Yahudi Duvarı’ndan Trump Duvarı’na

Geçmişte, eve dair imgeler üzerine düşünürken, Gaston Bachelard’ın “Yaşamın ilk çabası kabuk oluşturmaktır” sözünden hareketle duvar hakkında şunları kaydetmiştim:

Yapısal  açıdan evin en önemli unsuru olan duvar, narin bir yaratılışa sahip insan bedenini kuşatan muhkem bir dışsal kabuktur.

Binanın asli unsurlarından olan duvar, insanın gerek iklim şartları, gerekse yırtıcı hayvanlara ve haşerata karşı korunmasına yönelik özel bir alanın belirleyeni; kişisel mülk ve mahremiyetin  göstergesidir.

Duvar bir örtünme, dışa kapanmadır. Dünyanın dağdağasından kurtulma,  esenliğe erişmedir; bedenler onun güvenliğinde dinlenir, düşler onun sessizliğinde çoğalır, düşünceler onun yalnızlığında çoğalır.

Kutsallar için sağlam bir kalkan, kültür için sağlam bir muhafızdır duvar; “Bizim duvarımızdan yüksek duvarlar haraptır” dediği söylenmiştir Ahmet Rufai Hazretlerinin. Bu manada inançsal üstünlüğün, medeni yüceliğin simgesidir.

Ve aynı zamanda koşulsuz bir sınırlamadır duvar, özgürlüklere vurulan bir kilit, ruhlara geçirilen bir kafes, dış çevreden soyutlanma, düşüncelere ket vurma, tabiat nimetine kapanmadır. Bu bakımdan, “duvarları yıkmak” özgürlüğü, duvarın dışındakilerle birlikteliği engelleyen her şeyi ortadan kaldırmak, “duvarları aşmak” düşüncede aşkınlaşmak, “duvardan kurtulmak” dışa rahatça çıkmaktır.

Arkadaşlarından kaçan, dostluklarını iptal edenler, çevrelerine “duvar örerler”; sevgililerinin onlar için çektiği acılara  itibar etmeyenler, sevgililerinin yakarılarına aldırmayanlar her şeye “duvar gibi sağır” kesilirler.

Duvar bir dayanaktır, boşluğa karşı bir savaş, sonsuzluğa getirilen sınırdır. Göremediği, bilmediği arka plandan hep şüphe, korku duyan bedenin kendini ona yaslayarak meçhulden, ona bağlı sürprizlerden korunması, diğer bir söyleyişle varlığının tahkim edilmiş uzamda güvenlik bulmasıdır.

Evin yalın halinin imgesidir duvar; gösterişsiz, süssüz, eşyasız… Onu sınırlayan ve ona destek olan ikinci bir duvardan başka bir nesnesi yoktur duvarın. Boşluğun ortasında, topraktan bir çıkma, topraktan bir yığılmadır.

Duvar dirimin değil ölümün karşılığıdır; çiçek bitmez duvarda, sadece soğuk, donuk yapısına tutunan çiçeğe (sağlamlığını, yüksekliğini ispat etmek istercesine) izin verir.

Duvar, belleksel filmlerin sahnesidir; eve ilişkin anılar orada canlanırlar ya da tümüyle yiterler. Kapıyı çarpıp giden sevgilinin öfkeli sesi, ölümcül suskunluğu, kırgın bakışları, yüreklere bir çığ ağırlığı ve bir kor yakıcılığıyla düşen gözyaşları gölgelerle yarışırcasına yansılanır duvarda.

Bakışları, bilinci tutsak edip, bilinmez sabit bir noktaya kilitleyen duvar, anıları çoğalttıkça azaltıp, azalttıkça çoğaltarak kendi sınırsızlığından aklın sınırsızlığına yollar açıp ya mantıksal bir toparlanışın ya da mantıksal bir dağılışın merkezi olur. Delilerin, kara sevdalıların duvarla konuşmaları, duvarda (damda) tutulmaları, bilgelerin duvarın yalnızlığına sığınarak, hikmetleri oradan neşretmeleri  bundandır.

