Şu cumhurun reisi ben olsaydım var ya

Bir mevzu ele alındığında işin en tepe kısmından konuşmaya başlamak gibi bir alışkanlığımız var. Oysa ki, atasözlerimiz arasında en kısa hali ile ifade edecek olursak “bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır” diye bir atasözümüz vardır. Kurtulan attan sonra, asker, ordu, vatan diye de devam ettirilir bu atasözü kimi zaman. Ya da “herkes kendi kapısının önünü temizlese bütün mahalle/şehir temiz olur” gibi bir sözü işitmeyenimiz yoktur sanırım. Bununla beraber İslami açıdan baktığımızda, Rad Suresi 11. ayeti, Enfal Suresi 53. ayeti, “nasılsanız öyle idare olunursunuz” hadis-i şerifi ile “amelleriniz yöneticilerinizdir, onlar sizin eserinizdir” hadis-i şerifini de bir kenara not etmemiz icap eder.

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa İsmet Özel’in Üç Mesele isimli eserinin girişinde alıntılanmış şöyle bir cümle vardır; “Bütün meseleler zordur, zor olmasalardı mesele haline gelmezlerdi.” İnsanoğlu var kılınışından beri sürekli meseleler ile karşılaşmış ve karşılaştığı meselelere çözüm arayışları ile ömrünü tamamlamıştır. Genel hatları itibarı ile meselelerin kendilerine tekabül eden kısmını es geçmeyerek meseleyi üstlenebilmiş toplumlar bir iddia ortaya koyarak varlıklarını sürdürebilmişler, meseleleri topyekûn bir başkasının, hassaten kendisinden daha üstteki bir mercinin omuzlarına yüklemiş olan toplumlar ise yok olmuşlar ya da yok olmaya yüz tutmuşlardır.

Hasır sandalyeleri altına çekip çay sohbetine girişenlerden tutun, dost meclislerinde söz uçuranlara, eline kalem alıp bir mevzu hakkında yazmaya cesaret edebilenlerden karşısında bulduğu topluluğa söylev verenlere kadar herkesin, karşılaşılan problemler ile ilgili olarak bugünün dünyasında yaptığı bir şey var; kendisini -öyle ifade etmese bile, zımnen- aklayarak, kendisi ve kendi kampı dışında kalanları sorumlu kılmak. Bunun verdiği geçici hazzın muhteşemliğini sanırım uzun uzadıya anlatmaya hacet yoktur.

Mesela, eğitim sistemi ile alakalı olarak karşılaşılan sorunlar karşısında “ben milli eğitim bakanı olsam var ya” diye cümle kurarak söze başlayan bir öğretmen ile mutlaka tanışmışsınızdır. Ya da “şu şehrin belediye başkanı ben olsaydım” diye lafa girip, bina yüksekliklerinden tutun, yeşil alan azlığından dem vuran müteahhitlerle sizler de tanışmışsınızdır. “Ben müdür olsam” diye yanıp tutuşurken kendi yapması gerekenlerin neler olduğu hususunu unutan alt kademedeki bir memurdan da bahsedebiliriz. “Şu cumhurun reisi ben olacaktım neler yapardım neler” diye bir cümleyi kuranları da siz biliyorsunuz zaten. Acaba bu cümlenin sahibi bugüne dek kendi sorumluluk sahasında neyi iyi yapmıştır da bu cümleyi bu rahatlıkla kurabilmektedir?

Her sınıf öğretmeninin vazifesi iyi talebe yetiştirmektir oysa. Bir tek öğrenciyi, ilme yönlendirebilmiş olmanın, bir öğrencinin meraklarını, ilgisini anlamlı bir hedefe sevk edebilmenin derdinde olan kaç öğretmen tanıdınız şunun şurasında? Kaç öğretmen ismi söyleyebilirsiniz ki, “filan çocuk benim sayemde kitap okumaya başlamıştı” diyebilsin? Kendisine tanınmış olan kat yüksekliğinden vaz geçerek daha az kat yüksekliği ile yatay bir mimari örneği sunabilecek kaç müteahhit tanıyorsunuz? İşini son derece iyi yapan bürokrat sayımız kaçtır sizce? Kendisine seçmen tarafından yüklenen muhalefet vazifesinin ne olduğunun farkında bile olmadan “cumhurbaşkanlığına aday olacak mısınız” sorusuna “neden olmasın” diye cevap veren bir ana muhalefet partisi lideri aslında kendisinden beklenenin ne olduğunun farkında mıdır?

Son derece politize olmuş bir toplum haline geldik. Kendi vazifesinin ne olduğunu bile unutacak düzeyde sarhoşluğa kapılarak, bulunduğu şehrin bürokratlarını, mülki idare amirlerini, siyasetçilerini dizayn etme hevesinde olan bir sürü isim tanıyoruz her birimiz değil mi?

Büyük hikayeler daima küçük hikayelerden oluşur. Kurulmuş en anlamlı cümlenin arkasında onlarca, yüzlerce duyulmamış iyi cümle vardır. Görünen alanda bulunanların değeri görünmeyen alanlardaki değerlerle ve bu değerlerin görünür alanda olanı besleme düzeyi ile ölçülür. İyi bir fikrin geçerli hale gelmesini temin etmek için illa iktidar olma koşulu yoktur. Kim bilir belki de, muhalif bir yapı, iyi muhalefet etme biçimi ile iktidarda kendi fikirlerinin hayat bulmasını temin edebilir.

Her bir insan tekinin, kendisini var kılan anlamlı ilkelerden yola çıkarak kurduğu hayat biçimi ve bu hayat biçimi örneklerinin toplum nezdinde karşılık bularak çoğalıyor olması toplumu yücelttiği gibi toplumun önüne düşenleri de meselelerin anlamlı çözümleri hususunda bir mecburiyete sürükleyecektir kuşkusuz.

Elbette ki, içinde bulunduğumuz konjonktür kaçınılmaz olarak hepimizi siyasal alanın birer aktörü haline getirmiş durumda. İşin burası çok önemli. Dünyanın içinden geçmekte olduğu süreçte bu vazifeyi kuşanıyor olmanın getirdiği güçlü halin kıymeti hafifsenecek bir durum da değildir. Bize düşen, politik alandaki önderlerimizi desteklerken, kendi sorumluluk alanlarımızı ıskalamamak, meselelerin çözümünde kendi payımıza düşeni es geçememektir.

Şu unutulmamalıdır ki, arkası boş, toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin kalitesi ile desteklenemeyen bir iktidarın yapabilecekleri sınırlıdır. Bir süre sonrasında kendisini tekrar etmeye başlar. Ennihayetinde de mevki kaybıyla karşılaşma riski ile karşı karşıya kalabilir. Sanırım bu hiç de arzu etmediğimiz bir şeydir.