Suud’un Batı severliği

Suud yönetimi her zaman bende kuşku uyandırmıştır. Bir dönem İslami hareketin liderlerinin kitapları Suudi finansı ile Türkiye’de basılırdı. Seyyid Kutup’un, Hasan el Benna’nın, Abdulkadir Udeh’in kitapları o zaman için lüks sayılabilecek birinci hamur kağıda basılır ve ücretsiz olarak dağıtılırdı. Özellikle Suud’da okumuş, öğrenim görmüş belirli bir çevre Suud’un hakiki bir İslami yönetimi uyguladığını söyler, İran ile karşılaştırmalar yapardı.

Suud’un Afgan cihatında üstlendiği rol de öve öve bitirilemez, bir çok Arap savaşçının Suud desteği ile Afganistan’a gönderildiği anlatılırdı. Fakat Afgan cihadının bir terörü ortaya çıkardığını, Afgan halkının haklı davasından çok ABD çıkarları için yapıldığını çok geç öğrendik.

Aslında Suud yönetimi hep Batılı dostları ile yan yanaydı ve sürekli onlarla iş tutuyordu. Suud yönetimi, Afgan politikası ile binlerce eğitimli Arap gencini heder etmiş, Arapların geleceğinde etkili olacak beyinleri yok etmişti Batı’nın desteğiyle.

Suud yönetiminin Batı seviciliğini aleni olarak ilk gösteren lider belki de Suud veliaht Prens Muhammed bin Selman. İngiltere ve ABD’ye olan sevgisini o kadar belli ediyor ki, Türkiye’yi  bir karşı cephe ülkesi görmek gafletine bile düşüyor. Türkiye, neredeyse onun en büyük düşmanlarından biri. Türkiye ona göre İran ve Katar’la birlikte şer eksenini oluşturuyor.

Veliaht Prens’in Türkiye karşı tavrı, geleneksel bir Suud politikası mı, yoksa daha kapsamlı bir projenin sonucu mu? Her ikisi de. Suud yönetimin Müslüman dünya ile olan ilişkilerine bakıldığında hep sorunlu bir temas içinde olduğu görülür. Suud için asıl tehlike İran, İran için asıl tehlike Suud’dur. Bu iki devlet son 40 yıl boyunca Müslüman dünyasının heder olmasında bu karşılıklı düşman sendromu ile en büyük rolü oynamışlar, İslam toplumunun parçalanmasında adeta ortaklaşa hareket etmişlerdir.

Suud şimdi yeni bir düşman üreterek Veliahtın ağzı ile Türkiye’yi de bu kategoriye koydu. Suudlu Prense göre Türkiye de İran ve Katar kadar düşman bir devlettir. Onlar için tehlike ne son 70 yıldır Müslümanlara kan ağlatan İsrail ne de Afganistan, Irak, Libya, Yemen kaosunu ortaya çıkaran İslam ülkelerinin tarumar olmasını sağlayan ABD değildir. Batı sömürgeciliği ile hesaplaşacağı yerde Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Osmanlı ile hesaplaşma ucubeliğini göstermekte.

Suud’un bu yaklaşımını henüz tüyü yeni bitmiş bir Veliahtın terennümleri olarak görmek yanlıştır. Suud her zaman kendine Türkiye’yi rakip olarak görmüş, içinde sakladığı nefreti sunma arayışına girmiştir. Hatırlayın, Mısır’ın seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı Mursi’nin, Sisi tarafından devrilmesine alkış tutmasını. Suriye’de iç çatışma başlarken mezhepçi ve ABD çıkarlarından yana bir tutum sergilemesini.

Suud yönetimi veliaht Prens öncülüğünde darbeci Sisi ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki kuklası Birleşik Arap Emirlikleri ile yeni bir blok kuruyor. Yalnız bu cephe taşeron bir cephe yalnızca. Arkasında ABD, İngiltere ve İsrail’in olduğu herkesçe biliniyor. Fakat şaşırtıcı olan, eskiden ittifaklar kapalı kapılar altında gizli yapılırdı. Belki de yeni veliaht “ılımlı İslam” politikası ile artık aleni olarak yapmaktan kaçınmıyor.

