Canımızla, kanımızla, terimizle, kuruyan dudaklarımızla, uykusuz gözlerimizle, büyüyen yüreğimiz, yitire yazdığımız aklımızla, çıplak ellerimizle, eşimiz, dostumuz, kapı komşumuz, çoluk çocuğumuz, dili dualı büyüklerimizle, minarelerden karanlığın üzerine üzerine çullanan salalarımızla an be an yaşadığımız bir geceydi o gece.
Her şey gözümüzün önünde cereyan etti. Katilimizi gördük; alkışa yeltenenleri, el ovuşturanları, pis bir sırıtışı yanağına iliştirip ekran sırası bekleyenleri, nasıl pozisyonlanması gerektiğinin alel acele hesabını yapma derdine düşenleri hepimiz gördük.
Sokaklara, meydanlara, kritik önemi haiz kurumların kapılarına, bir teröristin ele geçirmeyi düşüneceği her neresi varsa oraya doğru yollara düşenleri engellemeye çalışanları da gördük. Milletin topyekûn teyakkuzuna mukabil onlara sakin olmayı tavsiye edenlerin içten içe yaşadıkları bu milletin aleyhine yükseltilen heyecanın tanığı olduk.
“Mit müsteşarını ifadeye çağırdık; olmadı. Gezi isyanından medet umduk; avucumuzu yaladık. 17-25 Aralık yargı darbesi girişimimiz taca çıktı. Mit tırlarını durdurup dünya çapında büyük bir iş yaptığımızı düşünürken bu halk bize hiç prim vermedi. Defalarca seçim stratejileri ürettik; beceremedik. Terör eylemlerini devreye soktuk; duvara tosladık. Akla hayale gelmeyecek ittifakları koordine ettik; durduramadık. Suriye üzerinden bir şeyler denedik; başaramadık. Uluslararası yalnızlaştırma kartını ekonomi, siyaset üzerinden denedik; kimsenin umurunda olmadı. Sosyal medyada algı operasyonlarımız tutmadı. Kimleri kiraladık da halk itibar etmedi. Ama galiba bu sefer oluyor.” diyenleri de gördük.
Öyle isimler vardı ki; işgal girişiminin başlangıç saatlerindeki tavırlarıyla işgal girişiminin geri püskürtüldüğü saatlerdeki tavırları arasında uçurumlar vardı. Önce gelişmeleri izlemekle yetinen omurgasızlar sonrasında işgalcileri geri püskürten o mübarek halka güzelleme yarışına girdiler. Sonra bir de baktık ki, yine bu aynı adamlar işgal girişiminin adını ‘kontrollü darbe’ koydular. 15 Temmuz tarihini göz ardı edip 20 Temmuz diye bambaşka bir tarih ürettiler. İşgale yeltenenleri değil işgalcilere hak ettikleri şekilde muamele edenleri darbeci ilan ettiler.
O gece ve sonrasındaki uzun gecelerde meydanları bırakmadı bu halk. Lakin onların arasına abartılı bir şekilde karışarak, ellerine yakışmayan bayrakları sallaya sallaya kendilerini aklamaya çabalayanları da gördük. Onların, işin rengi belli olunca kurdukları ilk cümle, bir çeşit faili gizleme operasyonunun anahtar cümlesi olan ‘kim yaptıysa Allah belasını versin’ şeklindeydi, unutmadık.
Bu asil millet, o gece vazifesini icra edip, alnının terini silerek, hayatı normale döndürme anlamında bir başka vazifeyi üstlenmek üzere işine gücüne dönerken, gece boyu evinde gelişmeleri izleyenler, günün ilk ışıklarıyla birlikte, en yakın tank hurdalığında aldılar soluğu, tankların üzerlerine çıktılar, fotoğraf çektirdiler tertemiz kıyafetleriyle, bunu da gördük.
Kendilerinden o kadar emindiler ki, ellerine silahlarını alıp sokağa çıktıklarında alkış umdular, Peygamber Ocağı çocukları muamelesi göreceklerini sandılar, ‘sizin için ne yapabiliriz’ cümlesini kuracak yığınla insan bekliyorlardı ve karşılarına konumlanmış olanların ellerini kaldırıp anahtar teslim töreni vaziyeti alacaklarını düşündüler hep. Çünkü bugüne kadar hep öyle olmuştu. Allah demişler, peygamber demişler, Kitap demişler, infak demişler, namaz demişler, kurban demişler ve ağızlarındaki bu kavramlar dolayısıyla toplumda bir karşılık bulmuşlardı, ağızlarda kekremsi bir tat eşliğinde. Sanıyorlardı ki, bu vesilelerle yakaladıkları başarı kendilerinden kaynaklıydı. Sanıyorlardı ki, toplumun bu kavramlara gösterdiği teveccüh kendilerine yönelikti. İşte bu yüzden emindiler kendilerinden. Ama bu milletle kavgaya tutuşanın başına neler geldiğini o gece bir kez daha gördük.
Bütün bu olan bitenin üstüne, darbecilerin mağdur, taraftarlarının şirin çocuk, işbirlikçilerinin mazlum, sahiplerinin demokrat olduğu günlere eriştik.
Bir millet, teriyle, kanıyla, canıyla, yüreğiyle, ruhuyla, heyecanıyla, bileğiyle, çıplak elleriyle karşısına dikildi katiller sürüsünün karşısına. Lakin işgal girişimcilerinin hamiliğine soyunan uluslararası sistemin kurucu iradesi, 15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, Türkiye’ye dair hesaplarından vazgeçeceğe hiç benzemiyor. Şeytana pabucunu ters giydirecek öylesine akıl almaz operasyonlara imza atıyorlar ki, ne mal olduklarını çok iyi bilen bu halkın, gördüğünden, duyduğundan, dokunduğundan şüphe etmesini bekliyor ve göz göze geldiği, suçüstü yakaladığı katilinden özür dilemelerini talep ediyorlar. Ama fena halde yanılıyorlar.
Bir de bu süreçte bu milletten yana gördüklerimiz içerisinde bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek FETÖ silahını bize doğrultarak mevzi ve mevki kazanma çabası içerisinde olanları da gördük.
Ama yok öyle yağma.
Biz katilimizi gördük. Suçüstü yaptık, iş üstünde yakaladık. Şimdi masa başında, uluslararası sistemin dayatmalarıyla, figüran ülkelerin oluşturacağı baskı gruplarıyla, iç siyaset mekanizmasındakilerin adalet yürüyüşü görünümlü yeni dalga FETÖ operasyonlarıyla, medya kampanyalarıyla kaybetmeye hiç niyetimiz yok.
Biliyoruz yine gelecekler.
Biliyoruz bugünün değil binlerce yılın kavgasıdır bu.
Biliyoruz her daim bilenecekler.
Biliyoruz doymayacaklar.
Biliyoruz yeni hesaplarla, yeni kurgularla, yeni tezgâhlarla ilişecekler yine yakamıza.
Biliyoruz kardeşliğimize kast edecekler.
Biliyoruz yumuşak karnımıza çalışacaklar.
Biliyoruz fitneye mahal verme potansiyeline sahip açıklarımız üzerinden yeni planlar yapacaklar.
Ama şunu da biliyoruz, onlar ateşten biz topraktanız.
Onlar da şunu iyi bilsinler ki; her ne pahasına olursa olsun biz kazanacağız.
Üzülmüyoruz, gevşemiyoruz, inanıyoruz ve güçlüyüz.
Şuna inanıyoruz;
Bizim için, kurtuluş bayramı olduğu kadar kuruluş bayramıdır 15 Temmuz.
Kutlu olsun.