Nepal – 2007
İslami Sangh Nepal’in başkanı Nazrul Hasan ve güzel insan Zülfikar Ali size bir sürprizimiz var deyip götürdüler bizi o restorana. Türkiye’den gelmişiz, damağımızın tat çıtası hayli yüksek ya, işte ondan. Yani ne yaparsın ki ondan… Ben, Tarık Tufan, Ersin Şahin ve yanımızda Hindu iken Müslüman olmuş bir matematik öğretmeni var. Geçmiş zaman şimdi ama hatırladığım kadarıyla ya İstanbul’du Katmandu’da mekânın adı ya da Anatolia idi. Güzel bir mekan. Kalabalık da… Bizim için ayrılmış yere geçiyoruz. Nepalli garsonlar gelip dillerinin döndükçe bizim yemeklerimizin adlarını sıralıyorlar seri bir şekilde; mercimek çorbası, Adana, Urfa, şiş kebap, lahmacun filan… Bize ev sahipliği yapan arkadaşlarımıza ise onların yerel yemeklerini sıralıyor. Sonuç olarak masaya Türk ve Nepal mutfağının güzel örnekleri gayet de güzel bir sunumla geliyor. Onlar bizim yemeklerden tadıyor, biz de çekine çekine onlarınkinden. Momo gayet güzel ama… unutulmaz bir lezzet, mantının biraz daha büyüğü. Şili dedikleri acı biber sosu ile birlikte gerçekten nefis oluyor. Sohbet ediyoruz, daha evvel birbirimizi hiç görmemişiz ve dolayısı ile hasret gideriyoruz bir bakıma.
Birdenbire masaya odaklanmış kafamız “abi hoş geldiniz” sesi ile sesin sahibine doğru kalkıyor. Sıcacık bir bakış var karşımızda. “Abi Türkçe konuştuğunuzu duyunca selam vereyim dedim” diyor. Tabi uzak bir diyarda Türk görmüşüz bir güzel hava oluşuyor aramızda. Olcay, öğretmenmiş, Türk okulunda vazifeliymiş. “Siz, hayırdır?” diye soruyor. Biz de İHH adına geldiğimizi, İHH’nın Nepal’deki ilk faaliyetini organize edeceğimizi, ülkenin çeşitli Bölgelerinde kurban dağıtıp Müslümanlarla paylaşacağımızı filan anlatıyoruz. “İHH?” diyor ilk kez duyuyor belli ki. Yardım kuruluşu olduğunu anlatıyoruz kısaca. “Güzel” diyor. Sonrasında dipteki masadan sesleniyorlar Olcay’a. Telefon numarasını bırakıyor bize, “görüşelim mutlaka abi” diyor. Hızlıca o tarafa doğru gidiyor. Gittiği masada ‘abiler’ var. Uzaktan takip ediyorum orayı. Başımızla karşılıklı selamlaşıyoruz. Olcay bizi anlatıyor, anlattıkça masadakilerin yönü bizden başka bir yere doğru dönüyor. Olcay’a uzun uzun bir şeyler anlatıyorlar. Ve o Olcay yok oluyor ortadan. Sonrasında bize verdiği telefonla da ulaşamıyoruz kendisine. Restorandan ayrılırken öğreniyoruz ki, mekânın sahibi imiş o masadaki ‘abi’. Aynı zamanda Türk okulunun da müdürüymüş. Soğuk bir yüz ifadesi ve gevşek bir tokalaşma ile ayrılıyoruz mekândan.
Macaristan – 2009
Macaristan’a, bizim Ahmet Barışçıl’ın yanına gidiyoruz İHH başkan yardımcısı Murat Yılmaz ile. Ahmet, Bingöl’ün Genç ilçesinden, Gemlik’te bitirmiş imam hatip lisesini. Katsayı problemi söz konusu olunca yurtdışında okumayı koymuş kafasına. İmkânlar anca elverdiği için olsa gerek Macaristan’dan seçmiş okulunu. Gemlik’te esnaflık yapan Osman abinin de desteği ile gitmiş Budapeşte’ye. Tebliğ faaliyetlerinde bulunuyor neredeyse 16 yıldır. Macar Ahmet’in Macar Müslümanlarla birlikte kurduğu Hanif Derneği ile birlikte kurban organizasyonumuz var.
Ahmet, zeki bir arkadaşımız, cevval de… Budapeşte’ye takriben 50 km uzaklıkta bir kasabada bir hayvan çiftliği ile anlaşmış geçtiğimiz yıllarda. Çiftlik içerisinde serbestçe dolaşmakta olan hayvanları seçerek hemen orada satın alıyorlar ve çiftlik sahibinin organize ettiği sahada kurban ediyorlar hayvanları. Çiftlik sahibi Ahmet’i çok seviyor. Ahmet Macaristan’daki diğer Müslümanları da haberdar etmiş buradan. Onlar da ilgi göstermeye başlamışlar.