“Berlin duvarı” diye bir şey vardı gençliğimizde. Özgürlükten çok özgürlükçülüğe talip olanların abarttıkça abarttıkları bir duvardı.

SSCB zulmüne karşılık, Batı demokrasisinin yüceltilmesine mahsus olarak yapılmış gibiydi sanki; şimdi Orta Doğu’daki en tehlikeli yabancı güçlerden biri olarak, Suriyeli mültecilere de kapılarını kapatmış bulunan “büyük bela” Almanya’nın şirinliğine yeni şirinlik hikayeleri eklenirdi onun sayesinde.

Bunlardan olmalı ki, yıkıldıktan birkaç yıl sonra gördüğüm Berlin Duvarı’ndan hemen hiç etkilenmemiş, duvarla ilgili yukarıda sıraladığım imgeleri de içerdikleri perspektifle birlikte yaşatmayı sürdürebilmiştim.

Ama bir duvar var ki, işte onu gördüğümde mezkur imgeler elinden düşen ince camlı bir sürahi gibi param parça oluverdi.

Kudüs’teki Yahudi Duvarı’ydı bu duvar.

Kudüs’ün yanı başındaki Beytlehem’de, Ramallah’ta (ve tabi köylerinde) yaşayan Filistinlileri birlikte tecrit ederek güneye, kuzeye ve kuzey-batıya doğru ilerleyen,  360 kilometre olarak planlanmış, yaklaşık 175 kilometresi tamamlanmış, Yahudi kelimesiyle mütenasip bir utanç duvarı!

Duvarın gerisinde kalan Filistinliler, çocukların ölüme meydan okuyarak açtıkları birkaç delikten ancak görebiliyorlar, asıl sahibi oldukları Kudüs’ü.

İsrail’in insan öldürmeye düşkünleştirilmiş askerleri ise, o duvardaki bir kaç geçitte korkunun, kanın, acının ve gözyaşının simgesi olarak boy gösteriyorlar.

Son günlerde, Yahudi dostu olduğu hiç kuşku götürmeyen Trump’ın duvarcılık niyetleri da dahil oldu gündemimize.

Trump Duvarı, fiziki ve psikolojik olmak üzere ikili bir tarzda şekillenecek gibi görünüyor. Fiziki duvar Meksikalıların, psikolojik duvar ise Müslümanların ABD’ye girişlerini önlemeye yönelik olarak tasarlanıyor.

Trump’ın megafonları, “Başkan seçim vaadi olan duvarları yapacak” diye bağırıyorlar sabah akşam. İki yüz elli yıldır siyahilerin sömürülmesini, insanlık dışı uygulamalara maruz kalmasını önleyemeyen ABD, bu kez inanç ayrımcılığına mahsus bir faşistliğin de merkezi haline getirilmek isteniyor.

Meksikalılar ve Müslümanlar ABD’ye karşı verdikleri onurlu savaşta muzaffer olmayı bildikleri sürece Trump Duvarı olsa kaç yazar, diye düşünülebilir elbette. Nitekim Çin Setti’nden, Berlin Duvarı’na kadar tüm duvarlar tarih içinde ya harabeye ya da turistik bir nesneye dönüşmedi mi zaten.

Evet ama, burada mesele duvardan ibaret değil; duvarlın varlığından çok var edilme nedeni asıl sorunu oluşturuyor.

Çünkü modern, çağdaş dünya, muasır medeniyet dedikleri şeyin soba cilasından daha adi olan cilası dökülmekle kalmıyor, (olmuşsa böyle bir hayat) ilkellik bile bunların karşısında daha insani, daha tahammül edilebilir, daha arzulanabilir bir hale geliyor.

Kara kara duvarların kara gölgeleri insanlığın üzerine abanırken, Yahudiler ve ABD yönetimleri de karanlığın güçleri olarak tescil ettiriyorlar kendilerini.

Bu durumda her iki belaya karşı birlikte savaşmak ve bunlardan kurtulmak, insanlığın hem hakkına hem de kazası ertelenemez kaderine dönüşüyor.