Toprağa dönme vakti

“Herhangi birinizin elinde bir hurma fidanı varken, kıyamet kopacak olsa, derhal onu diksin!”
Hadis-i Şerif

2011 Ağustos’un Ramazan faaliyetleri kapsamında İHH gönüllüsü olarak Kamerun’daydık. Türkiye’den yapılan bağışları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için koşturuyorduk. Yaunde, Kiribi, Doala gibi şehirlerde faaliyetlerimizi sürdürdük. Sıra muhteşem doğası ile küçük bir kasaba olan Eseka’ya gelmişti. Eseka Hristiyan nüfusun yaşadığı bir kasabaydı. ‘Kasabanın şerifi’ tarafından ağırlandık önce. Sonrasında Eseka’da Müslüman olmuş ağırlıkla gençlerin oluşturduğu bir topluluğu ziyaret ettik.
Müslüman olmalarına müteakip ciddi sıkıntılar yaşamışlardı. Evlerini terk durumunda kalmışlar temel ihtiyaçlarına ulaşmakta güçlük çekiyorlardı. Kendileri için kiralanmış bir evde kalıyorlardı. Bir yandan İslam’ı yaşayabilmek için gerekli bilgileri öğrenmekle geçiyordu zamanları, bir yandan da çiftçilik öğreniyorlardı. Toprak nedir, nasıl havalandırılır, nasıl tarıma elverişli hale getirilir, tohum nasıl ekilir, sebzeler nasıl büyür, nasıl hasat yapılır vs. Bölge insanına ürettiklerini satacak kadar geliştiriyorlardı kendilerini. Çok da mutluydular.
Bana bir hayli ilginç gelmişti bu durum. Topraktan başka bir şeyi olmayan bir coğrafyanın insanlarının tarımı öğreniyor olmalarına şaşırmıştım.
Kendilerine başkası için çalışmanın öğretildiği, öğütlendiği, beyazların, beyazlarla birlikte palazlanmış zengin sınıfın hizmetçisi rolünü üstlenmiş ve bu şekilde geçen yüzyıllar boyunca topraktan uzaklaştırılmış bölge insanının hikâyesini anlattılar sonra. Bir patatesin sadece satın alınabileceğine inandırılmış insanlar bunlar. Toprağa bu denli yabancılaştırılıp insanoğlunun en eski uğraşlarından tarımın bile unutturulduğu bu insanların yeniden toprakla buluşmaları karşısındaki coşkularına imrendiğimi hatırlıyorum.
Gerçekten de öyle, tarım kitaplardan okuyarak öğrenilen bir şey değil neticede. Atadan, dededen görülerek, yapılagelerek öğrenilen bir faaliyet. Bu süreç inkıtaa uğradığında üzerinde yaşıyor olsanız bile toprağa yabancılaşma sürecinin kurbanı oluveriyorsunuz. Siz bu sürecin mahkûmu olduğunuzda sizden sonraki nesiller de bu yabancılaşmayı başka boyutlara taşımış oluyorlar doğal olarak.
Dünya birkaç aydır bir virüs belasıyla mücadele halinde malumunuz. Evimizde kalmamız kaçınılmaz hâle geliyor. İnsanları ister istemez bir gelecek endişesi kaplayıveriyor. Ne kadar süreceği belli olmayan bu süreçte kimse sokağa çıkmazsa ticari hayat nasıl dönecek? Kiralar nasıl ödenecek? Maaşlar ödenebilecek mi? Ödemeler ne olacak? Kullandığımız suyun, doğalgazın, elektriğin faturası nasıl ödenecek? Mallar elde kaldığında ne olacak? Borçları ne yapacağız? Bu ve benzeri sorularla baş başa kalıyoruz hepimiz.
El yıkamayı yeniden öğrendiğimiz gibi acaba toprağa dair tüm üretim süreçlerini yeniden öğrenmemiz mi gerekecek önümüzdeki zaman diliminde diye bir soru da düşüyor insanın aklına ister istemez.
Mesela, ABD’de olası durumların gelişme ihtimaline karşın silah ve mühimmat kuyruğunda insanlar gördük basında. Muhtemelen varlıklarını devlet otoritesinin bile işe yaramadığı durumda koruyabilmek adına gösterilen bir refleks bu. 1929 buhranında kentlilerin köylere hücum ederek gıdaya ulaşmak için verdikleri ‘yağmacı’ çabayı hatırlıyor olmalılar. İş başa düşecekse günün birinde tedbiri elden bırakmamak gerekir diye düşünüyor olabilirler.
Topraktan geldik toprağa döneceğiz, mâlûm. Ölmeden evvel ölmek gibi, toprağa dönüş vakti kaçınılmaz olarak gelmeden evvel toprağa dönmenin yollarını bulmalıyız bir an evvel. Fazlaca topraksız kaldık. Betonlara gömüldük. Topraksız geçinebiliyor olmanın getirdiği sahte refah hepimizde bağımlılık yapmış durumda. Fabrikalarda çalışarak, başkalarına hizmet ederek yabancılaştık toprağa. Bu bir gerçek. En az Afrika kadar gerçek.
Öyle ümit ediyoruz ki, Allah’ın izniyle, bu virüs salgını da geçecek günün birinde. Ve hayatımız yeniden ‘normalleşecek’. İşte o gün geldiğinde, çocuklarımıza, gelecek nesillerimizin hatırına toprağı tanıtmalıyız. Tohumları toprakla buluşturmayı bilmeli çocuklarımız. Ağaçların meyveye durmasını hayretle izlemeliler. Toprakta yorulmalılar ve yorgunluklarını bir elmayı ağaçtan kopararak gidermeliler. En azından tüm olan biteni ‘yakinen’ bilir olmalılar.
Şimdi hemen herkes, dünyanın bundan sonra eskisi gibi olmayacağından filan bahsediyor. Doğrudur, bence de dünya eskisi gibi olmamalı. Toprağa dönmeliyiz bir an evvel. Ve bu uğurda bütün yaşam hikâyemizi ‘topyekûn’ gözden geçirmeliyiz.