Uganda, Türkiye’yi izleyecek

erdogan uganda

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta Uganda’yı kapsayan Doğu Afrika ve Orta Afrika ülkelerini kapsayan bir gezi gerçekleştirdi. Afrika ve Türkiye açısından önemli olan bu gezi neredeyse Güney Kore Devlet Başkanının gezisi ile eş zamanlıydı. Bayan Park-Geun-hye’nin ziyareti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gezisine göre daha yoğun dosyaları içermekteydi. Fakat Erdoğan’ın gezisi bir anda Güney Kore Devlet Başkanının temaslarını unutturdu. Uganda bu ziyaretin en görünür tarafını ortaya koymuştu.

Genelde bu tür ziyaretlerde ev sahibi tarafların diplomatik bir yoğunluk içinde oldukları görülür. Fakat Uganda yöneticilerinin sanki yıllardır bu ziyareti beklediklerine dair bir hava esiyordu. Güney Kore Devlet başkanının ziyaretinin yorgunluğu henüz geçmeden karşılarında Erdoğan’ı bulmuşlardı.

Uganda gazeteleri son zamanlarda, bir süre önce devlet başkanlığı için yapılan seçimlerden sonra devlet başkanı Museveni ile muhalif partisi arasında kalmışlardı.

Yoweri Museveni, devlet başkanlığını kazandığını iddia eden muhalefet lideri Kisse Besigye’yi halkı yönetime karşı kışkırttığı için de hapse attırmıştı. Gerçi Uganda’nın geleneksel siyasi hayatında bu tür olayları görmek daima mümkün. Fakat ilk defa Museveni gerek basın, gerekse insan hakları örgütleri tarafından tepki ile karşılanmıştı.

Bu yazının asıl konusu ne bu ziyaretler ne de Museveni ile muhalefet arasındaki gerginlik değil. Uganda’da artık bir şeyler değişiyor. Bu değişim de bizzat şimdilik devlet başkanı Yoweri Museveni’nin eliyle gerçekleşiyor.

Museveni’nin eski bir sol gerilla lideri olduğunu ifade etmekte fayda var. 1979’dan beri bu resmi törenlerde Amerikan şapkasını başından eksik etmeyen Museveni, 1979’dan beri Savunma Bakanı, devlet başkan yardımcısı ve bir 20 yılı aşkın devlet başkanı olarak görevini sürdürüyor.

Museveni, iktidarının ilk yıllarında Sovyet yanlısı bir politika izledi daha sonra Sovyet blokunun çökmesi ile ABD’ye yakınlaştı. Orta Afrika’da şimdiye kadar ABD’nin en önemli müttefiklerinden biriydi. Fakat şimdilerde ABD ile Uganda arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Bu soğuk rüzgarların esmesinin en önemli nedeni de küresel aktörlerin ekonomik çıkarları.

2012’de Amerikan merkezli bir sivil toplum kuruluşu tarafından Rabbin kurtuluş örgütüne karşı bir kampanya başlatılmıştı. Kampanyada Afrika’nın en kanlı örgütünün lideri Kony’nin yakalanması ve kaçırdığı çocukların serbest bırakılması isteniyordu. Fakat daha sonra kampanyanın aslında ABD’nin Uganda’ya yerleşmesine yönelik bir politikanın ürünü olduğu anlaşıldı. ABD bu örgüte karşı 100 özel uzmanını Uganda’ya gönderdi. Fakat bu uzmanlar Kony’nin yakalanması konusunda hiç de istekli olmadılar.

Uganda’da gay-lezbiyen haberleri ABD ve Batı merkezli basında sıklıkla yer aldı. Bizzat ABD Başkan yardımcısı, Museveni’den bu kişilerin haklarının geliştirilmesi ve evliliklerine izin verilmesini istiyordu. Museveni bu istekleri geri çevirerek bu tür evliliklerin sapkınlık olduğunu Afrika halkını bozmaya yönelik bir girişim olduğunu söyledi.

