taşımaz, fiziksel bir cebir de icra etmez, lakin büsbütün zihinsel bir temsile yerleşir.
Bu şekilde tanımlanmış hak, özgürlük kelimesine tamamen psikolojik bir anlam vermemek koşuluyla tabii ki bir özgürlüktür. Psikolojide anladığımız şekliyle özgürlük, tamamen içsel bir gayret gösterme ve seçim yapma melekesidir. Hakkın bize getirdiği ve ona dayanan özgürlük hali ise belli eylemleri yerine getirme özgürlüğüdür ve bundan dolayı diğer insanları iç özgürlüğe değil de bu özgürlüğe halel getirebilir. Bu bağlamdaki her hak bir özgürlüktür.” (Etik ve Politika Dersleri, çev.: B. Garen Beşiktaşlıyan, Pinhan Yayınları, İstanbul 2016)
Bergson’un konuyu psikoloji üzerinden bir zihniyet yapısıyla ilişkilendirerek, kültürel bir bağlam içine çekmesi, Kılıçdaroğlu’nun şahsında CHP’de gelenekselleşmiş (özel bir kültürel şartlanmaya tevdi edilmiş) bir siyasi anlayış krizinin ve haliyle siyasi üslubundaki kalıcılaşmış kırılmaların doğru izahı bakımından önemlidir.
Zira CHP, kendisinin uydurduğu Cumhuriyeti kurma ve çağdaş muasır medeniyeti talep etme iddiasına yaslanarak, sadece kendisine siyasette vefa beklentisiyle tahkim edilmiş bir yer biçmekte ve bundan hareketle yerli siyasette başarılı olan, ülkeyi yönetme hakkı kazanan kendisinin dışındaki her siyasi yapıyı / oluşumu peşinen olumsuz, kötü ve art niyetli olarak mahkum etmektedir.
Bu öylesine ilginç ve son derece bağlayıcı bir tutumdur ki, İsmet İnönü ve (Bülent Ecevit dahil) onu izleyen tüm CHP genel başkanları bu siyasi pranganın gönüllü mahkumları olarak bunu aynı zamanda verili, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez bir zihniyet şeklinde başarıyla(!) taşımışlardır. Kılıçdaroğlu’nun, bugüne kadar mahkum olduğu bir milyon on sekiz bin liralık tazminatın, gerçek hesabını nakit hesabı olmaktan çıkartıp, bir siyasi ahlak probleminin simgesi haline dönüştürmesini de, zikrettiğimiz bu özünde hastalıklı olan başarıda aramak gerekir.
Bunlardan hareketle Kılıçdaroğlu’na ve CHP’yi şimdi ya da bundan sonra temsil edecek olanlara düşen ilk iş, çenelerini tutma, ahlaklı bir dil kullanma yoluyla tazminat ödemekten kurtulmaları değildir. Asıl kurtulmaları gereken, CHP’nin zihniyeti haline gelmiş olan, ülkeyi temellük iddiasının taşıyıcıları olma fikridir. Bu ülkeye büyük hizmetlerde bulunmuş olmalarını düşünmeleri, onlara ülke ile ilgili her durumu tayin etme hakkı vermediği gibi, bunda ısrar etmeleri de onları sadece birer despot yapar. Nitekim bu despotluğa yaslanarak elde ettikleri iktidar, halen hafızalardan silinmeyen kötü bir örnek olarak alınlarına kazınmış bulunmaktadır.
Netice olarak, kendi fiilleri nedeniyle halk tarafından iktidardan men edilen CHP’nin, iktidara yeniden talip olabilmesinin şartı, siyasi rakiplerine iftiradan vaz geçerek onlara tazminat ödememeyi seçmesi değil, kendi despotik teamüllerini samimi olarak reddetmektir.
Değilse, miktarı ne denli yüksek olursa olsun, hiçbir tazminat CHP’yi ahlak dairesinin içine çekmez ve onu halk nezdinde sevimli kılmaz.