Tek başına bir ekonomik veri üzerinden hareketle ekonominin geneli ile ilgili çıkarımlarda bulunmanın bizi doğru bir sonuca götürmeyeceği aşikârdır. Lakin öyle veriler vardır ki, ekonominin gidişatı, toplumun ekonomiyi yorumlama biçimi, piyasanın güncel seyri hakkında ipucu verirler.
Türkiye’de yerleşik kişilerin, Türkiye’deki banka şubelerindeki mevduatlarını dövizde tutma düzeyleri ile ilgili olarak bir veri paylaşmak isterim.
31 Ocak 2018 tarihi itibarıyla Türkiye’de yerleşik kişilerin bankalarda 170 milyar dolar mevduatı olduğu biliniyordu. Bu rakam bir yıl geriye döndüğümüzde (31 Ocak 2017 tarihi itibarıyla) 143 milyar USD olarak gerçekleşmişken, 31 Ocak 2019 tarihinde 165 milyar dolar olarak geçmiş kayıtlara. Kabaca bakarak bu üç veri üzerinden hareketle çizeceğimiz grafikte iki yıllık süreçte yabancı para cinsinden mevduata talebi önce ciddi bir artış akabinde bir miktar düşüş şeklinde görebiliriz. Ama yetmez, bu verilere aylık yeni veriler eklememiz halinde tablo biraz daha belirginleşecektir.
2017 yılı boyunca yabancı para cinsinden mevduata olan talep düzenli bir biçimde artmışken, 2018 Ocak sonu itibarıyla en yüksek seviyesine ulaştıktan sonra yıl ortasına kadar hemen hemen stabil bir seyir izleyerek 160-170 milyar dolar arasında bir pozisyonda kalmıştır. Ağustos 2018 ve sonraki dönemde dövizdeki hızlı yükseliş bir yandan kâr realizesi bir yandan da hükümetin aldığı tedbirler dolayısıyla 150 milyar dolar seviyelerine inen bu rakam, ne olduysa Ocak 2019 itibarıyla yeniden 165 milyar dolar ve Şubat sonu itibarıyla 170 milyar dolar seviyelerine yükselmiş durumda.
Dövize koşuyoruz
Bu, Türkiye’de hâlen dövize olan talebin düşmediğini gösteriyor.
Dövize olan talep, yani, Türkiye’de yaşayan insanların biriktirdiklerini döviz cinsinden mevduatta tutma isteğinde ısrar edişi, kuvvetle muhtemeldir ki, temkinli olma mecburiyetinde hissetmenin bir tezahürü olarak yorumlanabilir.
Bankalara giren mevduatın, bankalar tarafından krediye dönüştürülerek piyasaların fonlanmasında kullanıldığını biliyoruz.
Piyasaların dış borcunun bir hayli arttığı bir dönemi yaşadık yakın geçmişte. Daha evvel, bankaların vereceği kredilerde bireysel nitelikli işlerde dövize endeksli kredilere yasak gelmişken, bu dönemde, bir düzenlemeyle, döviz geliri olmayan firmaların da döviz ya da dövize endeksli kredi kullanımın önüne geçilmiş oldu. Türkiye ekonomisi için hayati önem arz eden bu uygulama aslında yeni bir piyasa anlamına gelmektedir.
Bugün, yabancı para cinsinden toplanan mevduatın piyasaya kredi olarak sevk edilmesi iki yönlü olur. İlki döviz geliri olan firmalar kanalıyla doğrudan döviz kredisi ya da dövize endeksli kredi olarak kredi vermek, ikincisi ise, bahse konu dövizi TL’ye çevirerek, kur riskine yönelik bir fiyatlamayı da içine alacak şekilde TL kredi vermek.
Bankaların ikinci türden hareket etmeyi bugünün şartlarında pek tercih etmediklerini söyleyebiliriz.
Bugünlerde, hassaten ihracatçıya yönelik olarak, gelirlerinin döviz cinsinden olması dolayısıyla döviz cinsinden ucuz kredi temin ettiği dönemlerdeyiz. Piyasaların döviz cinsinden borçlanma iştahındaki azalma bankaları zorlar durumdadır. Artık bankalar, döviz cinsinden mevduat kabulünde zorlanıyorlar.
Aslında, ihracatçılar için krediye ulaşma anlamında avantajlı bir dönemdeyiz. Bankaların elindeki, atıl fonlar özellikle ihracatçıların kullanımını beklemektedir. Bu durum, ihracatın artması yönünde bir etki oluşturabilir.
