Sputnik’i, 24 Kasım 2015 tarihinde, Rus Hava Kuvvetleri’ne ait bir SU-24 tipi savaş uçağının, Türkiye tarafından, hala tam aydınlatılamamış (en azından biz sivillerin henüz vakıf olmadıkları) nedenlerle düşürülmesi üzerine, aleyhimizde yaptığı haberlerle tanımıştık.
Sputnik, Rusya’nın sesi Radyosu ve RIA Novosti Haber Ajansı’nın birleşmesiyle kurulmuş, Uluslararası Rusya Bugün Haber Ajansı’nın (Rossiya Segodnya’nın) çatısı altındaki kuruluşlardan biri.
Rus basınıyla başımız bidayetinden beri zaten hoş olmadığından “gitti Pravda, geldi Sputnik” serzenişiyle karşıladığımız bu medya portalı, zikrettiğimiz hadiseden itibaren, yine çoğunluğu son derece maksatlı Türkiye haberleriyle adını daha fazla duyurmaya başladı.
Aslında derdim Rus basını ve dolayısıyla Sputnik eleştirisi yapmak değil. Asıl derdim, olumlu ya da olumsuz manada Rusya’ya karşı tutumumuzun, geçmişte Pravda, şimdi Sputnik olmak üzere (muhtemelen istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen) medyanın belirlediği bir çizgiye hapsedilmiş olmasıdır.
Buna tabi olarak, uzun yıllara baliğ olan tarihsel problemlerimizin, “Ayıdan post Rus’tan dost olmaz” söyleyişiyle formüle edile geldiği, yüz kırk yedi milyon nüfuslu Rusya’da otuz milyon Müslüman’ın yaşadığını da göz ardı ediyoruz.
Diğer bir söyleyişle, ezeli ve iflah olmaz düşmanımız olan Ruslarla, en azından onlarla birlikte yaşayan otuz milyon Müslüman’ın hayatiyeti ve huzuru adına asgari uyum içinde olmamız gerektiğini hiç düşünmüyoruz.
Dolayısıyla savaş uçağını düşürdüğümüzde gösterdikleri aşırı tepki yüzünden Ruslar kötü, ucuz doğal gaz ve S-400 alırken Ruslar iyi, ABD ile başlayan papaz krizinde Türkiye’yi desteklediği için Ruslar iyi, Suriye’de Esed rejiminin katil güçlerine arka çıktıkları için Ruslar kötü… şeklindeki medya etkili ve sıkça değişen hissiyatlarla Ruslara karşı tutum belirlediğimiz ortada.
Ruslarla ile ilgili problemlerin akılcı çözümü bağlamında, geçmişte Rus devlet yapısının içinden (Rusya tabiyetinden hareketle) konuşan münevverlerimizin ilgili birikimleri ise dün Pravda’ya feda edildiği gibi, maalesef bugün de Sputnik’e feda ediliyor.
Söz konusu isimlerin en değerlilerinden biri olan İsmail Gaspıralı’nın, en azından eğitim politikaları ve kurumları hakkındaki görüşleri yönünden, sevgili dostum Selçuk Türkyılmaz’ın, yakın zamanda Ketebe Yayınları arasından çıkan bir çalışmasıyla yeniden gündeme gelmiş olması, o feda edilişe karşı bir itiraz olarak işaretlenmelidir.
Bunu derken, Türkyılmaz’ın da referans olarak aldığı birkaç kitabı daha zikretmeden geçmeyelim: Daha önce Ötüken Yayınları arasından çıkan ve ilk üçü 2015 yılında okura TİKA tarafından tekrar sunulan bu kitaplar şunlardır:
İsmail Gaspıralı Seçilmiş Eserleri: 1- Roman ve Hikayeleri (Haz.: Yavuz Akpınar, Bayram Ortak, Nazım Muradov), 2- Fikri Eserleri (Haz.: Yavuz Akpınar), 3-Dil – Edebiyat – Seyahat Yazıları (Haz.: Yavuz Akpınar), 4-Eğitim Yazıları (Haz.: Yavuz Akpınar).
Türkyılmaz’ın, “İsmail Gaspıralı ve Rusya Türklerinde Milli Uyanış – Usul-i Cedid Eğitim” adlı kitabının altını özellikle çizişimiz, tematik bir esas üzerinden Gaspıralı’nın ilgili düşüncelerini bugünkü okurun anlayacağı şekilde dercetmiş ve yorumlamış olmasıdır.
Türkyılmaz’ın bu gayretinin, bugünkü Türk – Rus siyaset ilişkilerini de içine alan değerini ise, Yavuz Akpınar’ın Gaspıralı’nın Fikri Eserleri’ndeki şu tespitleriyle açıklayabiliriz:
“İsmail Bey’in bütün Türk dünyasını tek edebi dil çatısı altında toplama, çağdaş milli kültürle onları birbirine yaklaştırma ve geliştirme projesi, uzak görüşlü olmayı başaramayan dönemin ‘devrim’ havasına kendilerini kaptırmış, Rusları hiç de iyi tanımayan bir kısım gençler tarafından, hangi gerekçelerle olursa olsun baltalandı. 1920’li yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nde uygulamaya konulan Türklere – Müslümanlara yönelik hükumet programı ise Çarlıktan tevarüs etmiş gizli, ama bu sefer daha da güçlü asimilasyon siyasetine dayanıyordu. Hatta Sovyet hükumeti, bir adım daha atarak sadece ‘dil birliği’ni bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpare Türk milli coğrafyasını parçaladı: Yeni halklar ve bu halklar için de harita üzerinde keyfi bir şekilde yeni sınırlar çizilerek ‘vatanlar’ ve her bir yeni halk için de ‘tarihler’ (milli tarih – soy tarihi yerine mahalli coğrafyanın tarihi) icat edildi ve propaganda ile bu yeni kavramlar benimsetildi. Alfabe birliği de ortadan kaldırılarak Türk boyları arasındaki iletişim mümkün olduğu kadar azaltıldı. Böylece Türk boyları birbirinden izole edilerek hep birlikte Rus kültürünün güçlü etkisi altında kalmaya zorlandılar. Günümüzde ortaya çıkan sonuç, İsmail Bey’in niçin siyasetten daha çok eğitime ve kültür birliğine önem verdiğini çarpıcı bir şekilde açıklıyor. “
Hal böyleyken, Amerikan ve Rus emperyalizmiyle dünyanın çivisinin yerinden çıkmak üzere olduğu şu yılda, bunlara karşı dostluk ve düşmanlıklarımızı, dindaşlarımızla soydaşlarımızın varlığına, yaşadıkları sorunlara göre yeniden belirlememiz gerekiyor.
Rusya özelinde, bırakalım Sputnik konuşacağını konuşsun ama bu Gaspıralı İsmail vb. münevverlerimizin seslerini kısmamıza neden olmasın.
Çünkü ayıdan nasıl post olmazsa, kendilerinden de dost olmayacak Ruslarla, hem Türkiye’nin güvenliği hem de Rusya’daki dindaşlarımız ve soydaşlarımız açısından kurmak zorunda olduğumuz yeni ilişkilerde, Gaspıralı İsmail başta olmak üzere, görevini yerine getirip ahirete intikal etmiş münevverlerimizin tecrübelerine ve fikirlerine ihtiyacımız büyüktür.