Şu profesyonellik dedikleri

Biraz evvel, tam da planladığım yazımı yazmak için oturmuşken gelen bir telefon üzerine aşağıya indim. Çok sevdiğim Osman ağabeyimle şöyle ayaküstü lafladık. Saça, sakala, bıyığa, ayakkabıya, giyime, kuşama takılan zihinlerden açıldı konu. İsmi lazım değil, bir edepsiz düşünün, adaletsizliğini, hak yiyor oluşunu, nereden nasıl bir vurgun yaparımın hesabını, sinsice işler çevirmişliğini, o pis tezgâhını rezil insanlar eşliğinde döndürebilmek uğruna oyun kurmalarını bir kenara bırakmış da filanın giyimi kuşamı üzerinden laflar etmeye kalkmış. Eh, canımız sıkıldı tabi. Ahlak hiçbir şeydir imaj her şey dedik ve evet güldük, acı acı. Sonra dönünce yazı masama daha evvel de çeşitli vesilelerle kurduğum şu cümleleri yeniden kurmak geldi aklıma;

Önceleri “kişisel imaj”a vurgu yapanlar işin içinden çıkamayacaklarını anladıklarında bu kez ‘profesyonel yaşamda kişisel imaj’a vurgu yapar oldular.

İmaj derken salt bir görünüş biçiminden söz ediyor değilim. İmajın zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey olduğunu bir anlamda hayal, hülya olduğunu söylememiz gerekiyor evvela. Tabi ki, bu tanımın eksik bir tanım olduğunu da ifade ederek. Kendisini sunmak, takdim etmek isteyen açısından işin bir tarafında bu var. Diğer tarafta ise, izlenim devreye giriyor. İzlenimde bulunanın kendisini takdim edeni bilincinde oturttuğu zemin imaj denilen şeyin bir diğer tarafını oluşturuyor.

İnsanın nesneleşmesi durumundan bahsediyoruz aslında. Kendisini bir nesne haline getirerek karşısındakine sunan kişi ve bir nesneyi algılamak durumunda olan karşıdaki.

Olmak istediği şekilde olmayı başaranlar (olduğu gibi görünenler) var oldukça “kişisel imaj” denilen hizaya getiricilik önemini yitirmeye başladı. Çünkü herhangi bir kategoriye dahil edilemeyen insanlar var olmaya başladı.  Yani her şeye rağmen insan yine insan olabilmeyi başarabiliyordu. Tıpkı anketlerdeki ‘diğer’ dilimi gibi tanımlamayan, ölçülemeyen, belirlenemeyen, hizaya getirilemeyen insanlar, nesneleştirme mühendislerinin moralini bozmuş olacak ki bu kez başka bir kavram çıktı ortaya; “Profesyonel yaşamda kişisel imaj”…

Profesyonellik dediğimizde “bir işi kazanç sağlamak için yapan uzman kimse” akla geliyor. Günümüzde profesyonellik, tek başınalığı ifade ediyor gibi görünse de tanım olarak, bir iş grubu içerisinde karşılığını bulan bir kavramdır. Yani bir futbolcu, bankacı, borsacı, siyasetçi vs.

Öyleyse, verirsin adamın eline bir bond tipi çanta, lacivert ya da siyah renkli koyu renk takım elbiseyi giydirirsin üzerine, içine bir beyaz gömlek, bir de kontrast kravat şöyle en afilisinden, pantolon kemeriyle ve çantasıyla aynı renkte bir ayakkabı… al sana bir bankacı.

Bir birey olarak imajını şekillendiremediğin kişiyi kurumsallık çerçevesi içerisinde üstelik profesyonel olarak ele almak ve bu belirlenmiş alanda ona dair imaj oluşturmak bugünlerin modası halinde.

Kurumsallık demişken bu konu üzerinde de biraz kafa yormak gerekiyor.

Hemen söyleyelim, bizim geleneğimizde de kurumlar vardır. Fakat modern dünyanın kurumsallık anlayışı ile bizim kurumsallık anlayışımız arasında neşet ettikleri noktalar itibariyle söyleyecek olursak 180 derece fark vardır. Bizim kurumlarımız insandan başlar, modern zamanların kurumları kendi insan tipini oluşturur.