İhracatçıların, gelişmiş piyasalara yönelik iş yapmalarının önünde yeni döneme mahsus ‘konjonktürel’ zorluklar olduğunu biliyoruz. Mesela, Avrupa Bankaları, Türkiye’nin kredi notunu düşüren derecelendirme kuruluşlarının negatif bakışları dolayısıyla Türkiye’de mukim bankaların harici garanti mektuplarına teyit vermekten imtina ediyorlar. Bu da mesela, kalitesiyle, fiyatıyla önü son derece açık olan ve bu yönüyle gelecek vaat eden gemi inşa sektörümüzün Avrupa’ya yönelik imalatlarının önünde bir engel olarak duruyor.
Bu durum, firmaları, gelişmekte olan ve/veya henüz gelişme kaydedememiş ülkelere yönelik iş yapmaya itiyor. Bu durumda da, karşılarına, tahsilat problemi, mâl sevkiyatı problemi, bürokratik engeller gibi sorunlar çıkarıyor.
İşte bu noktada, devletin ön açıcı olarak yeni hamlelere girişmesi zorunlu hale geliyor. Devlet, tarlaya yağmurun yağmasını beklemek yerine, yağmurun yağdığı yere tarlayı götürmek zorundadır.
Mesela, Afrika bölgesine iş yapacak olan firmaların alacaklarının, yerel bürokrasiyi, uluslararası bankacılık sistemini by-pass ederek tahsiline imkân tanıyacak adımlar gündeme alınmalıdır. Zira yeni pazarlara ihracatın kolaylaşması Türkiye’nin ekonomik geleceği açısından önemlidir.
İhracatın artmadığı bir dönemde, banka mevduatlarının yabancı para lehine değişiyor olması piyasa için kilitleyici bir rol anlamına gelir.
Yurtdışına iş yapmayan/yapamayan firmalar açısından bakıldığında ise iki husus önemlidir.
Geleceğin fiyatlanması gerçek mali göstergeler ile söz konusu olduğu kadar belki de daha önemlisi ‘güven’ ile ilgili bir şeydir. Özellikle ülkemizde geleceğin fiyatlaması daha ziyade ‘güven’ üzerinden şekillenir. Güven tesisi hükümetin üzerinde en çok kafa yorması, efor sarf etmesi gereken şeydir bu durumda. Yani, vatandaşın geleceği nasıl fiyatladığı çok önemlidir.
Yukarıdaki yabancı para cinsinden mevduat tablosunda sadece ‘Türkiye’de yerleşik nüfusun’ yabancı para cinsinden mevduatından bahsediliyor. Yurt dışından Türkiye bankalarına gelen mevduat bu tabloda yer almıyor. Geleceğin fiyatlanması hususunu bir de bu açıdan bakıp ele almam lazım.
Bugünkü piyasa seyrinde dövizin ne çok artması ne de çok düşmesi (normal seyirdeki küçük artış ve azalışlardan bahsetmiyorum) iyi bir şey değildir. Bu da ‘istikrar’ ile doğrudan ilgilidir.
Devletin, iç piyasaların kredi teminine yönelik olarak kamu bankaları kanalıyla piyasa faizlerini aşağıya çekme yönünde aldığı inisiyatifin sonuç verdiğini görüyoruz.
‘Güven’ ve ‘istikrar’ piyasaların olmazsa olmazıdır. Yerel seçimler öncesinde çokça duyduğumuz ‘beka’ meselesine bir de bu açıdan bakmamız gerekir.
Dipnot: Bu yazıyı nihayetlendirip dergiye gönderdikten sonra, döviz tevdiat hesaplarına yürütülen faizlerden ve katılım bankalarınca döviz katılma hesaplarına ödenen kâr paylarından kesilen stopaj oranlarında değişikliğe gidildi. Buna göre, vadesiz ve ihbarlı hesaplar ile 1 yıla kadar (1 yıl dâhil) vadeli hesaplarda yüzde 20, 1 yıldan uzun vadeli hesaplarda yüzde 18 stopaj kesintisi yapılacak. Daha önce bu oranlar vadesiz ve 6 aya kadar vadeli hesaplarda yüzde 20, 6 aydan 1 yıla kadar olan hesaplarda yüzde 16, 1 yıldan uzun vadeli hesaplarda ise yüzde 13 idi. Dolayısıyla dövizde yabancı para cinsinden mevduat bulundurmanın maliyeti bir miktar artmış oldu. Bahse konu düzenleme, yazımıza konu ettiğimiz, yabancı para cinsinden mevduat tercihlerindeki yükselmeye karşı küçük ama önemli bir önlem olarak okunmalıdır.