10 yıl öncesine kadar Afrika denilince birçoğumuzun zihnine kara insanların açlık ve sefalet içerisinde yaşadığı bir kıta gelirdi. Televizyonlardan gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla Afrika’da darbeler olur, siyasi ve etnik çatışmalar meydana gelirdi. Hutular ve Tutsilerin kim olduğunu, neden savaştıklarını bilmez, ama Afrika’da bir soykırım, bir katliam yaşandığını hepimiz bilirdik. Fakat yine de Afrika’ya kayıtsız kalırdık.
Fakat son on yılda Afrika algımızda çok değişiklikler oldu. Afrika artık bizim için bilinmez ve merak edilmez bir kıta olmaktan çıktı, yakından tanımaya başladık. Hükümetin başlattığı açılım ile birçok Afrika ülkesinde büyükelçilikler kuruldu. THY Afrika’ya ofisler açtı, direkt seferler başlattı. TİKA hemen hemen tüm Afrika ülkelerinde kalkınma projeleri yürütüyor, eğitim destekleri veriyor.
İHH, Yardım Eli, Diyanet Vakfı, Kızılay gibi kuruluşlar birçok Afrika ülkesinde göğsümüzü kabartan yardımlara, desteklere imza atıyorlar. Afrika’dan Türkiye’ye okumak, öğrenim görmek için binlerce öğrenci geldi. YTB, Bab-ı Alem Türkiye’ye gelen öğrencilere kol kanat gerdi onlara burs verdi, barınma ihtiyaçlarını karşıladı.
Geçen hafta YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül beraberindeki bir heyet Addis Ababa’ya geldi. Addis Ababa’da başta Harar Türkleri ile temas kurarak yüzyıllar öncesinde Etiyopya Harar’e gelen Habeş Türklerine sahip çıktılar. Türkiye’de öğrenim görmüş Habeşistanlı öğrencilerle görüşerek karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi temasında bulundular.
Heyette bulunan iki isim benim açımdan çok önemliydi. Birisi Prof. Dr. Ahmet Kavas, diğeri ise Mustafa Efe.
Her ikisi de Afrika denilince ilk akla gelen kişiler. Prof. Dr. Ahmet Kavas akademisyenlik hayatını Afrika’ya adamış bir ilim adamı. Bir süre Çad’da büyükelçilik görevi de üstlendi. Şimdi İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor ve Afrika üzerine çalışma yapan ve yapacak olan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerini yetiştiriyor.
Bizim mahallenin Afrika’ya ilgisi son 10 yıla kadar yardımlar düzeyindeydi. Afrika denilince akla fakirlik ve yoksulluk içinde kıvranan çocuklara yardım edilmesi gelirdi. Yardım kuruluşları Afrika’ya su kuyusu, cami açmak için yardım toplarlardı.
Ahmet Kavas Hoca, Afrika’nın bu yardım çalışmalarından ibaret olmadığını bize gösterdi. Buradaki akademik, entelektüel çalışmaları bize tanıttı. Afrika’daki sorunlar üzerine yüzlerce makale yazdı, konferanslar, seminerler verdi. “Geçmişten Günümüze Afrika” adlı kitabı hala en önemli kaynak kitaplardan biridir. Ahmet Kavas’la konuşurken onun Afrika’ya büyük bir sevdası olduğunu gördüm. Afrika’da bir şeyler yapmak onu heyecanlandırıyor, bu konudan bahsederken gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kavas Hoca’nın Afrika’ya ilgisi kuru bir akademik ilgi değildi. O bütün sıcaklığıyla Afrika’yı yaşıyor, yaşatmaya çalışıyordu. Frantz Fanon nasıl Afrika için bir derinlikse, Mandela nasıl Afrika’nın özgürlük kalbi ise Ahmet Kavas hoca da Afrika için çırpınan bir bilinç adamıdır.
Mustafa Efe hakkında ise nasıl tanımlamalar yapılmalı bilemiyorum. Mustafa Efe biraz daha farklı bir isim. Kendini “Afrika uzmanı” olarak tanımlasa da bir uzmandan çok daha fazlasını onda görebiliyorsunuz. Bir Afrika aktivisti, bir Afrika gönüllüsü, bir Afrika alpereni. Aslında ona
Afrika akıncısı demek daha doğru gibi.
Mustafa Efe’nin beyazlaşmış saçına aldanmamak lazım. O oldukça genç biri. Onunla konuşurken ne kadar genç olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Konya’da İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra İstanbul İlahiyat Fakültesi’ne devam etmiş. Onun Afrika ilgisi üniversite yıllarında başlamış. Üniversiteyi bitirdikten sonra da soluğu Afrika’da almış. Dil öğrenmek ve Afrika çalışmaları yapmak için Güney Afrika’nın Johanesburg şehrine gitmiş. Afrika’nın Lagos’tan sonra ikinci tehlikeli şehri Johanesburg’ta hiç kimsenin himayesinde kalmadan battaniye satarak dil eğitimini devam ettirebilmiş. Boş kalan vakitlerinde Güney Afrikalı Müslümanların sorunları ile yakından ilgilenmiş.
Mustafa Efe gerçekten bir akıncı. Çünkü Türkiye’de malum çevre dışında ilk defa Güney Afrika programlarını başlatmış; Zimbabwe, Malavi, Botswana, Namibya, Angola, Güney Afrika Cumhuriyeti, Mozambik, Madagaskar, Zambiya ve sair ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının kurulmasına öncelik etmiş ve kapasitelerinin geliştirilmesi için çalışmış.
Türkiye’de ilk Afrika dergisini Mustafa Efe çıkarmış. Belki yine Türkiye’de ilk kez Zuluca, Şonaca ve Çiçovaca gibi bugün de 50 milyona yakın Afrikalının konuştuğu diller üzerine araştırma yapmış.
Mustafa Efe, bütün bu deneyimlerini “Afrika’yı Anlamak ve Afrika –Türkiye İlişkileri” kitabında toplamış. Kitabı okuduğunuzda Afrika’yı nasıl anlamak gerektiğini görebiliyorsunuz. Afrika’nın bize sunulandan çok farklı bir Afrika olduğunu görebiliyorsunuz.
Ahmet Kavas ve Mustafa Efe Afrika açılımının iki görünmeyen kahramanı. Yalnız bu kahramanlar bu isimlerle sınırlı değil. Uzun süre İHH Afrika Direktörlüğü’nü yapan Serhat Orakçı da var. Serhat Orakçı Afrika’nın sorunlarını entelektüel yönden anlatan, kafası her daim Afrika sorunları ile meşgul olmuş biri. Serhat Orakçı’nın yazdıklarında dipdiri bir Afrika’yı anlama zihnini idrak edersiniz.
Burada Hasan Öztürk, Muhammed Tandoğan, Hatice Uğur gibi bizim kuşak açısından genç araştırmacıları da zikretmek gerek. Bu arada Gazi Üniversitesi Afrika Medeniyetleri Araştırma merkezi Müdiresi Prof. Dr. Suna Agıldere’yi de unutmamak gerek.
Afrika’yı yeniden anlamak ve tanımak gerekli. Bize batılıların öğretmeye başladıkları “Afrika algısı” ile değil yukarda zikredilenlerin kılavuzluğunda yeniden tanımaya ve anlamaya çalışmak gerekli. Yeniden bir Afrika algısı oluşturmaya var mısınız?