Türkiye’nin reformunda CHP nerede duruyor

Gerçek Hayat’ın izleyen sayısı 17 Nisan’da, anayasadaki yeni değişiklik teklifinin milletçe oylanmasından hemen bir gün sonra yayınlanacak.

O halde bu yazı, oylamadan önceki son yazımız olacağına göre, söz konusu değişikliğin a) Neden bir reform niteliğinde olduğuna, b) CHP’nin canını dişine takarcasına buna neden muhalefet ettiğine, c) CHP’nin sadece reforma muhalefet etmekle kalmayıp, HDP, PKK, FETÖ ve AB ülkelerinin Türkiye’ye yönelik saldırılarını da adeta organize edercesine, müstakil bir şer cephesi oluşturmaya çalıştığına dair son tespitlerimizi paylaşalım.

Referanduma sunulan on sekiz maddelik anayasa değişikliğinin özü, tek parti despotluğuyla, on yılda bir tekrarlana gelen darbelerle, koalisyonlarla muhatap olarak yaklaşık bir asrı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti’nin, daha güçlü bir yönetim sistemine geçerek, vaki olumsuzluklardan kurtulmasından, iradesinde ve kararında güçlü yöneticiler eliyle güvenli bir şekilde geleceğe yürümesinden ibarettir.

Dolayısıyla bu öz, istikametini isabetli tayin eden ve bunda yanlışsız yürüyen; huzurda, gelişmede ve büyümede halkının istikrarını gözeten, tam istiklal içinde kendi geleceğini kendisi tayin eden, istikbalini özgür, güvenli ve aydınlık tutan bir Türkiye arzusunu, çabasını, gayretini içkindir.

İlgili anayasa değişikliğinin reform niteliği taşıması ise, burada zikrettiğimiz istikamet, istikrar, istiklal ve istikbal bağlamında, milletin onayının ve desteğinin alınmasıyladır. Yeni Türkiye’nin yönetim şeklinin, istiklal savaşının cefasını çekmiş olan millete hiçbir şey sorulmaksızın şekillendirilmiş olması bidayetinden beri idare edenle idare edilen arasında ciddi problemlerin oluşmasına, bir seçkinler grubunun millete tahakküm etmesine neden olmuş; bu gerilimi çözme iddiasındaki demokrasinin kendisi de bu bağlamda sınırlı seviyelerle uygulanmakla özel bir gerilim nesnesine dönüşmüştür.

Bu beyan tahtında, CHP’nin anayasa değişikliğinin gündeme geldiği günden bugüne yürüttüğü muhalefet, hiçbir şekilde konunun özüne ve formuna yönelik bir muhalefet olmamıştır.

CHP, yeni yönetim sisteminde yetkinin % 51 şartına bağlanması nedeniyle, Türkiye’nin ihtiyaçlarına, milletin taleplerine aldırmaksızın, salt kendi geleceğini, grup çıkarını gözeterek reforma şiddetle karşı çıkmıştır.

Çünkü bidayetinde tek parti despotluğuyla, milletin milli ve manevi değerlerine savaş açarak hükümran olmaya çalışan CHP, 1950 yılında seçmenden gördüğü kırmızı kartın kompleksi içinde, sürekli olarak %20-30 oy bandında patinaj yapan bir parti konumunda olmuştur. Dolayısıyla CHP’nin iktidar umudu darbelere, Gezi eşkıyalığı tarzında krizlere ve koalisyonlara birebir bağlıdır. Yeni anayasa değişikliği ise, evvel emirde bu üç hususun tarihe gömülmesini sağlayacaktır.

Bu nedenlerle CHP, millete “anayasadaki 18 maddelik yeni değişikliği kabul ederseniz, bizi tarihten silersiniz” diyemeyeceği için, konunun özüne ve formuna dair görüş belirtmekten kaçınarak, muhalefetini önce gündelik siyasi olaylar üzerinden yürütmeye çalışmış, bunun çok da işlevsel olmadığını fark ederek, denize dökme fantazması üzerinden CHP’nin kuruluş devrindeki millete tepeden bakan, kibirli, sövgücü ve ayrıştırmacı dile anında dönüvermiştir.

Bu bağlamda, bir CHP milletvekilinin “Diyelim ki ‘Evet’ çıktı, kimse heveslenmesin. Biz yine Samsun’dan  başlarız, Amasya’ya gideriz, Sivas’a gideriz, Ankara’ya geliriz. Buradan İnönü’ye Sakarya’ya Dumlupınar’a… Ulan sizi İzmir’e kadar kovalamazsak anamızdan emdiğimiz süt helal olmasın. Sizi de sizin yedi göbek sülalenizi de bütün emperyalistleri de yine İzmir’den denize dökeriz.” sözleriyle, genel başkanlığı kaset yoluyla Kılıçdaroğlu’na vermek zorunda kalan Deniz Baykal’ın reformun reddedilmesi halinde, Cumhuriyeti o gün ilan etmiş gibi, İzmir’de düşmanı denize dökmüş gibi, yüreği kabararak, gözleri dolarak sevineceğini beyan etmesi CHP’nin muhalefetindeki zikredilen evrilmenin boyutlarını çok net olarak göstermektedir.

Öte yandan CHP, gözlerini umutla HDP şirretliğine, PKK terörüne, FETÖ bozgunculuğuna dikip, kulaklarını ise AB ülkelerinden gelecek tepkilere ayarlayarak, reforma karşı bir şer cephesi oluşturma gayretine düşmüştür.

CHP bu gayreti sağlama uğruna, yeni anayasa değişikliğinin vadettiği istikamet, istikrar, istiklal ve istikbale sırtını dönmüş; Türkiye’yi bölmek, ABD’nin eyaletine dönüştürmek, kapı kulu olarak hizmetinde tutmak isteyenlerle eşitlenmenin ötesinde, reforma karşı mücadelesinde bunları da temsil eden bir parti hüviyetine bürünmüştür.

Bu manada, Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi milletvekili ve Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok’un, 16 Nisan’da hayır oyu verilmesi yönündeki çağrısıyla, evet oyu verenleri denize dökme heveslisi CHP’lilerin arasında, muhalefet tarzı bakımından, içerik ve form yönünden hiçbir fark kalmamış; CHP, Brok’un da sesi olarak Türkiye düşmanı Batılıları kendi siperine almıştır.

Son durum itibariyle CHP, artık anayasa değişikliğini, dolayısıyla referandumu konuşan bir parti değil, şirretleşen bir dille kuruluşundaki ilk maksada ve söyleme avdet ederek mayasındaki faşistliği gösteren ve düşmanla ağız birliği ederek, salt kendisinin çıkarlarının korunması için gözünü karartmış bir parti konumundadır.

Korkunun ecele faydasının olmadığı malumdur ve CHP de ne denli ötelemeye çalışırsa çalışsın yok olma akıbetinden kurtulamayacaktır.

Bütün mesele 16 Nisan’a kadar CHP’nin azgınlığından, kızgınlığından, kininden, komitacı dilinden ve malum saplantılarından millete bir zararının erişmemesidir.