Asr’a andolsun.
İnsanlar hüsrandadır.
Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.
Asr Suresi
Şimdilerde varlığını pek göremediğimiz ‘doğal’ sohbet ortamlarının vazgeçilmezlerinden biri de başlangıcında ve sonunda Asr Suresi’nin anlamıyla birlikte okunmasıydı. Çok önemserdik bunu. “İki sahabe karşılaştığında birbirlerine Asr Suresi’ni okurlarmış ve bu yönüyle büyük bir hatırlatmayı diri tutarlarmış” der ve bunu bir gelenek haline getirmeye çabalardık.
Asr Suresi içerisinde geçen “birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etme” ifadesinin ise tonlamada daima farklı bir yeri olur, özellikle de ‘birbirlerine’ ifadesinin altını böylece çizmiş olurduk.
Ben de böylece, yazıma bu şekilde başlayarak ‘birbirlerine’ ifadesinin altını bir kez daha çizmiş olayım.
Cioran Çürümenin Kitabı isimli tespitleri yönüyle ürkütücü, önermeleri bağlamında hakikatin kıyısında dolaşan ve ağır ağır ilerleyerek okuyabildiğim kitabında “vaaz verme çılgınlığı”ndan bahseder;
“Vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği ânı bekler: Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz…
Çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinaî cömertliğinin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön vermek ister: ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: Başkalarının işlerine karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi benliğini bir dine çevirir ya da tersten havarilik yaparak benliğini yok sayar: Evrensel oyunun kurbanıyızdır…”
Daima ve tek taraflı olarak yapılan tavsiyeler bir süre sonra bayağılaşırlar. Tavsiyeler, son derece kıymetli, tavsiyenin bizatihi kendisinin önerdiği şey her ne kadar hayat kurtarıcı olsa da dikkate alınmaz ve olsa olsa en fazla 140 karakterlik bir dünyanın mezeleri haline gelirler. Bundan sonrası RT’dir, FAV’dır. Çünkü onlar hep başkaları için söylenmiş sözlerdir.
Sözün anlamını yitirdiği, kakafoniye ve gürültüye kurban edildiği günlerden geçiyoruz. İnsanoğlunun tanrılaşma düzeyine taşındığı ve fakat özne olma özelliğini yitirerek nesneleştiği bir dönemde Cioran’ın ifadesi ile “içinde uyuklar halde barındırdığı peygamberi” uyandırmak sureti ile tavsiye bombardımanına yeltendiğini görüyoruz daima. Herkes tavsiyeciler makamında edindiği pozisyonun kaçınılmaz bir gereği olarak aşırı dozda tavsiyelerde bulunup duruyor. Ve işin tuhaf yanı şu; kimsenin tavsiye almaya niyeti yok.
Bu bir usul yoksunluğudur, usulsüzlüktür.
Hemen her öğretmen, bir tek talebenin bile hayatını değiştirse neler olabileceğinden habersizce “eğitimde neler yapılmalıdır” sorusuna cevap olarak milli eğitim bakanına öğütler sıralamaktadır bugün. Hemen herkes Cumhurbaşkanına açık mektup yazan bir varlığa dönüşmüş durumda. Bilmem hangi ülkenin devlet başkanına varana dek hizmet veren tavsiyecilik sektörünün ne çok çalışanı var farkında mısınız? Vaaz kürsüsündeki hoca, yapmadıklarını söylemekte bir beis görmemektedir. Herkes kardeşlikten bahsederken kardeşliğin gerektiği fıkhın gereğini kimse niyetli görünmemektedir. Ebeveynler çocuklarına aslında hiç de inanmadıkları şeyler hususunda vaaza pek bir heveslidirler. Şoförler yayalara, yayalar şoförlere, komşu komşusuna, filan takımın taraftarı diğer takımın futbolcusuna, karı kocaya, koca karıya, filan işi yapan öteki işi yapana, öteki berikine, buradaki şuradakine tavsiye üstüne tavsiyede bulunurken sözü insandan, sözü anlamından, içeriğinden bağımsızlaştırarak sözü anlamsızlaştırdığının ne yazık ki farkında bile olamıyorlar.
Üstelik herkesin heybesinde mutluluğa ilişkin bir reçete var, herkes bir diğerine istikamet verme derdinde. Hal böyle olunca da bir arada yaşamanın imkânsızlığından pekâlâ söz edebilir hale geliyoruz.
İçinde bulunduğumuz zamanlarda insanların hüsranda olduğunu hangi cephenin askeri olursak olalım rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Herkesin bir diğerinin hüsranda olduğunu söylediği bir zeminde topyekûn hüsranda olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor ki mesafe alabilelim. Bir kürsüyü ele geçiren herkes hedefine oturttuğuna yönelik olarak hüsrana düşmüş muamelesi yapmak sureti ile –tabirimi maruz görün- adeta tükürükler saça saça vaaz ediyor.
Burada Müslüman olduğunu iddia eden bizlere evvela iman etmek, imanının bir gereği olarak salih amelde bulunmak düşüyor. Sonrasında “birbirimize hak ve sabır tavsiyesi” safhasına geçmemiz gerekiyor ki hüsrana düşenlerden olmayalım.
Yeri gelmişken bir kez daha altını çizmekte fayda var; birbirilerine ifadesi tek bir merciden diğer tüm mercilere yönelik tek yönlü bir iletim sürecini değil, tüm mercilerden tüm mercilere yönelik çok yönlü bir iletişimi ifade etmektedir. Yani, bizler, iman edip salih amel işleyenler hak tavsiyesinde bulunup aynı zamanda hak olanın gereğini yerine getirirken karşılaşacağımız zorluklara sabretmeyi önerirken bu tavsiyeleri bir başkasının da bize yapabiliyor olması gerektiğine de inanmamız gerekiyor.
İman etmek bilme, salih amel işleme bulma sürecine tekabül ediyorsa eğer, karşılıklı olarak hakkı ve sabrı tavsiye etme de olma sürecine denk düşmektedir.
Allah yar ve yardımcımız olsun, zira herkesin vaiz olduğu bir ortamda işimiz çok ama çok zor.