Türkiye’nin hain kontenjanı

Toprağı bol olsun, vatansever bir şairdi Attila İlhan.

Kemal Tahir’in elinden su içmiş, onun asil öfkesinin şiddetini yerinde ölçmüş, münevverliğine, edebine bizzat tanık olmuş ve bu sayede kendi bakış açısını doğrultabilmiş, Sol ahlaka sahip nadir Kemalistlerden biriydi.

Vefatından yaklaşık bir yıl önce, özel bir televizyon kanalında ihanet, aydın, batıcılık ve basın planında dillere pelesenk olan şu söyleyişlerini hatırla(t)manın zamanıdır:

-“Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde onudur.”

-“Türk aydınlarından bazıları Batı’nın manevi ajanıdır; şimdi o aydınlar haysiyetten önce banka hesabına dikkat ediyorlar.”

“Türkiye’de üç şey milli olmalıdır: Eğitim, savunma ve ekonomi. Bu üçü milli olmadığı takdirde Sevr olur.”

“Türkiye’de basın Türk değildir, çünkü Türk basını Türkiye’nin çıkarlarını korumuyor.”

ABD’nin “casus papaz yaptırımları” başlığı altında, Türkiye’yi sıkboğaz ederek, dara düşürerek “hizaya getirmek” üzere hazırladığı “tehdit” listesinden, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ABD’ye giriş çıkışlarının yasaklanması, oradaki mal varlıklarına el konulması ve F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslimatının geciktirilmesi şeklindeki ilk iki maddeyi açıklamasıyla eş zamanlı olarak, sosyal medyada çığlık çığlığa sevinç gösterileri yapanlardan birinin cemaziyelevveline baktığımda hatırladığım ilk şey, Attila İlhan’ın Türkiye’nin hain kontenjanıyla ilgili yukarıda zikrettiğim sözüdür.

Türkçe yazıma uydurulmuş bir aile sanına sahip olan bu kişinin sevinç çığlıklarından fark ettiğim ilk şey de, “devşirme devrinden kalan” veya “kılıç artığı olan” bir nesilden geliyor olmasıdır.

Hain, kelimenin kurucu anlamı gereğince uzakta olmaz, bizzat ihanet ettiği şeyin (ya da yapının) içinde yer alır. İhaneti iktidara ilişkinse iktidar kurumlarından birinde görev almış; devlete ilişkinse, o devletin havasını solumuş, suyunu içmiş, toprağından beslenmiş olması gerekir. Yoksa dışarıda olan birinin ihanetinden söz edilemez, onunki doğrudan düşmanlıktır.

Örneğin, bu manada Can Dündar (Cancık) bir haindir ama onun sığındığı Alman Cumhurbaşkanı (Cancık’ı da himaye etme nedenlerine bağlı olarak) muhtemelen Türkiye düşmanıdır.

Düşmanınızla baş etmeniz kolaydır; çünkü o oradadır, düşmanlığın gereği olarak yaptıkları ve potansiyel olarak yapacakları üç aşağı beş yukarı bellidir. Siz de buna bakarak açık bir tutum takınır ve gerekli tedbirleri üretirsiniz.

Bunun aksine hain, senin ayaklarının dibinde bulunur ve sana ne ne zaman çelme takmaya kalkışacağı ise belirsizdir.

İstitraden belirtelim ki, hainle münafıkı da ayırmak gerekir, öncelikle anlamları ve takiben yüklemleri nedeniyle…

Münafık, sendenmiş gibi davranıp, senin yüzüne güler, senle değilken senin düşmanınla birlikte olur; sen gelince yine sana döner; dolayısıyla münafığın esas karakteri ikiyüzlülüktür.

Hain, senin tarafından taltif edilmeyi ve sürekli ödüllendirilmeyi bekler; onu beslediğin ve okşadığın sürece ayaklarının dibinde durur, ancak bu konularda bir tatminsizlik yaşadığını düşündüğü an senden ayrılır ve hemen aleyhine konuşmaya, azami hızla senin düşmanlarınla işbirliği yapmaya başlar.

Bu bağlamda, söz konusu hainin sosyal medya hesabında, en çok paylaşımı Cancık’tan yapmış olması, benim için bir sürpriz değildi ama, iktidar mensuplarının ayakları altında, sahip de değiştirerek “uzunca bir süre” dolaşmış olması tam bir sürprizdi.

AK Parti’nin kuruluş tarihini esas alarak baktığımızda, bu hainin, ona yakın bir tarihte özel bir üniversitenin mezunlar cemiyetini kurduğunu ve ilk dönem başkanlığını yaptığını görüyoruz.

Umduğu gözlerce görülmemiş olduğunu düşünmüş olmalı ki, ardından içinde barış ve demokrasi kavramlarının yer aldığı bir platform daha kurmuş ve onun da başkanlığını üstlenmiş ama istediği görünürlüğe yine ulaşamadığını düşünmüş olmalı ki, hem kendi adına bir parti kurmuş, hem de kimliği ve asıl kime hizmet ettiği halen meşkuk olan muhafazakar bir gazetede köşe yazıları yazmış.

Galiba bu son iki “şamatası” görülmesini sağlamış olmalı ki, AK Parti’den milletvekili adayı olmuş. Seçilemeyince, FETÖ ile ilişkileri konusunda derin kuşkular bulunan bir bakana danışman olmuş; o bakan zikredilen durumu nedeniyle iktidar tarafından dışlanınca, bu kez başka bir bakana yamanmış.

Onca zamandan sonra durumu hakkında oluşan büyük kuşkular nedeniyle ayak altından öteye itilince, Kanarya Sevenler Derneği kabilinden bilmem ne gönüllüleri derneğine kendini başkan yaptırmış ve Cancık’la dayanışma içinde ihaneti nihai iş edinmiş.

Hal böyleyken, Attila İlhan’ın “Türk aydınlarından bazıları Batı’nın manevi ajanıdır; şimdi o aydınlar haysiyetten önce banka hesabına dikkat ediyorlar” sözünü ve hatta yukarıda bunu izleyen diğer sözlerini açmaya bence artık gerek yok.

Gerek hakkında kısa bilgi verdiğim hainin ve gerekse diğer hainlerin aydın vasfıyla, medya dünyasında konuşlanmaları ve dahası hali hazırdaki rolleri, mevcut durumlarını gereğince, çok açık olarak açıklamaktadır. Açık olanın açıklığını ayrıca açıklamak ise onu bulandırmaktan başka bir sonuç vermez.

O halde şimdi, azami açıklıkta Türkiye’nin hain kontenjanını seyretmeye buyurunuz.