İşte buraya yazıyorum… Türk siyasetinin unutulmazları arasında yerini alacaktır ‘makarna’ mevzuu.
Çok değil şunun şurasında birkaç yıl evvel AK Parti seçmeninin bütün seçmen davranışlarını bir paket makarna ile belirlediklerine inanıp onları ‘makarnacılar’ şeklinde niteleyenleri görmüştük, hatırlarsınız. Kendilerinin bu söylediklerine inanmaları yetmiyormuş gibi bir de üzerine bunu analiz diye televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden topluma duyurmakla kendilerini mükellef sayanlar da vardı.
Bu aynı zamanda bir aşağılama biçimiydi onlar için. Neticede Türk Lirasının en küçük madeni parasıyla satın alınabilecek ucuzlukta bir gıda maddesine oylarını satan insanlardı bunlar ve aşağılanmayı da hak ediyorlardı. Onlar bidon kafalıydı, göbeğini kaşıyan adamdı ve elbette makarnayı görünce oyunu da ‘a-ke-pe’ye basıyorlardı.
Sonra biz bir şey daha gördük;
Mustafa Sarıgül CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğu dönemde poşetlere makarnayı dolduran CHP’liler oy avına çıkmışlardı. Ne de olsa mevzu makarnadan ibaretti ve bahse konu ‘aşağılık’ seçmen kitlesi bu defa oyları kendisine verecekti. Ama olmadı. Mustafa Sarıgül seçimi kaybetti.
Çin’de makarna filan yemeye burun kıvırıp da yarasa çorbası falan içmeyi şiar edinmiş bir kitlenin dünyanın başına bela ettiği koronavirüsüne dair haberleri anbean takip ediyoruz bugünlerde. Hepimiz bu virüsün uzmanı olduk sonuç olarak. “Kaç yaş aralığında ölüm oranı daha yüksek, virüsle mücadele nasıl yapılır, eller nasıl yıkanırsa daha iyi olur, maske fiyatları ne kadar, kaç paraydı bir şişe kolonya” gibi bir takım soruların cevabını artık hepimiz biliyoruz. Oysa daha düne kadar bunların hiçbiri bizi ilgilendirmiyordu bile.
Sonunda olan oldu, Türkiye’ye o başa bela virüs giriş yaptı ve yurt dışından dönüş yapan bir vatandaşımızda virüs tespit edildiğini bir gece yarısı sağlık bakanımız televizyon ekranlarından kamuoyuna duyurdu.
İşte bundan sonrası çok önemli;
O gece sabahı zor eden bir kitle sabahın ilk ışıklarıyla marketlere hücum etti ve ‘makarna’ raflarını boşalttı. Kadıköy, Şişli, Beşiktaş, İzmir gibi CHP seçmeninin yoğun olarak yaşadığı muhitlerden gelen fotoğraflar bize makarna raflarının boşluğunu haber veriyordu.
Bir dönem, halkı ‘makarnacı’ diye aşağılayan kitle, marketlere hücum etmiş ‘makarnacı’ olup çıkıvermişti günün sonunda.
Siyaseti makarna düzeyinde ‘anca’ ele alabilen ve en fazla buradan bir söylem geliştirebilen bir muhalif kitlenin ‘makarna’ raflarına hücum edişi elbette düşünen akıl sahipleri için ibretler içermektedir.
‘Makarnacılar’ sınıfının irrasyonel seçmen davranışı sergilemesi yüzünden bir türlü ‘hakları olan iktidarı’ alamamış bu kitlenin sosyolojik ve psikolojik tahlilini makarna üzerinden yapmak için öyle ne bileyim ney üniversitesinde doktora filan yapmaya da gerek yok hani. Makarnanın fiyatı ölçüsünde ucuz bir iştir neticede bu.
Sonuç olarak, içten içe, yıllardan bu yana bir makarna yüceltme biçimi geliştiren bu kitle, marketlerin kapısına dayandığında ‘mukaddes makarna’ ilk hedefleri oldu.
Oysa bazılarımıza göre, bahse konu kitle, kültürel iktidar demekti. Bazılarımız bu kitleyi elitler olarak tanımlıyordu. Seçkin bir sınıftı neticede bunlar.
Ne oldu peki,
Kendilerinden Titanik’teki aristokrat tayfanın geminin batmasını ‘asil’ bir biçimde bekleyişi gibi davranış bekleyenlerimiz büyük bir hayal kırıklığına uğramış oldular. Marketlerdeki makarnaları hiç kimseye bırakmamacasına topladılar ve evlerine kapandılar. Şimdi oturdukları yerden spagetti makarnalarını kaşık yardımıyla çatallarına sararlarken ekranlarda muhalefet sörfüne çıktıklarını görüyoruz. Şaşırdık mı, hayır. Çünkü hiç değişmeyecekler.
Türk siyasetindeki muhalefet boşluğunu izah ediyor olması açısından ‘makarna’ hepimiz için iyi bir materyaldir neticede.
Türkiye’de bir muhalefet yoksunluğundan söz ediyor oluşumuzu hadi bu yeni nesil makarnacılar anlamıyor da diğerleri de hiç hafife almasalar iyi olur. Muhalefet başka bir şeydir zira. Bir gün gelir tanışır mıyız, bilemiyorum.