Tartışma üslupları, tartışma usulleri tartışılan konunun önemini erozyona uğratıyor Türkiye’de. Neredeyse bütün hayati meselelerimizin çözümünde bununla karşılaşıyoruz. Böylece asıl meseleyi usule kurban ediyoruz. Sonuçta olan memlekete oluyor.
Kendimi bildim bileli tabularla mücadele ettiğini ifade eden, toplumun inanış biçimlerini hedefe koyan, insanımızın geleneksel davranış ve tutumlarını statüko olarak adlandıran, aydınlanmacı bir yaklaşımla değişimi öğütleyen bir siyasi zihnin gelip takıldığı tabuları, kesin inanç biçimleri üreten yapısını, değişime ayak direyen gerici anlayışını, statükoya sarılışını ibretle izliyoruz uzunca bir süredir.
Daha iyi bir sistemin, daha iyi bir yönetim anlayışının olamayacağını savunmak, insan aklını reddetmek anlamına gelir oysa. İnsanın binlerce yıldır süregelen serüveninde elde ettiklerini kesin bir inançla kabul edip statükolaştırarak, bundan sonraki süreçte başka herhangi bir şey üretemeyecek pozisyona sokmak insanı ve insanlığı öldürmek değil de nedir?
Değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler nasıl insan/lar marifeti ile üretilmiş ise bu maddelerin değiştirilmesini teklif ediyor olmak da pekâlâ son derece insani bir eylemdir. İki de bir Osman Gazi’ye hocası Edebali tarafından öğütlenmiş ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ öğüdünü meydanlarda malzeme yapacaksın ama insanın yaşam mücadelesi için hayati önemi haiz meselelerde insan aklının üretimi olan hususları boğmaya kalkacaksın ve bu yönüyle düşünüldüğünde, en önemli faaliyeti olan düşünüyor olmasının önüne geçerek insanı boğacaksın. Olacak şey değil.
Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı Devlet Bahçeli’nin bir süredir izlediği muhalefet yönteminin, tam da bu hususun getirdiği olumsuzlukları bertaraf edici mahiyette bir pozisyon açtığını söyleyebiliriz. Şüphesiz bu Türkiye için bir kazançtır.
Başkanlık sistemi tartışmalarında toplum tarafından bilinmeyen o kadar çok şey varken, iktidarın daha nasıl bir başkanlık sistemi önerdiği dahi bilinmiyorken, yol açtığı arızalar dolayısıyla henüz geleneği bile oluşamamış parlamenter sistemi mutlaklaştırarak memleketin önünde bariyer oluşturmak yerine, tüm yönleri ile tartışılmasına olanak tanımak başlı başına değerli bir şeydir. Ve Devlet Bahçeli bunu yapmaktadır.
Ancak, daha başkanlık sistemi bağlamındaki düşüncelerini, olası referandumda nasıl tavır takınacağını dahi bilemediğimiz Devlet Bey’in bu tutumunu yedek lastiği düzeyinden hedef tahtasına oturtmak da haksızlıktır.
Basit bir şey söylüyor Devlet Bahçeli; “Madem böyle bir arzu var, buna yönelik toplumun önemli bir kesiminde oluşmuş bir talep söz konusu, öyleyse ağzınızdaki baklayı çıkarın da görelim” demenin ötesinde herhangi bir şey söylemiş de değildir. Devlet Bahçeli’nin son çıkışını, çok bilinmeyenli bir denklemi bilinir hale getirme çabasına önemli bir yol açma olarak değerlendirebiliriz.
Bundan sonraki süreçte, iktidar nasıl bir başkanlık sistemi önerisi olduğunu ortaya koyacaktır. Bu öneriye karşılık muhalefetin yaklaşımından, ortaya konmuş veriler ışığında konunun tartışılmasından, bu konuda söz söyleme yeterliliğinde olanların katkılarından sonra bir karar yoluna girilmiş olacaktır. İster başkanlık sistemine geçilecek olsun, ister mevcut sistemde bir değişikliğe gidilecek olsun bu başlı başına bir imkândır.
Bütün bu tartışmalar esnasında, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi arzusunu tek adamlığa bağlayan muhalefet, insanların birer fani olduğu gerçeğini nedense kulak ardı ederek iddia ettiklerinin aksine, bizatihi kendileri Cumhurbaşkanımızı mutlaklaştırmakta ve onsuz bir Türkiye düşünememektedirler. Oysa Tayyip Bey’in kendisi insanın fani olduğu hakikatinden hareketle, insanca bir sistem inşasının, memleketi ve bu memlekette yaşamaya devam edecek olan nesilleri yaşatmak için elzem olduğunun farkında olduğunu vurguluyor daima.
Dünya üzerindeki devlet yönetim sistemleri incelendiğinde birbirinden farklı çok sayıda yönetim anlayışının varlığını görmek mümkün. İskandinav ülkelerinden Kara Avrupası’na, Amerika Birleşik Devletleri’nden, İngiltere kraliçesine bağlı olarak yaşamlarını sürdürebilen son derece çağdaş ve modern devletlere kadar sayısız örnek üzerinde durabiliriz. Burada şu soruyu da sormak icap eder, mevcut dünya sisteminin içerisinde üretilmiş bu yönetim anlayışlarını inceleyelim incelemesine de tarihimizden, kendi aklımızdan, bu toprakların değerlerinden, gönlümüzden geçenden neden istifade etmeyelim?
Gerçek Hayat Dergisi’nin iki hafta evvelki nüshasında ‘Ak Parti bize bir devlet borçlu’ diye bir yazı yazmıştım. Ak Parti’nin bu yükümlülüğünü yerine getirebilmek için girdiği çabanın farkında olan biri olarak söylüyorum; muhalefetiyle, akil insanlarıyla, toplumun tüm katmanlarıyla Ak Parti’nin bu çabasına destek vermemiz gerekiyor. Devlet Bahçeli’nin tam da bu noktada aldığı inisiyatifi çok önemsiyorum.
Hadi bu da yazının latifesi olsun;
“Bir hesaplama yapmışlar siyaset mekanizmasındakilerle beraber Türkiye’de dernek başkanları, vakıf başkanları, kulüp başkanları, sınıf başkanları dahil üç buçuk milyon başkan varmış başkanım” cümlesini kuran bizim Bekir Cantemir’e göre fiilen başkanlık sistemine geçilmiş durumda zaten. Üstelik bu yeni bir durum da değil.