2017 yılı nisan ayıydı. Diyanet İşleri Başkanlığı Kutlu Doğum haftası münasebetiyle ana temayı ‘Hz. Peygamber ve Güven Toplumu’ olarak belirlemişti. Dönemin DİB Mehmet Görmez, ‘Kutlu Doğum Programı’nda şu cümleleri kurmuştu:
“Bu yıl Kutlu Doğum Haftası’nın başlığı Hz Peygamber ve Güven Toplumu. İstedik ki güven bunalımı yaşayan bütün insanlık ailesine bütün dünyaya ve bütün kâinata sevgili Peygamberimizin ‘el-emin’ vasfını yeniden hatırlatalım. İnsanlığın yegâne güven mercisi ve sığınağı olan ‘el-Mü’min’ olan Rabbimizi yeniden hatırlatalım. İstedik ki insanın hırsları ve tamahlarıyla dejenere edilen ve ifsat edilen kâinatın ve dünyanın insana emanet olduğunu Allah’ın emaneti olduğunu yeniden hatırlatalım. İstedik ki emanı kaybeden iman beldelerine, selamı kaybeden İslam beldelerine, İslam’ın o değişmez o beş büyük hakikatini beş büyük emniyetini, akıl, can, mal, namus, nesil ve din güvenliği emniyetini yeniden hatırlatalım.
15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra yara alan din güvenliğimizi… Bütün güvenliklerimizin temeli olan din güvenliğimizi, iman güvenliğimizi yeniden ayağa kaldıralım istedik.
Mümin olan kul, ‘el-Mü’min’ olan Rabbine güvendikçe, Rabbimiz mümin olan kulu bütün korkulardan emin kılar. Kur’an-ı Kerim’in 13 yerinde ‘Onlara korku yoktur. Onlara hüzün yoktur’ derken Rabbimiz, kendisine güvenen emin ve veli kullarını kast ediyor. Mümin olan kul el-Mü’min olan Rabbine güvendikçe iman ve eman buluşur. Hazreti Yunus denizin karanlığında balığın karnında onun için emindi. Hazreti İbrahim ateşe atıldığında ateşlerin içinde emindi. Kalbinde zerre kadar endişe ve korku yoktu. Hazreti Yusuf, kuyuda da emindi zindanda da emindi. Hazreti Musa düşmanlarının yanında emindi. Hazreti İsa annenin kucağında emindi. Hazreti Muhammed Mustafa Hira’da, Sevr’de ve Hicret esnasında yine emindi.”
Bu güzel sözler, güzel tespitler burada dursun.
‘Güven erozyonu’ olarak tarifleyebileceğimiz bir sorunla karşı karşıyayız bugün. Ve bu mesele günümüzün en önemli meselelerinin en temelinde, en merkezinde yer almaktadır.
Ortaklar, aile fertleri, siyasetin aktörleri birbirlerine, karşılıklı olarak satıcılarla alıcılar, alacaklılarla borçlular, işçiyle işveren birbirine güvenemez oldu. Öyle uygulamalar var ki, devlet milletine millet devletine güvenini yitirmek üzere. İşi büyütüp uluslararası boyuta kadar taşıyabiliriz. Mutabakat sağladığınız devletlerin mutabakat metninin mürekkebi daha kurumadan güveninizi bir savaş uçağının gürültüsünde boğduğuna şahit oluyoruz. Ama bakabilme endişesiyle, ama gayrimeşru ilişki dolayısıyla, ama psikolojik sorunlar nedeniyle bebeklerinden vaz geçen anneler artık minik bebeklerini cami avlularına değil çöp konteynırlarının dibine bırakır oldular. Aynı apartmanda oturan hane sahipleri, çocukları aynı sınıfta okuyan veliler, aynı sivil toplum kuruluşunun tabelası altında ‘hayır’ için faaliyet gösteren ‘gönüllüler’ bile birbirlerine güven konusunda sıkıntı içerisindeler.
Piyasaya bakıyorsunuz, insanlar devletinin bastırdığı para yerine başka devletlerin karşılığı meçhul paralarına güvenmeyi tercih ediyorlar. Yatırıma niyeti olanlar ‘güven’ sebebi ile yatırımlarını belirsiz bir geleceğe erteliyorlar.
Dini kavramları kendi çıkar ve emellerine alet edenler yüzünden din hayatın kenar mahallelerine doğru itiliyor artık. Güvenilir olmaktan çıkmak için filanca hoca yerine falanca hocanın herhangi bir cümlesini beğeniyor olduğunu deklare etmek yetiyor artık. Yardım kuruluşlarımız yerlerine ulaştırma konusunda aracılık yaptıkları yardım kalemlerinin yerlerine ulaştıklarını gösterebilmek için saniye saniye görüntü almak durumunda kalıyorlar. Bir iş için birbirleri ile sözleşme imzalamış olan taraflardan birisi sözleşmede bulduğu bir açığa kurban edebiliyor güven müessessini.
Depremde evi başına yıkılmış olanlar kiralık ev fiyatlarındaki birdenbire yükselişi gördüklerinde anlıyorlar yıkılan binalarının adının aslında ‘güven apartmanı’ olduğunu. Televizyon kanallarımız, evet bizim kanallarımız, bizden bildiklerimizin kanalları her sabah güne güvensizliğimizi besleyecek vakıalarla çıkıyorlar karşımıza.
Güven esas olmalıyken güvensizliğin normalleştiği bir durumu tecrübe ediyoruz sürekli. Ve artık bütün hesaplar bunun üzerine yapılıyor.
Ve sanmayın ki, bütün bunlar gayrimüslim bir toplumda yaşanıyor.
Ve biz, hepimiz, kendisine ‘el-Emin’ denilen bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu iddia edebiliyoruz büyük bir cesaretle.
Güvenecek birileri aramakla ve sürekli kandırılmakla geçiyor ömrümüz. Öyle sanıyorum ki, bu meselenin çözümü, güveneceğimiz kişiler ya da müesseseler bulmaktan evvel, başkaları için güvenilir kişiler olmaktan geçiyor.