Malum olduğu üzere çok değil bir bilemediniz iki asır evvel kurumlarımız yok oldu bizim. Bugün gelinen noktada kurumlarımızın olmayışının sancılarını yaşıyoruz hepimiz. Kurumsallaşma sürecimizin nasıl bir seyir izlediğine kabaca bakacak olursak, İslam Medeniyeti’nin tüm zamanları boyunca insanın/Müslümanın ihtiyacına göre şekillendirdiği yapılarla karşılaşırız. Bir bakıma müesseseler Müslümanlar için bir ikramdır, bir hak ediştir, bir nasiptir. Devlet de bizim için böyledir, vakıflar da… Yani Müslüman evvela bir bireydir. Bir birey olan Müslüman, yani Allah’a teslim olmuş olan insan, kurumlarını tesis etmişken, günün birinde bu kurumları elinden alındığında kendine döndü evvela. Ve kurumlar arasında kaybolduğunu görerek kendisini aramaya koyuldu. Kendini arama kendisini tanımlama çabasından başkaca bir şey de değildi. Kendini bulamadığı noktada, elinden alınan müesseselerin yokluğundan mütevellit kaybolmakta olduğu zannıyla yeniden müesseseleşmeye dair çaba gösterdi. İşte, Müslümanın, müesseseleştikçe arızalara gark olması işe yanlış yerden yani kendisinden başlamadığındandır.

Oysa Batı’da aslolan kurumlardır. Mesela özelde Vatikan genelde kilise ve elbette devlet kendi insan tipini oluşturmak için yoldaydı hep. Oluşturulan bu tipin dışına çıkanlar ya engizisyona tabi tutulmuşlardır ya da cadı yakma eyleminin esas oğlanı yani cadısı olmuşlardır. İnsan, belirlenebilir, tanımlanabilir, ölçülebilir ‘pozitif’ bir varlığa dönüştü bu yüzden. Bu yüzden, tek tip basmakalıp, bu yüzden önyargılı, bundan sebep kendine benzeyenle yaşayıp öteki oluşturma çabası içinde oldular hep.

Bir bankanın aldığı masrafa itiraz ederken acziyet içerisinde kalışımız bundandır. Cep telefon faturamız karşısında susmak zorunda kalmak da bundan, devlet karşısında, elden, kahredici bir dudak ısırışından başka bir şey gelmemesi de bundandır. İnsan kendi başına çözümsüz kalıp da sistemi tıkama noktasına geldiğinde yine bir başka kurum girer devreye ve sistemin devamını sağlamakla yükümlü insan biraz nefes alır.

İşte bütün bu vaziyetin içerisinde yer alanlar hep profesyonellerdir. Amatörce bir şeyler yapmak isteseniz bile amatörlüğü bırakmazlar size, sizi hemen profesyonel bir amatöre çevirerek kontrol edilebilir halde tutarlar.

Bu durum sürer gider böyle…

Ve her profesyonelin bir imajı olmalıdır bu dünyada. İmaj demek reklam demektir. Nasılsa belirlenmiş kalıpların olacaktır. Politikacıysan, bankacıysan ya da bir şirkette yöneticiysen evde de, piknikte de, konserde de, maçta da, namazda da, kendi küçücük dünyanda da politikacı/bankacı/yönetici olmak zorundasındır. Bu kalıplarına uygun giyinmelerin olacaktır. Ve bu kalıplarına uygun bir jargonun. Bu kalıplarına uygun bir ‘imaj giyineceksin’ yani. Beden dilin, öz dilin ve de küçük dilin hep bu imaja uygun olacak. Öyle bir imaj dünyası oluşacak ki etrafında hep o reklamdaki gibi olmak zorunda kalacaksın. “İyi reklam kötü ürünü batırır” çünkü. Ve batmamak için imajındaki gibi olmak düşecek hep sana.

Unutma;

Profesyonel yaşamındaki kişisel imajın seni sen yapan her şeydir;

Kişiliğin,

Amaçların,

Değerlerin,

Tutkuların,

Hayallerin…

Bütün bunları da sen değil sadece bir öğesi yani bir ‘insan kaynağı’ olduğun kurumun belirler.

Yani profesyonelsen sen yoksundur.