Türkiye Cihangir’den büyüktür

Sabah Gazetesi’nden Göksan Göktaş’ın “Şarkı sözlerinizde binlerce düşünce göze çarpıyor. Kendi iç dünyanız olduğu kadar, etrafınızda akan hayatla ilgili de sözler yazıyorsunuz. Buradan hareketle soracak olursak, Türkiye’nin bugünkü durumu, yeni dönemi ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap vermiş Mazhar Alanson;

“Son dönemlerde kutuplaştık biraz tabii. Bunu çözmeliyiz. Türk insanını çok seviyorum. Başka bir örneğimiz yok dünyada. Dünya da bizim farklılığımızı anladı. Vesayet istemediğimizin farkına vardı. Üzerimizde bugüne kadar hep askerin baskısı vardı. Bu kalktı artık çok şükür. Hükümet bir şey yapardı. Askerin işine gelmez baskı yapardı. Ülke sağcı mı solcu mu belli değildi. Sol kalkarsa sol indirilir, sağ kalkarsa sağ indirilirdi. Seçimlerden sonra da, bu yeni dönemde de artık iyice ortaya çıktı ki, bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok. Bu topraklarda o söyledikleri gibi ‘laiklik de elden gitmez’, gitmedi de. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerini kabul edersek hepimiz daha mutlu olacağız. Ben mesela, okullarda Atatürk sevgisini otomatikman pek çok çocuk gibi aldım bünyeye. Ama Peygamberime de aşığım, ne var bunda!”

Hemen akabinde Bülent Ortaçgil yine Sabah Gazetesi için Tuba Kalçık’a verdiği röportajda sorulan bir takım sorulara şöyle cevaplar vermiş;

(Ortadoğu’daki kaosa tanıklık ediyoruz. Siz bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?)

“Çok üzücü. Türkiye, yaşanan gelişmelerden dolayı bölgeye müdahale etmek zorunda kaldı. Ortadoğu’nun, dünyadaki süper güçlerin bulunduğu bir alan haline gelmesi bizi bu müdahaleye zorladı. Bölgedeki bu gelişmeler, Türkiye’nin geleneksel dış politikasından farklı bir çizgide ilerlemesine de sebep oldu. Arap dünyasında yaşananlara baktığımızda, Türkiye’nin çok özel bir ülke olduğunu düşünüyorum. Türkiye, her şeyden önce devlet ve demokrasi geleneği olan bir ülke. Büyük çoğunluğu Müslüman. Bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelere model olacak bir ülke olduğunu düşünüyorum.”

(Geçtiğimiz günlerde hain kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz’un ikinci yıldönümüydü. Bu konuyla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?)

“15 Temmuz’da yaşananlar çok korkunçtu. Ben hayatım boyunca darbelerin her türlüsüne karşı olmuş biriyim. 15 Temmuz’da darbe girişimini durdurmak için yüzlerce insanımız öldü. Çok büyük bir felaketti o gece yaşananlar. Darbenin iyisi kötüsü olmaz.”

(Siz yıllar önce yazdığınız şarkı sözlerinizde bile insanların kategorize edilmesine karşı çıkmış birisiniz. Günümüz Türkiye toplumunda da en çok ihtiyacımız olan şey, tüm renklerimizle birlik ve beraberlik içinde olmak. Katılıyor musunuz?)

“Türkiye’de geçmişten itibaren toplumsal kesimler çok fazla birbirine rakip oldu. Farklı görüşteyiz diye senin müziğin ayrı, benimki ayrı, senin sineman ayrı, benimki ayrı. Ama böyle olmaz, bunu kırmamız gerekiyor, uzlaşmak zorundayız. Muhalefetiyle iktidarıyla uzlaşmamız gerekiyor. Sandıktan çıkan sonuca saygı duyulmalı öncelikle. Oy olarak da baktığımız zaman yüzde 52’yi yok mu sayacaksınız? Ya da muhalefette kalan yüzde 48’i? Başkan yüzde 52 civarında oy alarak seçilmiş. Muhalefet bunu kabul etmeli. İktidar da muhalefetin istek ve taleplerini göz önünde bulundurursa bu sorun çözülür bence. Eskiden şu anda muhalefette olan yüzde 48, yüzde 52’yi yok saymıştı. Bu bir hataydı. Yüzde 52 oy alanlar, bu hataya düşmez ve yüzde 48’i yok saymayarak hareket ederse sorunlarımızı çözeriz. Siyasette diyaloğun artmasını bu anlamda çok önemli buluyorum.”

