Uyanık ile tamahkâr iyi anlaşırmış

Aldatmak tabiri bugünün dünyasında ekseriyetle kadın erkek ilişkilerine endekslenmiş olarak kullanılıyor. Hatta uzunca bir zamandan beridir, aldatma eyleminin magazin programlarının başat ve sürükleyici konusu olduğuna da tanıklık ediyoruz. Ya da medyada en çok ‘tık’ alan haberlerin başında, ünlü ya da ünsüz artık fark etmiyor, aldatma hikâyelerinin geldiğini söyleyebiliriz. Aldatanı, aldatılanı, aldatma eyleminin detaylarını, aldatma mekânlarını, aldatma hikâyesinin bütününü merak ediyor olmak bir probleme de işaret eder. Aldatmanın toplumsal karşılığı var aslında. Rağbet gören bir eylem gibi duruyor. Popüler yanı da var tabi.

Kime sorarsanız sorun, aldatmak kötüdür. Bu konu açıldığında herkes size, inandığı değerler elverdiğince, ya da şöyle söyleyelim, inandığı değerlere vukufiyetince uzun uzun söylevler verebilir. Buradaki esas soru şu, aldatmak kadın erkek ilişkilerinin nahoş lakin cazip konusu mudur, yoksa daha geniş bir çerçeveye oturtularak ele alınması gereken bir husus mudur?

Türk Dil Kurumu aldatmak ile ilgili olarak bize şu tanımları veriyor;

  1. Beklenmedik bir davranışla yanıltmak
  2. Karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlamak
  3. Birine verilen sözü tutmamak
  4. Yalan söylemek
  5. Bir şeyin görünürdeki durumu, o şeyin niteliği bakımından yanlış bir kanı vermek
  6. Ayartmak, kötü yola sürüklemek, baştan çıkarmak, iğfal etmek
  7. Karı ve kocadan biri eşine sadakatsizlik etmek, ihanet etmek
  8. Oyalamak, avutmak

Kök anlam itibarı ile düşünecek olursak hemen hemen her tanım aynı yere çıkıyor. Yalan da böyle, verilen sözü tutmamak da, yanıltmak da, ihanet etmek de, oyalamak da… Bu her manada kötü bir şey ama ben daha kötü olan bir husustan söz etme niyetindeyim.

Atalar güzel söylemiş; “uyanık ile tamahkâr iyi anlaşır” diye. Çoğu dolandırıcılık hikâyesinin özetinde bu söz vardır bana kalırsa. Geçmiş dönemlerde bankerler, holdingler, sözüm ona faizsiz finans sisteminin sözüm ona ‘ihlaslı’ aktörleri bütün uyanıklıklarını kuşanıp piyasadan para toplamaya çıktıklarında karşılarında buldukları hazır bir kitle vardı; tamahkârlar. Gayrimenkul piyasasında dolandırılmış isimlerle oturup kalkmışlığım da oldu benim. Hiç unutmuyorum, bir tanesini (Arap yatırımcıydı) birlikte işe soyundukları isim konusunda ikaz etmiştim. Zira bulunduğum şehirde aldatıcılığıyla nam salmış ve bu namı halen üzerinde bir madalya olarak taşıyan biriydi birlikte hareket ettikleri şahıs. Hala piyasadaydı, hala aynı işleri yapıyordu, hala en çok parayı kazananlar arasındaydı. Her şeye rağmen… İkazımızın üzerine ne oldu dersiniz? Bahse konu şahıslar küçücük bir ‘dolandırılmama’ dalı bulmuşlardı ve ona tutunmaya çalıştılar. Lakin dal zayıftı ve kendileri madden çok güçlüydüler. Çöktüler. Şimdi hukuki mücadele peşindeler.

Bunu niye anlatıyorum? Şunun için;

Aldatma dediğimiz şey tek taraflı bir şey değildir çoğu zaman. Bir zaafınızdır oltanın ucuna taktığınız, tamah ettiğiniz bir şeydir, evdir, arsadır, arabadır, gelecektir, hedeflerinizdir. Oltanın ucuna astığınız şeyle siz büyük bir balık yakalama peşine düşersiniz ama bir de bakmışsınız ki oltaya gelen siz olmuşsunuz.

Bir dostumun bu gibi konular açıldığında söylediği bir cümle vardır. Der ki; “dolandırılanlar dolandırılmak isteyenlerdir çoğunlukla.” Bu bir mekanizmadır. Mekanizmalar hiçbir şekilde tek bir faktöre dayalı olarak çalışmazlar. Kuralına göre oynanmamış her oyun, karartılmış, flu alanlar üretilmiş her iş yapma biçimi, yazılması gerekirken yazılmayanlar, sözleşmesizlik, beklentilerin gerçekleşme olasılığına dair sunulmuş gösteri dünyasının cazibesi, dünyaya dair zaaflar gibi onlarca unsur sayabilirim bu mekanizmaya dair.

Adı 1999 depremi ile birlikte özdeşleşmiş isimlerin başında gelen biri bundan dört sene kadar evvel bana gelmiş ve yeni projelerinden bahsetmişti. Bu kadar badire atlatmış, ismi gazete manşetlerinde çarşaf çarşaf yer almış bir ismin cesaretine hayran kalmıştım doğrusu. “Başına gelen onca şeyden sonra nasıl cesaret ediyorsun bu işlere girmeye” sorusunu kendisine yönelttiğimde, çantasından beraat ettiğine dair olduğunu söylediği bir takım mahkeme evrakları çıkarmış ve bana dönerek “insanlar bana inanıyorlar” diye cevap vermişti. O zaman hak vermiştim “dolandırılanlar dolandırılmak istenenlerdir çoğunlukla” cümlesine.

Dünya aldatır. Dünya aldatanlardan yanadır. Dünya aldatanların son evidir. Yalnızca dünya namına üretilmiş hukuk sitemleri aldatılanları birer figürana dönüştürerek aldatanları kahramanlaştırır. Aldatan “ne var abi, yatar çıkarız icabında” cümlesini kurar ve aldatma potansiyeli taşıyanların gözünde büyür de büyür.

“Aldatan bizden değildir” buyuruyor Efendimiz. Bu net. Peki ya aldanan?

Efendimiz, Bedir’de esir alınan Ebû İzze adlı şaire iyilikte bulunarak, kendisini, Müslümanlarla alay etmeyeceğine ve Müslümanlara düşmanlık etmeyeceğine dair söz aldıktan sonra serbest bırakır. Fakat Ebû İzze, kavminin yanına varınca sözünde durmaz, kışkırtma ve alay fasıllarına tekrar başlar. Sonrasında Uhud’da yine esir düşer; yine serbest bırakılmak ümidiyle Efendimizin huzuruna çıktığında, Efendimiz, “Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz” buyurur.

Birden fazla aldanmak aldatmak hükmündedir zannımca.

Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.