ABD ve İngiltere, Museveni’nin bu tepkisine çeşitli yaptırımlar uygulayarak karşılık verdiler. Aslında ABD Museveni’ye son 10 yılda büyük bir destek vermesine rağmen istediğini alamıyordu. Bu yüzden muhalefet lideri Besigye öne çıkarıldı. Enerji ihalelerinin Almanya, petrol arama ve çıkarma ihalelerinin Çin’e kaptırılmış olması ABD’yi fazlası ile hoşnutsuz etmekteydi.

ABD ile Uganda arasında bir gerilimde 12 Mayıs’ta Yoweri Museveni’nin devlet başkanlığı yemin töreninde yaşandı. Museveni yemin etme hazırlığı yaparken ABD’nin Afrika işlerinden sorumlu temsilcisi tören alanından Museveni’ye bakmadan ayrıldı.

Bu tür törenlerin Afrika devletleri için özel bir anlamı vardır. Ne kadar devlet başkanı törene katılırsa o ülkenin devlet başkanının prestiji artar. ABD temsilcisinin bu saygısızlığından sonra ABD’nin büyükelçisi deneyimli bürokrat Deborah Malac’ın giydiği hiç de bu tür törenlerde görünmeyen bir kıyafetle katılması tepkilere neden oldu. ABD temsilcileri tepkilerinin Museveni’ye olmadığını törene katılan Sudan Devlet Başkanı Beşir’e yönelik olduğunu söyleseler de bu fazla inandırıcı değildi.

Çünkü Museveni son zamanlarda Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izinden gidiyor. Museveni de Erdoğan gibi sık sık ABD ve Batılı devletlerin müdahalelerini, teröre destek vermelerini eleştiriyor. Afrika’nın sorunlarına Batılı ülkelerin karışmaması noktasında ısrarcı davranıyor. Beşir’i yemin törenine davet etmesi bu açıdan anlamlıydı. Taraf olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne artık bir “dur” demek istiyordu. Museveni birçok kez UCM’nin yalnız Afrika liderlerini yargıladığını mahkemenin tek taraflı yargılamalar yaptığı iddialarını tekrarlıyordu.

Museveni’nin yeni beş yıllık iktidarında Uganda’dan çok farklı gelişmeler duyacağız. Artık Uganda bir zamanlar rahmetli Erbakan’ın söylediği gibi bir “tam tam davulu” ülkesi değil. Uganda hızlı bir şekilde yükseliyor. Fakat bu hızlı yükselmesinde doğal kaynaklarının yanı sıra, genç nüfusun etkisinin olduğunu da biliyor.

Uganda’nın yeni dönem kalkınmasında bir rehber ülkeye ihtiyacı var. Museveni’nin basın toplantısında belirttiği gibi bu ülke Türkiye olabilir. Çünkü Türkiye Museveni’ye göre son 10 yılda çok şeyler başardı. İlk defa potansiyelini harekete geçirerek Afrika’da bile bir güç olmayı başardı. Eğer Türkiye bunu başardıysa benzer dinamiklere sahip Uganda niye başarmasın ki…

Yalnız Museveni’nin önünde artık hendekler ve duvarlar var. Artık Batı için Museveni çok fazla değer ifade etmiyor. Belki Batılı ülkelerin kışkırtması ile bir iç savaş girişimine de maruz kalabilir. Türkiye’nin bu bağlamda Museveni’ye yol göstermesi gerekiyor. Sadece kalkınma yardımları ile değil, iki ülke arasında stratejik bir ortaklığın kurulması gerekli. Mesele artık burada Museveni meselesi olmaktan çıkmıştır; Belki Museveni iktidarını bir süre daha devam ettirebilmek için bu yolu tercih ediyor. Belki de Uganda’nın Batı dışında başka seçenekler araması gerektiğine inanıyor. Önemli olan Museveni iktidarı kaybetse de kaybetmese de bu giriştiği yeni yol haritasının Uganda politikasında belirleyici olması.

Fakat bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabalarını dış işleri bürokratları ne kadar benimseyecek, gerçekleştirilmesinde ne kadar başarılı olacak; bu da ayrı bir konu….