Geçen hafta Türkiye-AB zirvesi Bulgaristan’ın tarihi şehri Varna’da gerçekleştirildi. Zirveden önce Avusturya Başbakanının Türkiye’yi hedef alan sözleri zirvenin gergin geçeceği izlenimini verse de beklenen olmadı, tarafların endişelerini dile getirdiği yapıcı bir atmosfer ortaya çıktı.
Gerek Viyana gerek Varna Avrupa tarihi açısından olduğu kadar bizim açımızdan da önemli şehirler. Tarihte iki defa Viyana’yı kuşattık, ama son kuşatmamız bizim Avrupa karşısında geri çekilmemizi sağladı. 1444’de gerçekleşen Varna savaşı ile de İstanbul’un fethinin tohumları atıldı. Viyana ve Varna artık Avrupalılar açısından da bizim açımızdan da sembolik bir değerden öteye geçmiyor. Türkiye’nin yeni bir Viyana kuşatması veya Varna’da Avrupalıları yeniden bozguna uğratmak gibi bir derdi de yok.
Varna Zirvesi’ni, Avusturya başbakanı bir hesaplaşma zirvesi olarak görmek istese de daha çok Avrupa ile kurulacak bir ittifakın yeri olacaktı. Zirve boyunca da Türkiye tarafının hep sağduyulu bir tavır göstererek köprüleri atmak yerine yapıcı bir çaba göstermesi belki de zirvenin en önemli sonucuydu.
Avusturya Başbakan’ı Kurz ne kadar Türkiye ile müzakerelerin durdurulma çağrısını tekrarlasa da, bu bağırtının bir karşılık bulmadığı açık. Bu açıdan Türkiye kazanan taraf olmuştur. Türkiye’nin adaylık statüsü bu çatlak seslere rağmen engellenmemiştir. Aslında Türkiye’nin bu başarısı Avrupa karşısında güçlü olmasından kaynaklanıyor, artık birçok Avrupa liderinin Avusturya başbakanı ile benzer düşüncelere sahip olmasına rağmen söylem ve uygulamaları farklı olabiliyor. Avrupa, her koşulda Türkiye’ye ihtiyacı olduğunun farkında. Avrupa’nın Türkiye’yi kaybetmek gibi bir riski yok, olamazda. Bu riski aldığı taktirde kaybedenin kendi olacağının farkında.
Zirvenin sonucu: Rasyonel davranmak
Avrupa Birliği, Türkiye’nin FETÖ konusundaki mücadelesine “bazı şeyleri anladıkları”nı söyleseler de destek vermedikleri, hatta birçok Avrupa ülkesinde bu terör şebekesini kolladıkları bilinmektedir.
Avrupa’da darbelerden en fazla ağzı yanmış Yunanistan, hala kendi ülkesine kaçan darbecilerin iade edilmesine yönelik bir adım atmadı. Bugün interpolle aranan birçok suçlu, elini kolunu sallayarak Avrupa’da gezebiliyor. Türkiye’nin Afrin harekatında bazı Avrupa üyesi ülkesi milletvekillerinin terör sevici açıklamalarına da tanık olduk. Paris’te ya da Brüksel’de bir terör saldırısı karşısında Fransa ve Belçika’nın olağanüstü hal ilan etmesine ses çıkarmayan Avrupa Birliği, Türkiye’nin teröre karşı haklı mücadelesinde ilan ettiği olağanüstü halden endişe duyması gerçekten manidardır.
Zirveden tam üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi çıkmasa da Türkiye ve Avrupa tarafının diyaloğu sürdürmek için çaba göstermesi, rasyonel bir sonucun ortaya çıktığının delilidir. Artık Avrupa Birliğinin insan hakları, demokrasi gibi soyut beklentiler dışında çözüm ortaklığına yönelik davranmaları önemlidir. Avrupa artık duygusal davranmaktan çok rasyonel davranmayı öğrenmiş görünmektedir. Fakat Türkiye’nin gücüne rağmen hala Avrupa Birliği belirleyici olmak istemektedir.
Avrupa Birliği’nin, üyeliği stratejik bir ittifaka çevirmek istemesi bu zirvede öne çıkan başka bir sonuçtur. Türkiye’yi kaybetme riski alınmıyor ve “yanımızda kalın” mesajı verilmek isteniyor. Daha da ileri gidilerek Türkiye’nin Rusya’yla olan ilişkilerinde bir ayar verilmek isteniyor. Türkiye’yi müzakere kapsamında tutmak istemekle birlikte, bir garantörlük de verilmiyor, aksine Türkiye’den beklentilerini sıralamakla yetiniliyor.
Üyelikten çok stratejik ittifaktan bahsedilmesi Türkiye’nin çıkarlarına pek uygun görünmemekte. Çünkü Türkiye Suriye’de ABD ile stratejik ortaklığın bedelini çok ağır ödedi ve stratejik partnerin nasıl kendisini arkadan vurduğuna da tanık oldu. Üyelikte samimi olmayan AB, ittifakta nasıl samimi olacak?
Türkiye, AB ile bu stratejik ittifakını kime karşı yapacak? Rusya’ya mı? Avrupa Birliği Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerinin son dönemlerde gelişmesinden niye rahatsız?
Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini durdurması ya da mesafe koyması Avrupa Birliği’nin beklentilerini karşılayacak ama bizim çıkarlarımızı sekteye uğratmayacak mı?
Avrupa Birliği hala Türkiye’yi hizaya getirmek, terbiye etmek gibi bir yanlışın, küstahlığın içinde çırpınıyor. İttifak etmek tabii ki önemli, yalnız bu ittifakın her AB ülkesine kazandırdığı gibi ülkemize de kazandırması gerekiyor. Artık Avrupa’nın çıkarlarından çok Türkiye’nin çıkarları mevzubahis olmalıdır.
Vize serbestisinde Avrupa’nın ağırdan almasını anlamak mümkün değil. Hala mülteciler konusunda talep ettikleri yardım gelmedi. AB, mülteci konusunda Türkiye’yi tampon bölge görme anlayışından vazgeçerek ortak çözüm bulmaya odaklanmalıdır.
Bir bakıma “ittifak” kavramı Türkiye açısından tamamen negatif değildir. İttifaklar bazen kazandırmış bazen de kaybettirmiştir. Tarih boyunca birçok devletle ittifaklar kurmuşuz, bazı ittifakların bedelini de ağır ödemişiz. Yalnız üyelik müzakerelerinde olan bir Türkiye için ittifaktan bahsetmek, topu çevirmekten başka bir şey değildir.
Haziran ayında yapılacak görüşmeler Türkiye için oldukça önemli olacak. AB, her zamanki gibi oyalama taktiğini sürdürmek isteyecek ve bu “stratejik ortaklık” kavramını daha baskın bir şekilde tekrar dillendirecektir. Türkiye tarafı, AB ile girdiği bu diyalog sürecinde her türlü olasılığa hazırlıklı olmalıdır; tek bir şey dışında. O da artık oyalamanın sona ermesi, Avrupa’nın üyelik konusunda nihai kararını vermesidir. Bundan sonra Türkiye stratejik ittifakı benimseyip benimsemeyeceğine kendisi karar verecektir ve bu ittifakı kiminle kuracağı da AB’den çok Türkiye’yi ilgilendiren bir durumdur.