Budapeşte’de Müslümanlarla bayram namazını kıldıktan sonra koyulduk yola. Kasabaya yaklaştığımızda yol iyice daraldı. Çiftlik yoluna girdiğimizde ise tek şeritli bir yoldaydık artık. Birden yolda yürümekte olan bir kalabalık gördük. “Eyvah” dedi Ahmet. “Yine bunlar! Geçen yıl da geldiler, sanki buraların ağası gibiler. Buradan ben haberdar etmeme rağmen gelip önce kendi hayvanlarını kesiyorlar, geçen sene yatsıya kadar bunları bekledik” dedi hayıflanarak. İndik arabadan. Tokalaştık. Üzerimizde İHH yeleği olunca usul yerini bulsun babından uzanıyor Macaristan abisinin eli, farkındayız. Olsun.
Çiftlik sahibi Ahmet’e yönlendiriyor gelenleri. Macaristan abisi, daha evvel Ahmet’in tercüme faaliyetleri dolayısı ile defalarca hakkına girmiş örgütün abisi Ahmet’e dönüp “ya Ahmet biz hemen kesip gidelim, daha bizi bekleyenler var, işimiz başımızdan aşkın, şöyleydi, böyleydi” filan diyerek müsaade istiyor. Ahmet geçen yılki tecrübesine rağmen şöyle bir duraksıyor. Naif adam tabi, art niyet yok, hüsn-ü zan var. Normal koşullarda “önce biz keseceğiz, sonra siz işinizi görürsünüz” demesi lazımken Ahmet yine bir orta yol bulup, “bir bizden kesilecek bir onlardan” diye talimat veriyor çiftlik sahibine.
Yanımızda Budapeşte’de esnaflık yapan birkaç abi, Müslüman olmuş Macar delikanlılar var. İşlemlere başlıyoruz. Tekbirler doluyor semaya, kan düşüyor toprağa. Bismillah!
Bizim ilk hayvanın işi bitince, diğer ekip geliyor mekâna, hayvanlarını boğazlıyorlar, parçalanıyor ve fırsattan istifade hemen ikinci hayvanı çekiyorlar sahneye. Ahmet “abi sıra bizde” diyene kadar boğazına çöküyorlar hayvanın. Kıyamet kopuyor işte orada. Yıllardır bunların adaletsizliğinden, fütursuzluğundan, kendilerinden başka hiç kimseyi hesaba katmamazlıklarından yılmış esnaf yüksek sesle itiraz ediyor. Sesler yükseliyor. Macaristan’daki Türk okullarının aşçısı olan kasap, hayvanın boğazından bıçağı alıp esnaf kovalamaya başlıyor. Macar Müslümanlar şaşkın, çiftlik sahibi dona kalmış, çiftlik civarındaki köylüler öylece bakakalmış, biz birbirimize bakıyoruz. Neyse ki, araya giriyoruz onca adam da kan dökülmeden durdurabiliyoruz kasabı. O badem bıyıklı, o nezaketten kırılan, o hocaefendilerinin tıpkısının aynısı boynu bükük adamlar, hak gaspına giriştikleri yetmiyormuş gibi bir de millete bıçakla saldırıyorlar. Neyse ki, işimizi nihayetlendiriyoruz ve ayrılıyoruz oradan.
Bir sonraki sene ne oldu dersiniz? Ahmet’e sordum, yine oradaymışlar ve yine kesip bir an evvel gidelim, sizin ne haliniz varsa sonra görürsünüz modundaymışlar. “Bu sefer müsaade etmedik elhamdülillah” dediydi Ahmet.
Bangladeş – 2011
2011 yılı Kurban Bayramı’nda Arakanlı mülteciler ile birlikte olabilmek maksadıyla Bangladeş’teyiz. Ahmet Akyaz, Selim Efe Erdem, Alişan Demirci, Sarwar Alem, Sadakataşı Derneği’nden Fatih Bolcan, Abdullah Sevinç… Hep beraberiz.
Girilmesi yasak olan mülteci kamplarına gitmişiz, yetim çocuklarımızla hemhal olmuşuz, kurbanlar kesilmiş, dağıtım yapılmış, Ayla Kasırgası’nın vurduğu bölgeye üstelik tam 24 saatlik bir maceralı yolculuk sonucunda gidip faaliyette bulunmuş ve dönmüşüz… Oldukça yoğun geçmiş yani bayram mesaimiz.
Döneceğimiz gün, bir kitap-kırtasiye-oyuncak-öte beri dükkanına denk geliyoruz. İçeride bir Türk’le karşılaşıyoruz. Ah şu İHH yeleği, o buz gibi soğumayı yine görüyoruz orada da. “Nerelere gittiniz” diye soruyor bize. Arakanlı mültecilerden bahsediyoruz, Ayla Kasırgası mağduru köylülerden, yetim çocuklardan. Her seferinde ilk kez duymuş gibi bakıyor yüzümüze. Ne bilsin adam, garip gurabayla, fakir fukarayla hiç meşgul olmamış bir yere mensup işte.