Suudlu Prensin tavrı ile FETÖ yöntemleri arasında ortak bir bağlantı da var. Her ikisinde de Batı seviciliği had safhada. Batıya teslim, Erdoğan’a düşman olmak. FETÖ’nün Türkiye’de yapmak istediğini küresel boyutta Suud Prensinin çabası ile bu Erdoğan karşıtı ittifakla bölgesel boyutta yapmak istiyor.

Veliaht kendi paranoyasına bağlı kalarak Ortadoğu’yu, Arapları bir bataklığa atıyor. Sömürgeci Batı güçlerinin İslam dünyasını daha fazla kaosa sürüklemesinin, hatta yeni parçalara ayırmasının yolunu açıyor. Libya, Yemen ve Irak’ta bu fiili parçalanmışlığın etkilerini tüm yönleri ile görmek mümkün. İran’ı asıl düşman olarak görüyor ama ABD ve İsrail’in, İran’a karşı şu ana kadar net bir tavır içinde olmadıklarını da fark edemiyor. Taşeron olmayı gönüllü olarak kabul ediyor ama bu taşeronluğun aslında kendi ülkesini parçalayacağı hatta imha edebileceğini fark edemiyor.

Bir anlamda Veliaht Prens, Şerif Hüseyin rolünü oynuyor. Kendi ihtirasları için Batı ile koordineli işbirliğine girerken bu ihanet çemberinin kendisini de ortadan kaldırabileceğini göremiyor.

Veliaht Prens, Mısır’dan sonraki ziyaretini geçen hafta İngiltere’ye gerçekleştirdi. Kırmızı halı ile karşılanan Veliaht’a, İngiliz medyasının ilgisi büyüktü. İngiltere’de “ılımlı İslam”a geçtiklerini söylemesi artık Suud yönetiminin bu yeni muhafazakar İslam algısı ile Batı’nın onayı ve kontrolü ile Ortadoğu’da bir politik vizyonu başlatacağının göstergesiydi. 30-35 yıl önce İslam’ın cihat anlayışını kullanarak Afganistan’da Batı çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen Suud yönetimi, şimdi de Batı’ya kadınları özgürleştiren kahraman gibi görünerek Kudüs’ü sattığı gibi Mekke ve Medine’yi de peşkeş çekme niyetinde.

Suud’un bu Batı severliğinin arka planını görmek gerekli. Şu ana kadar Suud yönetiminden herhangi bir Batı aleyhtarlığını duydunuz mu? Bir kısım yönetim kontrolündeki Müslüman alimin geçmiş yüzyıllardan kalan Batı eleştirilerine kanmayın. Bunlar bir anlamda Müslüman halkın gözlerine perde çekmekten başka bir şey değil çünkü.

İngiltere’den silah alımı ile ilgili askeri anlaşmalar yapılıyor. İngiltere, Veliaht Prens öncülüğünde Suud’un Yemen’de daha fazla kan dökmesi, binlerce çocuğun koleradan ölmesi için silahlar veriyor. Ne karşılığında? İslam dünyasının daha fazla bölünmesi ve yıkılması karşılığında.

Batı seviciliğin arka planında kendi varlığını onlara borçlu olduğunu zannetme algısı var. Kendi var oluşu ile Batı severliği arasında karşılıklı bir ilişki bu. Fakat bu ilişkinin bizzat kendisi açısından sorunlu olduğunu, psikolojik bir yanılsama olduğunun farkında değil.

Suud yönetimi, Veliaht Prens’in yanlış yolda olduğunu; İsrail, ABD, İngiltere ittifakının tüm Ortadoğu’ya daha fazla bela getireceğini görmeli ve bir an önce bu yanlışa dur demeli. Çünkü dur demezse yarın çok geç olacak ve Kudüs’ün hamiliğini yitirdikleri gibi Mekke ve Medine’nin de hamiliğini yitirecek ve Kabe’yi yeni Ebrehe’lere teslim etmek zorunda kalacaklar…