Sonra ne mi oldu, kıyamet koptu malum mecrada, linç başladı.

Yıllar evvel sevgili Ulvi Alacakaptan ile televizyon dizisi sektörü üzerine yaptığımız konuşmalardan birinde kendisi şu minvalde bir ifade kullanmıştı;

“Burada kazandığını başka yerde harcayamazsın. Harcamaya kalkarsan sana bir daha iş vermezler.”

Genetik kilitlenme üretmeye namzet akraba evliliği gibi bir durum bu aslında. Mal yabancıya gitmesin, miras dışarıya gitmesin düşüncesi nasıl genetik kilitlenmeye yol açıyorsa, bu davranış biçiminin de tüketici yanı olduğunu düşünüyorum.

Sanatsal faaliyetler sonucunda ortaya çıkan birikimin, tecrübenin, fikrin, düşünüş biçiminin, paranın dar bir alanda kalması, yayılmaması, burada bir değere dönüşerek kullanılır hale gelmesi ve en nihayetinde bütün bunların bir başka şekilde metaya dönüşme hikayesinin bu kasabada kurgulanarak vizyona sokulması istenir.

Takıldıkları mekânlar hep aynıdır, bir iki semt ve birkaç sokağa sıkışmış kalmış olmayı tercih eden modern bir kasabalılık hali işte bu.

Size birkaç sahneyi hatırlatmak isterim, biri Ahmet Kaya’nın onuncu yıl marşı eşliğinde protesto edildiği linç sahnesi, diğeri Gezi olaylarına sanatçıların kol kola girerek ivme kazandırdıkları ve bu yönüyle memleketi linçe kalkıştıkları sahne… Her iki sahneyi de izah edecek olan şeyi ‘furya’ kelimesi ya da ‘yığın’ kelimesi ile izah etmek mümkündür. O an için orada bulunmamayı seçiyor olmak, yani o furyada, o yığın içerisinde yer almamayı tercih ediyor olmak linç edilmek için yeter de artar bile.

Şimdi yukarıya alıntıladığım iki röportajda kurulmuş cümleleri yeniden okuyorum. Ne var bunda bu kadar dememek elde değil gerçekten. Ama mesele başka. Mesele, ait olunan kasabanın dili dışında bir dili konuşuyor olma meselesi.

Mesela; “Türk insanını çok seviyorum. Başka bir örneğimiz yok dünyada. Dünya da bizim farklılığımızı anladı.” demiş Mazhar Alanson, “bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok” demiş, ‘otomatikman’ yerleştirilmiş Atatürk sevgisinden, Peygamber sevgisinden bahsetmiş.

Peki ya Bülent Ortaçgil ne demiş? Türkiye’nin özel bir ülke olduğundan söz etmiş, darbelere karşı oluşundan bahsetmiş, memleketin Müslümanlığından dem vurmuş, muhalefetin çoğunluğu yok sayma refleksine dair cümleler kurmuş.

Kullanılan dil ve kurulan cümleler, Türkiye’ye dair, Cihangir’e dair değil.

Linç edilmek için, orada elde edildiğini düşündükleri kazanımların, tecrübenin, birikimin, fikrin, düşünüş biçiminin kasaba dışında yaşayanlarla paylaşmaya dair, kasaba dışındaki kazanımlardan nasiplenmeye dair teşebbüse girişmiş olmak yetiyor başlı başına.

Ama işte hikâye değişiyor, değişmek zorunda. Birileri şunlara söylesin artık; Türkiye Cihangir’den büyüktür.