Bir kaç sene önce bir kandil vesilesiyle, Fatih’teki bir mekana davetliydik. Ev sahibinin bizden başka Suriyeli misafirleri de vardı. Vakti geldi, Suriyeli misafirler tanıtıldı: Bu zat filanca şehrin müftüsü, şu zat Halep Üniversitesi’nden hoca, beriki bir Rifai şeyhi, şu da Suriye’nin en meşhur ilahi okuyucusu. Bu verdiğim liste, sanırım oradaki şöhretler karması gibi olan Suriyeli misafirlerin üçte biri kadardı. Tamamı bu evsafta, her biri deve dişi gibi mühim zevat.
Bu isimlerin ve daha fazlasının tamamı Türkiye’de yaşıyor. Biraz da işim gereği, Suriyeli (ayrıca Mısırlı, Libyalı vb) okur-yazar, ulema-meşayih takımıyla daha yakından ilişki kurma imkanlarına sahibim. Gördüğüm şudur: Bu vasıflı Suriyelilerin bir envanteri yok. Kim kimdir, kim ne iş tutar, hangisini nereye sevk etmeli, bir akıl gereği olarak düşünmüş değiliz. Tamam, başlarda bu mülteci ve muhacirlere hazırlıksız yakalanmış olabiliriz ama, şu kadar süre içinde bir envanter çalışmasının yapılmamış olması kabul edilemez.
Nereden biliyorsun yapılmadığını diyebilirsiniz. Bir yerden bildiğim filan yok. Sadece bir üniversitenin, filanca kurumun ya da ajansın şu donanımda bir Arap eleman arayışına girdiğinde, muayyen ve mesela İş-Kur gibi bir devlet kaynağından değil de, ortamdan, şuradan buradan, eşten dosttan bu elemanları soruşturuyor olmasından çıkarıyorum.
Suriyelilerin ticaret erbabı olanları ya da daha esnek ve uyum kabiliyeti gösterenleri Türkiye’de bir takım parlak işler de yapıyorlar. “Girişimci mülteci, lokanta zinciri kurdu” gibi haberler bunu gösteriyor zaten. Ama hayatı boyunca okumak ve yazmakla meşgul olmuş ilim ve düşünce ehlinin, aynı esnekliği göstermesi o kadar kolay değil. Bazı vakıflar, kimi dernekler ve oluşumlar bu isimlere el atıyor atmasına ama o da plansız ve doğaçlama gelişen bir sürece tabi olarak yürüyor.
Suriyeli sanatçılar için de aynısı geçerli. Benim rastladığım üç-beş tanesi, kendi imkanlarıyla, şahsi bağlantılarıyla, bazı zamanlar dezavantajlı konumlarının istismar edilmesine göz yummak zorunda kalarak ayakta duruyorlar. Edebiyatçılara da rastlıyoruz. Durumları farklı değil.
Arapça kitaplarla ilgili benim bildiğim iki fuar var İstanbul’da. Konuya yabancıysanız bu fuarlardaki kalabalığı görmenizi öneririm. Sadece dini klasiklerin okurlarından değil, aynı zamanda edebiyat, felsefe, sosyal bilimler okuru olan hallice bir Arap nüfus, İstanbul’da yaşıyor. Tek tük, Arapça olarak çıkan ve kapalı devre yayın yapıyor izlenimi veren nitelikli gazete ve dergilere de rastlıyoruz. Yani İstanbul bir yönüyle, çok sayıda Arap sanatçı ve entelektüeli barındıran bir şehir olmuş durumda.
Konuyla ilgili bir başka husus, andığımız evsafta vazifeler üstlenen ve üstlenebilecek ilim ve kültür ehlinin, çoğu kez belli bir yaşın üstünde olmalarından da kaynaklanan bir durum olarak, Türkçe öğrenmedeki gönülsüzlükleri. Senelerce aynı kurumda çalıştığımız bazı Suriyeli arkadaşlar, kurumun yapısı gereği Arapça’dan başka bir dil konuşmalarına gerek olmamasına bağlı olarak, Türkçe öğrenmek için çaba göstermediler. Bu da onlarla sokak -bu sokağı aynı zamanda kültür-sanat sokağı gibi düşünün- arasında ilişkilerin kurulmasına mani oldu. Ama daha kötüsü, Türk kültür ve düşünce hayatını onlara ve genel olarak Arap dünyasına daha yakından tanıtmayı sağlayamamış olduk. Türk dizilerini tercüme etmenin yanında, Türk düşünürlerini ve alimlerini tercüme edemedik. Bir envanter çalışmasını yönetecek akıl, aynı zamanda bu envanter içindekilerin Türkçe öğrenmesini kolaylaştıran ve teşvik eden önlemler de alabilirdi. Böylece çağdaş Türk düşüncesinden bazı tercümeler yapmak istediğimizde, önümüzde çok sayıda vasıflı mütercim bulabilirdik.
Piyasa bir şekilde yolunu buluyor ve bu Suriyelilerin içinden kendi elemanlarını devşiriyor. Ama ilim, kültür ve sanat ehli o kadar talihli değil. Onlar ne piyasa kadar hızlı ve “pratik”ler, ne de belki de böyle olmaya gönüllüler. Şu durumda onlar için önlem almaktan başka seçenek yok önümüzde. Aslında bu önlem, bizim kendimiz için alacağımız bir önlem olacak.